Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a, Özbekistan’dan dönerken Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la görüşme ihtimalini ve Mısır’la ilişkilerini sormuşlar.

Erdoğan da şu yanıtı vermiş:

“Siyasette ebedi olarak dargınlık, kırgınlık, küslük olmaz. Vakti, zamanı geldiği anda oturur, değerlendirir, ona göre de bir yenilemeyi yapabilirsiniz. Şu anda Türkiye olarak bu konularda sıkıntılı olduğumuz ülkelerle ilişkileri yeniden ele alabiliriz. Hele Hele haziran seçiminden sonra bir sil baştan yapabiliriz ve buna göre de yolumuza inşallah o şekilde devam edebiliriz.”

★★★

Bu kadar kolay mı gerçekten?

Mısır’da darbeci Sisi’nin devirdiği, cezaevine attığı “seçilmiş lider” Mursi cezaevinde öldüğünde, ölümünü “cinayet” olarak gören tek lider ve ülke hangisiydi hatırlıyor musunuz?

Erdoğan ve Türkiye’ydi.

Bu bakış açısıyla Sisi’yi “katil” ilan tek lider ve ülke de Erdoğan’la Türkiye olmuştu.

“Darbeyle başa geçen zalim Sisi” ifadesi de bizzat Erdoğan tarafından kullanılmıştı.

Erdoğan’ı destekleyen gazeteciler, akademisyenler bununla uzun süre övündüler, Türkiye’deki muhalefeti “zalim Sisi’yle ilişki kurmak istediği” gerekçesiyle hedef tahtasına koydular.

Bir soru daha: “Türkiye’nin Mısır’la ilişkilerinin koptuğu dönemin Türkiye’ye maliyeti ne oldu?”

Çok şey oldu ama en önemlisi Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den ve Kıbrıs Adası’nın güneyindeki zengin hidrokarbon kaynaklarından dışlanmasıydı. ABD, İsrail, Filistin, Suriye ve Mısır’la iyi ilişkileri olduğu dönemde Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistan’ı köşeye sıkıştırabilen Türkiye, ne yazık ki Ada’nın güneyindeki doğalgazca zengin 12 parselle ilgili en azından Kıbrıs Türkleri’nin haklarını yeterince koruyamadı.

Sahi Tahrir Meydanı’nda vurulan ve AK Parti’nin sembolü haline gelen dört parmağın isim kaynağı olan Rabia’nın hesabı Sisi’den sorulabildi mi?

Sizce de inanılmaz değil mi?

O cümleleri kuran Erdoğan, şimdilerde Sisi’yle yeniden bağ kurmayı vatandaşa bir “seçim vaadi” olarak sunuyor ve hazirandan sonra bu ülkeyle de yeni bir döneme geçileceğini müjdeliyor.

Şimdi “Madem sil baştan yapacaktık biz bu kadar kaybı niye yaşadık” diye sorsak haksız mı oluyoruz?

★★★

Aynı şekilde Suriye ve Esad’la görüşme meselesi var.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beşar Esad’la görüşmeyi de bir “seçim vaadi” olarak ortaya koydu.

Sanki “Suriye’de 1 milyon kişi katledildi” demediler.

Sanki “Katil Esad” demediler.

Sanki “Esad kimyasal silah kullandı” demediler.

Sanki milyonlarca Suriyeliyi sırf “Esad’dan kaçıyorlar” diye Türkiye’ye almadılar.

Madem Esad ile de sil baştan yapacağız, ilişkimizi yeniden ele alacağız, o zaman vatandaş da haklı olarak şu soruları sorar:

“Peki biz 2011’den bu yana yaşadıklarımızı niye yaşadık?”

“Ülkemizin Suriyeli göçmenler nedeniyle ödediği (en az) 60 milyar dolarlık fatura ne olacak?”

“Suriye sınırımız nasıl birçok terör örgütü için yol geçen hanına döndü? (Daha yeni Taksim’i kana bulayan terörist Ahlam Albashir’in Mümbiç, Cerablus, İdlib, Hatay arasında elini kolunu sallayarak dolaştığını, rahatlıkla İstanbul’a geldiğini öğrendik.)”

★★★

İç siyasette dilin kemiği yoktur. Bir siyasetçi dün söylediğini bugün tam tersini söylediğinde rahmetli Demirel’in “Dün dündür bugün bugündür” söylemini anıp geçebiliriz. Siyasetçilerin fikir değiştirmesine alışabiliriz. Ancak dış siyasette bu böyle olmuyor.

Dün yaptığınız yanlışlar bugün yaşadığınız sorunların birincil kaynağı olabiliyor ve ülkemizin önüne çok büyük faturalar koyabiliyor.

Erdoğan’ın Mısır ve Suriye’yle ilgili “Müslüman Kardeşler” odaklı ideolojik bakışı da Türkiye’ye ağır bedeller ödetmiştir.

O bedeller ve ödediğimiz faturalar da öyle “sil baştan” açılan yeni sayfaların altına sığmaz!