1970-1981 arasında gelişmiş Batı ülkelerinde enflasyon yüksek seyretmişti. Mesela İngiltere’de 1978’de %24, İtalya’da 1975’te %27, Fransa’da 1974’te %14, ABD’de 1980’de %14 (Türkiye’de de 1981’de %105) olmuştur. O dönemde enflasyon bir “ücret-fiyat” sarmalı olarak görülmüştü. 1980’de başlayan “neoliberal” siyasetin gereği olarak işçi sendikalarının etkinliği kısıtlanarak bu sarmal kırılmış ve ayrıca alınan parasal önlemlerle enflasyon %3 civarına indirilmiştir. Enflasyonu düşüren parasal politikalarının fikir babası Friedman’dır. Friedman, enflasyonun nasıl oluştuğunu “herkes anlasın” diye kısa metrajlı bir film çekerek cevaplamıştır. Bu filmde Friedman “para basan” bir matbaa makinesinin önünde durmakta ve nehir gibi akan yeni basılmış dolarları elleriyle havaya kaldırarak “İşte enflasyonu bu makine yaratmaktadır” demektedir. Friedman’ın “Enflasyon, her zaman ve her yerde parasal bir olaydır” önermesi her ne kadar parasal iktisatçılarca nas kabul edilirse de bu hüküm, gerçeğin ancak bir kısmıdır.

GÖRÜNMEZ EL, DURUMDAN VAZİFE ÇIKARDI

Enflasyon “fiyatlar genel düzeyinin” artış oranıyla ifade edilir. Enflasyonu ölçmenin başka bir metriği yoktur. Son 45 yılda, hem bol para basıldığı halde “fiyatlar genel düzeyi”nin artmadığını (2008’den sonra) hem de bol para basılmadığı halde “fiyatlar genel düzeyinin” arttığını (son 1 yıl içinde) hep birlikte gördük. Friedman’ın önermesine aykırı gibi duran bu oluşumların iki açıklaması vardır. 1. Her kuram “diğer şeyler değişmemek kaydıyla” (ceteris paribus) geçerlidir. 2. En mükemmel tahmin modeli bile ancak varsayımları kadar doğrudur. Önce pandemi şimdi de Ukrayna savaşı yüzünden tedarik ve üretim süreçleri yavaşladı. Ortaya bir “arz açığı” çıktı. Bu da paranın miktarı artmasa da “fiyatlar genel düzeyi”ni yükseltti. Bu fiyat artışları, enflasyondan doğmadığı halde, bu hali anlatan başka bir kelime olmadığı için buna da “enflasyon” dendi. Aslında bu fiyat artışları, mevcut “arz ile talebi” denkleştirmek ve üretim kaynaklarını “arz açığı” olan sektörlere yönlendirmek için yararlı bir düzeltmedir. Ne var ki; bu faydalı düzeltme halka “pahalılık” olarak yansımak zorundadır.

DÜNYANIN BİR, TÜRKİYE’NİN İKİ SORUNU VAR

Yukarıda anlatılanlar, hem Türkiye hem de diğer ülke ekonomileri için geçerlidir. Ancak bizim, arz açığı sorununu gidermenin üstüne binen bir de “devalüasyon-enflasyon” sarmalı meselemiz vardır. Bu sarmal da “pahalılıkla mücadele” ederken “enflasyonu yükseltme” riskini ortaya çıkarmaktadır. Kaynak tahsisini düzelten faydalı “fiyat artışları”nın yapışkan enflasyona dönüşmesi iki şarta bağlı olarak gerçekleşebilir:

1. Kendisini enflasyona ezdirmemek isteyen bireyler, sendikalar ve firmalar, ellerine fırsat geçer geçmez piyasaya sundukları mal veya hizmetlerin fiyatını mümkün olan en yüksek oranda artırırsa.

2. Hükümet, halkı enflasyona ezdirmeyeceğim diye, maaş ve ücretleri geçmiş “gerçek” enflasyona endeksleyerek yükseltir ve üstelik iç piyasayı kredi hacmini genişleterek büyütme tutkusundan vazgeçmezse.

Bu şartlar altında enflasyon, devalüasyon; devalüasyon enflasyon doğurur.

Son söz: Kötü ekonomi politikası, iyi niyet taşlarıyla döşenir.