Nohutla aranız nasıl? Ben çok severim. Tazesinden leblebisine, zeytinyağlısından etlisine, püresinden humusuna kadar ne çeşit olursa olsun severek yerim. Hatta kuru fasulyeden bile çok sevdiğimi itiraf edebilirim. Anadolu’daki pazar yerlerinde, mevsiminde, yapraklarıyla birlikte yeşil taze nohut satılır. Rastlarsam hiç kaçırmam. Size de öneririm, çok lezzetlidir.

Nohuttan yapılan yemekler, daha çok öğle ve akşam öğünlerine yakışır. Ama Gaziantep’te, en sevilen kahvaltılıktır. Her fırının yanında bir seyyar nohutçu vardır. 

Tereyağlı pilavla nohutun birlikteliğini de anlatmak isterim ama konuyu çok dağıtırım. Çünkü bu yazıda size, Ortadoğu’yu birbirine düşüren Humus’tan söz etmek istiyorum.

Nohut, tahin, limon suyu, zeytinyağı karışımından oluşan Humus’u sevmeyen var mıdır acaba? Hele akşamları, bir kaç kadehle huzur bulanlardansanız, Humus masanızın gözdesidir. Sıcak pidenize, bıçağınızın ucuyla sıvadığınız Humus’un damağınızda bıraktığı tat, günün tüm lezzetsiz görüntülerinin üstünü örter, yaşamın ne kadar keyifli olduğunu size bir kez daha hatırlatır.

Humus, bu özelliğinden dolayı paylaşılmaz, herkes ona sahip çıkar. Bu çekişme Türkiye’de de vardır. Kim daha lezzetlisini yapar diye: Hataylılar mı, Tarsuslular mı, yoksa İskenderunlular mı? Bence hepsi.

Çekişme sadece biz de değildir. Tüm Ortadoğu çanağı, bitmez tükenmez bir Humus kavgasındadır. İlk nerede doğduğu konusunda kesin bir yanıt yok. Kimi kaynaklara göre, geçmişi M.Ö 3000 yıllarına dayanıyor. Kimi kaynaklar ise Humus’un yapıldığı ilk nohutun Babil Bahçelerinde yetiştiğini öne sürüyor. Kimileri ise Humus’un ilk kez 12. Yüzyılda, Eyyubiler tarafından hazırlandığını belirtiyor.

Tek bilinen gerçek, Humus’un adının Arapça nohut anlamını taşıyan “Hummus” kelimesinden geldiği. Diğer bilgileri de şöyle sıralayabilirim: Nohutun ilk yetiştiği yerler, Akdeniz çanağı ve Ortadoğu’dur. Binlerce yıl bu bölgelerdeki insanların ana besin kaynağı olmuştur. Mezopotamya’da yetişen ilk ürünlerden biridir. Antik Roma’da en sevilen sokak yemeklerindendir. Antik dönem Yunan filozoflarından Plato ve Sokrates, yazılarında humusun besin değerinden bahsetmişlerdir. Ayrıca, antik döneme ait yemek tariflerinde humusa rastlanmıştır.

Humus kimin milli yiyeceğidir? Kavgayı başlatan esas soru budur. Mısır’ın mı, Lübnan’ın mı, Yunanistan’ın mı, Suriye’nin mi, İran’ın mı? Hangisine sorarsanız, “bizim” yanıtını alacağınızdan şüpheniz olmasın. Antik dönemden beri nohut ambarı olan Mısır, bu bitkinin en sevildiği yerdir. Bu ülkede en sevilen sokak yemeği, nohuttan yapılmış olan falafeldir. Ayrıca, Humus da sofralardan eksik olmayan bir yemektir.

Lübnan, Humus’un milli yemekleri olduğu konusunda iddialıdır. “Her şeyden vazgeçerim ama Humus ile Falafelden asla” diye slagon atar Lübnanlı fanatik humus hayranları. Bu yüzden Humus’u sahiplenmeye kalkan İsrail'i, uluslararası mahkemelere şikayet etmişlerdir. İsrail ise Humus’un kendi yiyecekleri olduğu konusunda, kutsal kitapları Tevrat’ı şahit gösterirler.

Yunanlıların şahitleri ise Plato ve Sokrates adlı iki ünlü antik çağ filozofudur. Allahtan İtalyanlar, “eski Roma’da sokaklarda en çok yenen yemek Humus’tu” diyerek bu kavgada yer almıyorlar. İranlılar ise sadece “humus bizimdir” demekle yetiniyorlar. Bu konuda öne sürdükleri her hangi bir kanıt yok.

Ortadoğu’daki en büyük humus çekişmesi, Lübnan ile İsrail arasında yaşanıyor. İsrail, Humus'a da sahip çıkmak istiyor. Humus’un kendi yemekleri olduğunu kanıtlamak isteyen İsrailli aşçılar, 2009 yılında dev bir humus yapıp, adlarını Guinness Rekorlar Kitabına yazdırdılar. İsrailliler zaferlerini kutlarken, çılgına dönen Lübnanlı şefler hemen kolları sıvayıp, “en büyük humus bizim humusumuz” sloganları atarak işe koyuldular. 2010 yılında 300 aşçı tam 11,5 ton ağırlığında bir humus yaparak İsrail’in rekorunu kırdılar. Bu dev humusta, 8 ton nohut, 2 ton tahin, 2 ton limon suyu, 70 litre de zeytinyağı kullanıldı.

Lübnanla-İsrail arasında sadece Humus savaşı yok. Falafel adı verilen, yine nohutla yapılan yemek de bir türlü paylaşılamıyor. Falafel de, Ortadoğu’da Humus kadar çok sevilen bir yemektir. Her ne kadar Mısır kökenli olduğu kabul edilse de, Lübnan bu yemeğin patentini alabilmek için uluslararası kuruluşlara başvuruda bulunmuştur. Bu yemeği, Filistin’de yaşayan Yahudilerden öğrenen İsrail ise Falafel’e, bir daha vazgeçmemek üzere sahip çıkmıştır.

Bu savaşın bir de ekonomik yanı vardır. Bu Ortadoğu kökenli yemekler, 1970’li yıllardan itibaren Amerika pazarında boy göstermeye başladılar. Tabule, Falafel, Humus, seyyar yemek arabalarında, hazır yemek satan şarküterilerde ve Ortadoğu lokantalarında en çok satılan yemekler arasında yer aldı. Sadece bir yılda 250 milyon dolarlık Humus satışı gerçekleşti. Son yıllara kadar bu pazarı elinde tutan Lübnan, İsrail’in de işin içine girmesiyle milyonlarca dolarlık zarara uğradı, bir çok şirket kapısına kilit vurmak zorunda kaldı.

Humus konusundaki bir başka çekişme de, lezzeti konusunda yapılmaya başlandı. Hatta artık “humus kimin?” sorusu yerine, daha çok “kimin humusu daha lezzetli?” sorusu sorulmaya başladı. Kimi, benim humusum daha pürüzsüz, kimisi gerçek humus pürüzlü ve nohut parçaları belirgin olur, kimi sıcak daha iyidir, kimi humus soğuk yenir, kimi sadesi daha lezzetlidir, kimi üstüne sıcak, biberli tereyağı koymak gerekir, kuzu eti ile iyi gider, pastırma daha çok yakışır demeye başladı. Yani kimlik savaşına bir de lezzet savaşı eklendi.

Bu savaşın galibi kim olursa olsun, değişmeyen gerçekler şunlar: Humus çok lezzetli ve her öğün yenebilecek bir yiyecektir. Çok besleyici ve vitamin deposudur. Hem fakirin hem zenginin gözdesidir. Mezelerin kralıdır.

Ortadoğu’da, Humus’u en lezzetli yapan kişinin, Kudüs'e 10 kilometre uzaklıktaki bir kasabada lokantası bulunan Abu Şükri olduğu öne sürülür. Sanırım bu iddiayı ortaya atanlar, bizim Tarsuslu, Hataylı, İskenderunlu ustaların yaptıkları humusların tadına bakmamışlardır. Bu humusları, sıcak pidenin üstüne sürüp yeseler, bir daha başka humus yemezler.