Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi ve büyük yıkıma, can kaybına ve insanlık dışı olaylara sebep olan savaşın sürmesi Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılma sürecini hızlandırmıştı. ABD ve birçok NATO müttefiki ülke onların üyeliğini desteklerken Erdoğan’ın “İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesi konusunda olumlu düşünce içinde değiliz, İskandinav ülkeleri terör örgütleri için misafirhane gibi” açıklaması başta ABD olmak üzere NATO’da karışıklık yarattı. Bu çıkış Türkiye’nin çıkarlarını ve NATO’daki durumunu nasıl etkiler sorusunu ve önemli diğer gelişmeleri NATO ve Rusya’da 10’ar yıl görev yapmış olan Sayın Halil Akıncı ile konuştum.

2000’li yıllardan sonra dış politikada “fazla konuşma” hatasının yapıldığını vurgulayan Halil Akıncı “Erdoğan kapalı kapılar arkasında pazarlık yapmalıydı, bunu açıklamamalıydı. NATO ikna etmenin yolunu bulur ve tutum açıklamakla pazarlık gücümüzü yitiririz” dedi. Halil Akıncı, 1975-89 arasında Moskova’da Başkatip,1989-94 arasında Müsteşar, 2008-2010 yılları arasında Büyükelçi olarak toplam 10 yıl görev yapmış, 1979-89 yılları arasında da NATO’da Sovyet Uzmanı olarak çalışmıştır.


DIŞİŞLERİ SÜREKLİ DEVRE DIŞI

■ Rusya, Finlandiya’nın NATO’ya girmesi için “Kesin tehdit olarak görürüz” demişti, buna rağmen NATO Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girmesi sürecini kısaltıyor. Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuyla ilgili açıklaması ABD ve NATO ile Türkiye’nin arasında sorun yaratacak bir süreç başlattı. Siz durumu nasıl yorumluyorsunuz, bu Rusya lehine bir çıkış mıdır, sizce neden yapılmıştır, Erdoğan’ın bu tepkisi ne gibi gelişmelere yol açar?

Son yıllarda yaptığımız hata fazla konuşmak. 1968’de işe başladım, 2000’li yıllara kadar Türkiye dış politikasını genellikle susarak ama arka planda konuşarak, yani kamuoyuyla paylaşmadan hallederdik, çünkü bu boşu boşuna hükümetin hareket serbestisini kısıtlar, kamuoyu baskısı oluşur. Bizim Finlandiya-İsveç konusunda görüş açıklamamız benim tecrübeme göre diplomatik bir hatadır, kapalı kapılar ardında pazarlık yapabilirsiniz, illa bu fikri kamuoyuna açıklamanız gerekmez, açıklarsanız bu pokerde elini açıklamaktan farksız olur. Eğer tutum gerçekten açıklandığı gibiyse -ki onu da bilemiyoruz çünkü Dışişleri sürekli olarak devre dışında- Erdoğan kapalı kapılar arkasında pazarlık yapmalıydı, bunu açıklamamalıydı. Biz veto ederiz diye ne kadar konuşursak konuşalım, sonunda bizi ikna etmenin yolunu bulurlar ve ne olur; biz başlangıçta tutum açıklamakla pazarlık gücümüzü de kaybetmiş oluruz. Diğer 19 ülke “evet” derse ne kadar direniriz? Yunanistan zaman zaman mızıkçılık yapmaya kalkar ama diğerleri engel olur, böyle bir şekilde çalışır NATO ve sonunda ikna etmenin yolunu bulurlar. Onun için başlangıçta tutum açıklayıp da hem pazarlık gücünüzü azaltmak, hem de bir ülkeyi daha süreç başlamadan karşınıza almak ne derece doğru politikadır, anlamakta güçlük çekiyorum.

Erdoğan’ın açıklamaları NATO’da tartışma yarattı.

Atatürk’ün dış politikasının en önemli vasfı zamanlamaydı


■ PKK’ya kucak açtığı için İsveç’e misilleme veya engelleme yapıyorsak, PKK/PYD’nin içinde kendi askerlerini savaştıran, Suriye sınırımızda kantonlar kuran PKK’ya açıktan açığa silah, askeri araç ve her türlü yardımı yapan ABD’yle nasıl aynı ilişki sürüyor? Ve Finlandiya da var, ona neden karşı çıkıyor?

VETO EDERSE BEDELİ OLUR

Tabii, tabii, gücümüzün yettiğine. “PKK’ya yataklık ediyor” diye NATO üyeliğine tereddüt ettiğinizde Rusya’yı memnun eder. Finlandiya konusunda da; acaba her şeyi bilerek mi yapıyoruz, yoksa fazla düşünmeden mi konuşuyoruz, bir de o var. Rusya gayet iyi biliyor ki eğer Batı Avrupa, Amerika ve Kanada karar vermişse Türkiye’nin sesi orada çıkmaz. En nihayet “veto ederim” der, veto ederse bunun da bedeli olur ve bir süre sonra bu tekrar gelecektir. Gerçekten bir pazarlık yapmak istiyorsa açıklamaması lazım. Yavaş yavaş konuşurdu, “Ben sizi destekleyeceğim ama siz de şunu şunu yapın” derdi, açık konuşmakla onları da bize karşı tutum takınmaya sevk ediyor. Atatürk dış politikasının en önemli vasfı zamanlamadır, 1936’da Montrö’yü istediğimiz şekilde yaptırana kadar bekledi, 1928’de Hatay’ı alamazdı, 39’da aldı, şartları iyi takip etme ve zamanlama meselesi. Ayrıca Türkiye’de bir laf vardır; erkekseniz teker teker gelin diye, “Hepiniz toptan gelin” denir mi? Bütün meselelerde kendinizi muhatap edemezsiniz, çözemezseniz ileri bırakır o zaman çözersiniz.

Hem Rusya’ya hem ABD’ye idare edilemeyecek ölçüde muhtacız


■ ABD’nin Suda Üssü’ne savaş uçakları yığmasının Türkiye için ne kadar önemi var?

Bu bir tehdit, “Şunu yapmazsan, ben de şunu yaparım” düşüncesi. Bugün Türkiye ile Amerika arasında doğrudan bir savaş düşünülmez ama bu durum bir baskı unsuru oluşturur. Mesela siz silah bakımından muhtaçsınız, o da ayrı bir baskı unsuru. “Karşı tarafı güçlendirmesi” de baskı unsurudur, illa kullanılacak değil ama silahlı kuvvetlerin en büyük fonksiyonu caydırıcılıktır.

■ Şu anda ABD’nin yıllardır PKK’ya yardım ettiğini, sınırımızda PKK devleti kurulmasını desteklediğini  bile bile hiçbir şey yokmuş gibi davranmamız da o baskının, “muhtaç olmanın” sonucu değil mi?

Evet, öyle. Herkes birbirine bir ölçüde muhtaçtır ama biz hem Rusya’ya, hem Amerika’ya idare edilemeyecek ölçüde muhtacız; silah bakımından Amerika’ya, enerji bakımında Rusya’ya.

■ Bir başka ülkeden, örneğin Almanya’dan silah alamıyor muyuz?

Almanya vermez. Biliyor musunuz, Almanya Leopar tanklarını “PKK’ya karşı kullanıyorsunuz” diye vermiyor. Neredeyse silahı bile vermeyecek, “PKK’ya karşı kullanmayın“ diye, öyle şey mi olur?

■ Bir de şu söyleniyor; Mültecilerin gitmesini istemeyenler, PKK’nın Suriye’de boşalan yerlere yerleşmesini ve devlet kurmasını desteklemiş oluyorlar. Böyle midir?

Açıkçası bilmiyorum, tahminde bulunmak da istemiyorum çünkü elimde veri yok ama ihtimal dışı da saymam.


Mülteci gittiği yerden zor döner


■ Türkiye’deki milyonlarca göçmen konusunda siz bir çözüm görüyor musunuz?

Avrupa sarı saçlı, mavi gözlü olmayanların sadece mühendislerini, doktorlarını alıyor, gerisi bize kalacak. Ayrıca, bizim bazı iş adamlarımız da sigortasız işçi olarak çalıştırdıkları için işlerine geliyor. Bu nedenle gitmemelerini isteyenler var ama bunlar bizim başımıza bela. Demografik denge meselesi her zaman önemlidir, Atatürk bunu “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” deyimiyle halletti, 2013’te ‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene’yi kaldırarak bu işi geriye döndürmeye çalıştılar. Şimdi siz bir anda üstelik dilinizi öğrenmeyi reddeden, kendi gettolarını kuran insanları alıyorsunuz. Bir de nüfus dengesi var, doğurganlık oranı yüksek, 500 bin çocuk doğmuş. Suriyeli çetelerin arasında dayanışma da var, azınlık örgütlendiği zaman çok etkili olabilir, Suriyeliler de bu halde. Şimdi de Suriye mafyası çıkacak ortaya, son derece hatalı bir politika. Mülteci bir yere gittiği zaman bir yerden zor döner, Meksika ile Amerika’ya bakın, duvar da yapıyor, her şeyi yapıyor ama Güney Amerika’dan göçü önleyemiyor.

Amerika sınırımızda bir Kürt devleti kurma konusunda kararlı


■ Bu arada, biz iç tartışmalara yoğunlaşmışken ABD’nin Akdeniz’deki en büyük üssü olan Girit adasındaki Suda Üssü’ne 10 adet F-35, 14 adet F-15 yerleştirdiği duyuldu. Acaba Türkiye için Ege’de de Yunanistan’la bir plan mı sürdürülüyor? Erdoğan “Yunanistan’ın NATO’yu arkasına alarak Türkiye’ye tavrını biliyorsunuz” dedi ama Türkiye, Yunanistan adalarımızı işgal edip silahlandırırken yıllarca sessizce izledi. Burada bir çelişki yok mu?

Amerika’nın müttefikleri için, özellikle de bizim için kullandığı deyim “sadık müttefik.” Sadık müttefik şu demek: Amerika’nın çıkarını gözü kapalı destekleyeceksiniz, kendi çıkarınızdan çok benimseyeceksiniz, hizmet edeceksiniz.

Mesela biz Amerika ile Kürt meselesinde aynı fikirde değiliz, Irak meselesinde aynı fikirde değiliz, Suriye meselesinde aynı fikirde değiliz ve Amerika sınırımızda bir Kürt devleti kurma konusunda kararlı. Düzelebilir mi, becerebilir mi o ayrı mesele ama niyet bu. Kürdistan haritası yıllardır var ama bir başka büyük devletin desteklediği örgütlü, silahlı güç yoktu. Peşmerge’nin şimdi resmen Amerikan eğitim sistemine göre yetiştirilmiş asker ve subay kadrosu var, düzenli ordu gibi savaşabiliyorlar, tehlike burada. Bu konuda anlaşmayacağımız biliyorlar, onun için daha güvenli bölge olarak Yunanistan’ı seçiyorlar. Çünkü Yunanistan ABD’ye devamlı muhtaç, oysa Türkiye daha değişik bir siyaset takip ederse kendi ayağı üzerinde durabilir, çünkü belirli sanayi ve insan alt yapısı var. Çıkarına göre kararlar alsa Türkiye kendi başına büyük bir ağırlık taşıyabilecek bir ülke, Yunanistan öyle değil. Kendi kendine ayakta durabilecek bir ülke Amerika’nın sadık müttefiki olamaz!

ABD, Yunanistan’ı daha güvenilir buluyor


■ Acaba Amerika güneyde PKK ile sınırımızı tehdit ederken Ege’de de Türkiye’yi Yunanistan’la bir çevreleme planı mı düşünüyor? Adalarımıza silah ve asker de yerleştirildi, niyetleri nedir sizce?

Yunanistan’a göz yumdu, bizimle çıkar birliği içinde değil ama Yunanistan’la çıkar birliği var, daha güvenilir buluyor. Irak’la çatışıyoruz, birçok başka konuda da çıkar ayrılığı var, halbuki Yunanistan’la çıkarları örtüşüyor. Ayrıca, bizim komşumuz ve devlet sistemini Türk düşmanlığı üzerine kurmuş olan bir devlete yardım etmesi bize de baskı demektir; “Ben Yunanistan’ı daha da kışkırtırım” demek bizim için baskıdır, bir taşla iki kuş vuruyor; hem kendini güvenceye alıyor, hem de başka bir ülke üzerinde baskı unsuru olarak kullanıyor.