Barış Pınarı Harekatı’nı anımsatan Haldun Solmaztürk, “O zaman Türkiye’yi durduran Amerika ve Rusya’nın bugün göz yumacağını beklemek saflık olur. Askeri harekat açısından en olumsuz koşullardayız” diye konuştu.




Emekli Tuğgeneral Dr. Haldun Solmaztürk, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli birlik ve karargahlarında yurt içinde, Kıbrıs’ta ve yurt dışında; NATO’da 2 ayrı dönem, SHAPE (Belçika) Harekat Başkanlığı’nda, ayrıca İzmir’de Güneydoğu Avrupa Müşterek Komutanlığı’nda görev yapmıştır. Birleşmiş Milletler, AGİT veya NATO komutasındaki birçok operasyona fiilen iştirak etmiş veya planlama ve icrasında sorumluluk almıştır. Şehirde, meskun mahallerde ve kırsalda terörle mücadelede geniş operasyonel deneyimi vardır. Dr. Solmaztürk, Kara Harp Okulu ve Kara Harp Akademisi’nden mezun olduktan sonra Boston Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde master, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi üzerine doktora yapmıştır.

 Sıcak evlerinizde, rahat koltuklarınızda otururken veya yumuşak yatağınızda uyumaya hazırlanırken hiç “buz gibi soğukta, belki fırtına kar altında,  sırtında kim bilir kaç kilo yükü taşıyarak dağları tırmanıp terör örgütüyle mücadele eden Mehmetçiği” düşünür müsünüz? Ülkesine huzur ve güvenlik sağlamak için “Önce vatan” diyerek gözünü kırpmadan terörle savaşan Mehmetçiği. Benim aklımdan çıkmaz, her şehit haberi geldiğinde yüreğime gerçekten kor düşer. Pençe-Kilit operasyonunda son olarak birkaç günde 7 askerimizi kaybettik, şimdi Suriye’nin kuzeyine yapılan hava harekatından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bunun arkasından yapılacak sınır ötesi kara harekatıyla ilgili konuşmaları sadece bizim değil birçok başka ülkenin de gündemine girmiş durumda. Acaba bu harekat hakkında bildiklerimiz ve bilmediklerimiz nedir, hangi riskler söz konusu ve neler olabilir? Bu soruları ve daha birçoğunu Emekli Tuğgeneral, aynı zamanda Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi hakkında birikime sahip olan Sayın Haldun Solmaztürk’le konuştum. Onu dinlerken ne kadar çok bilinmeyenle çevrili olduğumuzu düşündüm, sizin de büyük bir ilgiyle okuyacağınıza inanıyorum.

SURİYE İLE GÖRÜŞMELERİ NEDEN MİT BAŞKANI ÜSTLENİYOR?


■ Sayın Solmaztürk, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler konusunda da deneyiminiz var, ülkelerle önce kavga edip sonra barışmaya kalkıyoruz, şimdi Esad’la arayı düzeltmek için çalışma yapılıyor, Suriye ise “Türkiye, Suriye’nin taleplerini karşılamaya hazır olduğunu gösterdi, istihbarat örgütleri görüşüyor, diyaloga geçmek mümkün ama “Terörist çeteleri eğiterek, finanse ederek Suriye topraklarını işgal ettiğini kabul etmeli ve çekilmeye hazır olduğunu belli etmeli” diyor. Esad son olarak “Söz değil, icraat bekliyoruz” dedi. Sizce çözüm nasıl olacak?

Öncelikle istihbaratçıların Suriye ile görüşmeleri konusuna açıklık getirmeli bence. Suriye ile kimin konuştuğu, o konuşan kişilerin hangi kurumdan olduklarının aslında önemi yok. Bunlar netice itibariyle sanki Dışişleri Bakanlığı’nın temsilcileriymiş gibi diplomatik görev yapıyorlar. Cumhurbaşkanı’nı temsilen de oraya gitseler, onun adına da konuşsalar diplomatik bir görev yapıyorlar. Bunun kendisi zaten anormal. Yani, iki ülkenin siyasi görüşmeleri, arasındaki ikili ilişkileri niçin istihbaratçılar veya tam adını koyalım; MİT Başkanı bu görevi üstleniyor? Türkiye’de, örneğin Dışişleri Bakanlığı’nda bu işi MİT Başkanı’ndan daha iyi yapabilecek, güvenilecek hiç kimse yok mu da MİT Müsteşarı veya Başkanı gidiyor? Aynı şeyi Oslo’daki PKK ile görüşmede de yapmışlardı, sonra dediler ki “Biz görüşmedik, devlet görüştü.” Devlet bir bütündür, yani cumhurbaşkanı, o zaman başbakan, bakanlıklar, Dışişleri Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı bir bütündür, dolayısıyla herhangi bir resmi temsilcinin gidip görüşmesi, devletin görüşmesi demektir, buna “başbakanın özel temsilcisi” de dahildir, özellikle dahildir.

ÇELİŞKİLİ ADIMLAR KARŞI TARAFTA KUŞKU YARATIYOR!


■ Başbakan’ın özel temsilcisi mi dediniz?

Tabii, o zaman MİT müsteşarı veya MİT Başkanı Oslo’da PKK ile siyasi müzakerelere oturduğunda Başbakan’ın özel temsilcisiydi, kendisini o şekilde takdim etti, o zaman Milli İstihbarat Teşkilatı’na henüz katılmamıştı, Başbakanlığın kadrosundaydı, kendisini “Tayyip Erdoğan’ın siyasi, özel temsilcisi” olarak tanıttı. Dolayısıyla kişilerin hangi kurumdan oldukları değil, hangi görevleri yaptıkları ve kimi temsilen yaptıkları önemlidir. Şimdi Suriye ile ilişkilerin bu şekilde, tabiri caizse bir örtü altında yürütülmesi sanki “iki devlet arasında diplomatik ilişki, siyasi görüşme değil de istihbarat yetkilileri arasında bir koordinasyon, bütün dünya devletleri bunu yaparlar” denmesi Suriye tarafında kuşku, güvensizlik yaratıyor. Bu, şuna benziyor; bir at arabası düşünün, atları koşuyorsunuz arabaya, sonra arabayı bir ağaca bağlıyor ve atları kamçılıyorsunuz. Eğer arabayı yürütmek istiyorsanız arabayı çözün, istemiyorsanız atları niçin kamçılıyorsunuz?  Diğer ülkelerle ilişkiler de normal şeklinde değil, bir duruşunuz yok, bir tutarlılığınız yok, istikrarınız yok, bugünden yarına 180 derece farklı kararlar alıyorsunuz, bu şunu gösteriyor; demek ki sizin devlet olarak bir “milli güvenlik siyasetiniz” yok ve bu siyaseti belirleyecek kurumlarınız da yok. Cumhurbaşkanı tek karar verici olduğuna ve dünden bugüne 180 derece dönebildiğine göre yarın da bugünkü kararından dönebilir, bunun hiçbir garantisi yok. Devlet kurumlarının içinin boşaltıldığı bütün ülkelere karşı bu tür güvensizlikler vardır. Suriye ile ikili ilişkilerde çelişkili adımlar atılıyor, bazı adımlar veya söylemler “Suriye ile ilişkileri tekrar yoluna koyma arzusu varmış gibi” bir izlenim yaratıyor ama bir başka grup adımlar ve söylemler bunun tam aksi. Yani, bu adımların samimi olmadığı, Suriye’deki fiili durumun muhafaza edilmek istendiği kuşkusunu yaratıyor ve Suriye’nin “Türkiye’nin bu açılımına ihtiyatlı durması” sonucunu veriyor ki şu anda da Suriye’den hiçbir adım yok zaten.

ULUSLARARASI ORTAM TÜRKİYE’NİN HAREKATINA HİÇ BU KADAR KARŞI OLMADI


 ■ “Türkiye’nin hava harekatında hayatını kaybedenler arasında Suriyeli siviller ve askerler var, bunu yapamazsınız” dediler. Türkiye, bu işin içinden nasıl çıkacak ve görüşme sağlanacak? Aksi takdirde, zaman askerlerimizin aleyhine işliyor,  Türkiye ağır kış şartlarında TSK’ya bu operasyonu yaptıracak mı?

Öncelikle, bu harekatla ilgili olarak söylem geçtiğimiz Mayıs ayından beri devam ediyor. Açıklamalara bakarsanız, hatta o zamanki hazırlıklara bakarsanız biz Haziran ayının başında, 6 ay önce buralara girmiş ve PKK’yı temizlemiştik, Cumhurbaşkanı’nın kendi ifadesiyle “talimat verilmişti”. Böyle bir şey olmadı, dolayısıyla bugün de ne söylendiği çok önemli değil. Yani, bunların hepsi seçim sürecinde seçim propagandasını destekleyici söylemler. Bunların eyleme dönüp dönmeyeceğine karar vermek için alandaki duruma bakmak lazım, tabii alana kimseyi sokmadıkları için sağdan soldan dedikodu mahiyetinde haberler geliyor, ancak herhangi bir fiziki belirti yok söylem dışında, dolayısıyla ben bunları ihtiyatla karşılıyorum. Uluslararası ortam, Suriye iç savaşının 2011’de başladığını düşünürsek 11 yıl oldu, 11 yıldır bugün olduğu kadar Türkiye’nin Suriye’deki bir askeri harekatına karşı olmamıştı, yani askeri harekat açısından en olumsuz koşullardayız. Bakın, Fırat’ın doğusunda son yapılan Barış Pınarı Harekatı’nı düşünelim, burada önce karşımıza Amerika çıktı ve bizi 2 haftalığına durdurdu, tam 2 haftanın sonuna doğru Rusya devreye girdi, o da karşımıza çıktı, o harekatı tamamen durdurdu. Şunu söylemek istiyorum, öyle bir uluslararası ilişkiler yürütülüyor ki –buna yürütmek denirse- dünyada birbirinin  can düşmanı olan ve küresel perspektifte her alanda birbiriyle mücadele eden 2 süper devlet sırf Türkiye’nin operasyonuna karşı çıkmak için yan yana geldiler. Türkiye’nin dış ilişkilerinin ne kadar beceriksizce yapıldığının örneği olarak söylüyorum. Şimdi, o zaman Türkiye’yi durduran Amerika ve Rusya’nın bugün buna karşı çıkmayacağını veya göz yumacağını beklemek saflık olur.

TSK, MENBİÇ’E İLERLEDİĞİNDE KARŞISINDA SADECE YPG OLMAYACAK


■ Diyelim ki TSK sınırdan girdi, Amerika ve Rus askerleri karşısına mı çıkacak, tepeden mi müdahale edecek?

Şöyle, bunun örneğini 2020 Şubat’ında İdlib’de yaşadık, aksi yönde oldu, Suriye ordusu Rus ve İran güçlerinin desteğinde İdlib’e operasyon başlattı, kuzeyden güneye doğru ilerlemeye başladılar. Biz de Türkiye’den büyük çapta takviyeler yaptık ve belli yerlerde tıkama mevzileri oluşturduk, yani Suriye birliklerinin önünü kestik. Akan bir su düşünün, bu suyun önüne kürekle toprak atıldığında suyu başka kanala verir, askeri tıkama da böyle yapılır. Suriye’de, aynı o önü kapanan suyun sağa sola gitmesi gibi buralardan sağa sola kaçtılar. Yani TSK unsurlarıyla direkt çatışmaya girmeksizin o unsurların bulunduğu mevzilerin sağından solundan dolaşıp bölgedeki diğer cihatçı gruplarla –başta El Nusra olmak üzere- savaşmaya devam ettiler. Şimdi aynı şey bizim için de söz konusu, örneğin Menbiç’e yönelik bir harekatta zaten biz Suriye’nin içindeyiz, Menbiç’e doğru ilerlediğiniz zaman karşınızda sadece YPG/PYD unsurları olmayacak, orada başka unsurlar da olacak; örneğin ABD unsurları, Suriye unsurları, onların bayrakları olacak. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapabileceği şey havadan yapılacak taarruzlarda bunlara aşırı hassasiyet gösterecek, çok dikkat edilmesi lazım.

ÖZGÜR SURİYE ORDUSU YAMALI BOHÇA ONLARI KONTROL EDEMEZSİNİZ!


 ■ Bu harekat için “İstila” diyen ABD resmi açıklamayla “Yeni bir operasyona güçlü bir şekilde karşı olduklarını” duyurdu. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ise ABD’ye “Gölge etmeyin yeter, terör örgütüne verdikleri destek biliniyor” dedi. Eğer karar değiştirilmezse, harekat başladığında TSK’nın karşısına ABD çıkarsa ne olacak?

Amerika “Bu harekata girişirseniz biz de karşınızda olacağız” diyor. Eğer ısrarlıysanız planlamanızı ona göre yapmanız gerekir, yani “Giderken önümüze bunlar çıktı, hadi sağa gidelim, sola gidelim” diyerek askeri harekat olmaz, askeri harekat planlanır, kimin hangi istikamete gideceği bellidir. Bunun için de kimin nerede olduğunu önceden bilmeniz gerekir. Siz Menbiç’e bir harekat planlıyorsanız “Menbiç’in nasıl savunulduğunu, YPG’nin nerelerde, hangi mevzilerde ne kadar güçle, hangi hatlarda olduğunu kesin bilmeniz gerekir. Artı, orada ABD unsurları, Suriye unsurları varsa onların da nerede olduğunu bilmeniz gerekir, onlar bayraklarıyla zaten bulundukları yerleri işaretliyorlar. Orada bayrak varsa ABD de var mıdır, yok mudur, o ayrı bir şey ama bayrak varsa “Ben buradayım” diyor, aynı şey Suriye için geçerlidir, dolayısıyla bunların çok hassas planlanması gerekir. Ama ilerlerken planda olmayan bir ABD bayrağıyla veya Suriye bayrağıyla karşılaştığınızda oradaki taktik seviyede bölüğün, taburun ne yapacağını bilemezsiniz, ÖSO unsurlarının ne yapacağını hiç bilemezsiniz. Dolayısıyla çok büyük bir risk var, geçmişteki operasyonlardan çok farklı. ÖSO yamalı bohça gibi, biz ona Özgür Suriye Ordusu dediğimiz için o ordu olmaz, ordu dediğinizin bir kurumsal yapısı, etik değerleri vardır, geçmişten gelen bir tarihi,  birbirine bağlılığı vardır, emir-komuta zinciri vardır, bağlı olduğu bir siyasi otorite vardır, bağlı olduğu bir vatan-millet kavramı vardır. ÖSO’da bunların hiçbiri yok, dolayısıyla onları kontrol edemezsiniz. Ne derseniz deyin, onun başına danışman kimliği altında Türk subay, astsubaylarını da verseniz onları kontrol edemezsiniz, bugüne kadar edilemediler zaten.

MENBİÇ’İ KUŞATIYORSANIZ ŞEHRE GİRMEK VE SAVAŞMAK ZORUNDASINIZ!


■ Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu harekatı yapacağını dünyaya bildirdi, son günlerde terör örgütünün saldırıları sonrasında da beklenti arttı. Türkiye artık “Bir gece –veya gündüz- ansızın gitmek zorunda” gibi görünüyor ama karşısında ABD, Rusya, İran, Suriye varken sadece ÖSO ile ve kış ortasında çok riskli değil mi?

Kış ortasında olması askeri harekatın planlamasını etkiler ama engellemez. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu yeteneği olduğuna inanırım ben, kış bir engel değildir. Ancak, planlamada şöyle bir farklı durumla karşı karşıyayız; buralarda özellikle Ayn el Arap’ta ve Menbiç’te meskun mahal var, şehirlere kasabalara girilecek, buralardaki harekat çok daha fazla sayıda birlik gerektirir, özel eğitim gerektirir ve harekat yavaşlar ve süresi uzar, ister istemez zayiat artar. Ama dediğim gibi, eğer böyle bir harekata girişilirse bunların hepsinin dikkate alınıp askeri planlamanın ve hazırlıkların buna göre yapılmış olması ve bunların eğitimlerinin, tatbikatlarının yapılmış olması gerekir. Yani Ankara’dan “Hadi yürüyün, Menbiç’i ele geçirin” demekle bu işler olmaz. Mayıs’tan beri ne diyorlar; “Talimat verdik, hazırlıklar biter bitmez harekat icra edilecek”, hazırlıklar denilen şey budur zaten; planlamadır, bu planlama çerçevesinde birliklerin görevlendirilmesidir, o birliklerin de ne görev aldılarsa; örneğin Menbiç’i kuşatıp da öyle bakılacak hali yok herhalde, Menbiç’e girip bütün şehri kontrol altına alıp Halep’e kadar uzanmak demek. Bunun için şehre girmek ve şehirde savaşmak zorundasınız. Şehirde direnme olursa askeri harekat planlaması karşısındaki sivillerin direnmeyeceği değil, direneceği varsayımına dayanır, o zaman buraya çok sayıda özel eğitimli birliğin girmesi şarttır, böyle planlanır ve harekat –dediğim gibi- ister istemez yavaşlar ve diğer harekatın planlanmasının da bu şekilde tasarlanması gerekir. Bunlar harekat başladıktan sonra yapılacak şeyler değil, harekat başlamadan önce hazırlığın, eğitimin ve bunun lojistik desteğinin, her şeyin hazır olması gerekir.

PENÇE-KİLİT, OPERASYON KAVRAMININ ÇOK ÖTESİNE GEÇTİ


■ Pençe-Kilit’te arka arkaya şehitler verdik, son olarak 2 günde 7 şehit verdiğimiz biliniyor. Bu harekatın Suriye’nin ve diğer ülkelerin müdahalesiyle de çok riskli olduğu bilindiğine göre daha fazla şehit verme ihtimalimiz var mı, bayağı bir savaşa dönüşebilir mi?

Önce Pençe-Kilit’le ilgili konuya değineyim, operasyon dediğiniz şey makul sürelerle icra edilip sona erdirilen askeri harekat tipidir, ismi üzerinde operasyon. Bu Pençe-Kilit denilen harekat bizim anladığımız askeri operasyon kavramının zaman olarak çok ötesine geçti, operasyon olmaktan çıktı, buna başka bir şey demek lazım, yani sanki orada kalıcı olundu gibi. Eğer oraya kalıcı olmak için girildiyse o zaman bu kadar fazla zayiat verilmemesi gerekir, bunun tedbirlerinin alınmış olması gerekir. Böyle mi planlanmıştı yoksa sonradan mı uzadı bilmiyorum ama birilerinin “makul operasyon süresinin geçtiğini ve niye girildi, daha ne kadar kalınacak bunu biliyor ve bunun üzerinde düşünüyor olması” gerekir, herhalde düşünüyorlardır, giderek şehit sayısı ve sıklığı artıyor, bu normal değil. Her seferinde “Kanı yerde kalmadı, 14 PKK’lıyı etkisiz hale getirdik, YPG’yi etkisiz hale getirdik” demek çözüm değil. Sayılarla bir harekatın başarısı veya başarısızlığına karar verilemez, bunu gösteren “karşınızdakinin size direnme kabiliyeti devam ediyor mu, etmiyor mu” sorusudur.

2016’DAN BERİ 6 YILDIR SURİYE’DEYİZ, 2. DÜNYA SAVAŞI BU KADAR SÜRMEDİ!


■ Esad, Erdoğan’ın uzlaşıp anlaşma imaları için “Samimi mi, yoksa seçim öncesi bir atak mı olduğunu anlayamıyorum. Söz değil icraat bekliyoruz, çekilin topraklarımızdan” diyor. Bir siyaset bilimci de olarak Türkiye’nin nasıl bir icraat yapması gerektiğini düşünüyorsunuz?

2016’ya kadar 5 yıl dolaylı olarak Suriye iç savaşının bir parçasıydık, 2016’dan beri de 6 yıldır fiilen Suriye’deyiz. Yani, 6 yıldır, 2’inci Dünya Savaşı bile bu kadar sürmedi. Soru şu; Suriye’ye girilirken, bu karar verilirken 6 yıl sonra bugün bulunduğumuz yeri öngörerek, planlayarak mı bizi buraya getirdiler, yoksa hem kendileri hem biz kendimizi burada mı bulduk? Balçığın içine ayağımızı sokmuşuz, çekiyoruz, ayakkabıdan da vazgeçtik ayağımızı kurtaralım diyoruz, onu da kurtaramıyoruz. Demek ki, böyle parça parça, günden güne 6 aydan 6 aya alınan kararlarla bir yere varmak mümkün değil, bir bataklığın içindeyiz. Türkiye’nin ulusal çıkarı Suriye’nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısındaysa bunu tekrar tesis edecek şekilde Şam hükümetiyle birlikte bir askeri ve siyasi strateji belirlemek, sonra bunu iyi niyetle uygulamak lazım ama bunun için her iki tarafın birbirine güvenmesi gerek.

ÖSO, HEYET TAHRİR EL ŞAM GİBİ ÖRGÜTLER SORUN OLACAK!


■ Yani Türkiye “Ben çekilirim ama sen de PKK’yı sınırımdan çıkaracaksın” mı diyecek?

Bakın, Türkiye “Çekilirim” diyemez –Türkiye derken Türkiye adına karar verenler- diyebilselerdi zaten bugüne kadar derlerdi. Bir an için Esad’ın bu 2 koşulu öne sürmediğini varsayalım ve kendimize soralım; ÖSO dediğiniz bu 30-40 bin silahlı kişi. Bunların hayatı son 10 senedir sadece savaşmak, öldürmek, ölmek, kan dökmekle geçmiş ve bunların aileleri var. Her şeylerini, geleceklerini Türkiye’ye bağlamışlar, bunların geleceği ne olacak? Değil mi, ne olacak bunlar? Konu sadece ÖSO da değil, İdlib’de Heyet Tahrir El Şam, eski El Nusra, El Kaideci’ler, bunlar ne olacak? Bunların 10 binlerce silahı var, kafa kesenler bunlar.

BAKAN ANAHTAR DAĞITIRKEN YANINDA TERÖRİST SAYDIĞIMIZ HTŞ VARDI


■ Onlarla mı beraberiz biz hala?

Heyet Tahrir E Şam’ı (HTŞ) Türkiye Cumhuriyeti Devleti 2018’den sonra resmi olarak terör örgütü kabul etti. İdlib onların kontrolünde, aynı zamanda bizim sorumluluğumuzda. İdlib’de Heyet Tahrir El Şam’ı diline alan var mı, hiç gördünüz mü? İki hafta önce İstiklal Caddesi’nde bomba patlattıklarında İçişleri Bakanı İdlib’de briket evlerin anahtarlarını dağıtıyordu. Etrafındakilere bakın, Heyet Tahrir El Şam. Yani sorun bize gösterildiğinden veya bizim inanmamız istenen resimden çok daha kompleks, farklı, çok daha vahim.

■ Türkiye çekilmeye karar verse bu örgütler “Biz ne olacağız” mı diyecekler?

Diyorlar zaten.

TAMPON BÖLGE SINIR GÜVENLİĞİNİ SAĞLAYAMAZ BU AÇIKÇA ORTADA


■ Onları da Türkiye’ye davet etmezler herhalde.

Ben 11 yıldır aynı şeyleri söylüyorum. Bu canavar yaratıldı, onu yaratanlar bunu bilerek mi yarattılar, yoksa bugün yarattıkları canavarın esiri mi oldular? Esiri oldularsa zaten olay sizin kontrolünüzden çıkmıştır, bu çözümü çok zor bir problem. Çok zor. Bazen insanlar “Efendim, tenkit ediyorsunuz, eleştiriyorsunuz ama bu işin çözümü ne?” Bu sorun ortaya çıkmadan önce daha ilk günlerinde buna dikkat çektik. Sorun bu hale geldikten sonra dikkat çekmek dışında yapılabilecek çok az şey var. Bu ÖSO’nun ve HTŞ’nin geleceği ne olacak, silahlarını ellerinden alıp, sakallarını kesip aramızda mı dolaştıracaklar bunları. Dolayısıyla, Esad böyle bir koşul öne sürmese bile bu altından kalkılması çok zor bir problem. Böyle bir terör koridorunu engellemek veya bir tampon bölge oluşturmakla Türkiye’nin sınır güvenliğinin sağlanamayacağı çok açık bir şekilde ortaya çıktı, hiçbir yerde çıkmadıysa Irak sınırında ortaya çıktı. Suriye’de de aynı hata tekrar ediliyor. Çözüm şurada; sınırımızın ötesinde bizim bir tampon bölgeye değil, bizimle dost bir devlet otoritesinin varlığına ihtiyacımız var. Bu otorite şu anda ne Suriye’de, ne Irak’ta var.

BİZİM ÇIKARIMIZ IRAK’IN VE SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜN KORUNMASIYDI


Bizim yapmamız gereken Irak’ta olduğu gibi Irak’ın bölünmesi ve kuzeydeki otorite boşluğundan PKK’nın istifade etmesi değildi veya Suriye’de olduğu gibi Suriye’nin bölünmesi, parçalanması ve kuzeyindeki otorite boşluğundan önce IŞİD’in, daha sonra YPG/PYD’nin faydalanması, dolayısıyla bize dönük tehdidin artması değildi. Bizim çıkarımız Irak’ın ve Suriye’nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısının korunmasıydı, biz tam aksini yaptık. Şimdi bu hatanın düzeltilmesi lazım, bunun için de 180 derecelik bir dönüşe ve yepyeni bir siyasi stratejiye ihtiyaç var; her ikisinin de mutlaka Şam’daki ve Bağdat’taki hükümetlerle işbirliği içerisinde uygulanması lazım. İstihbarat Teşkilatı Türkiye’nin bu kadar çetrefilli, en karmaşık dış politika problemini nasıl çözebilir, ben bunu anlamakta ve açıklamakta zorluk çekiyorum. Sorunun çözümü çok açık ama sizin Dışişleri Bakanlığınız orada duruyor, Milli Savunma Bakanlığınız burada oturuyor, Meclis tümüyle devre dışı, kamuoyunun ilgisi zaten sıfır, şimdi İstihbarat Teşkilatı gitmiş orada konuşuyor, ne konuştuğu belli değil.

BİR 5-10 YIL DAHA OPERASYON YAPARAK BİR YERE VARMAMIZ MÜMKÜN DEĞİL!


■ Böyle bir kara harekatını sınırda boydan boya yapsalar bir düzelme ümidi var mı?

2016’dan bugüne yapılan operasyonlar ondan önceki 5 yılda yapılan hataların düzeltilmesi içindi, o hatalar yapılmasaydı bu operasyonlara ihtiyaç olmayacaktı, Şimdi bu operasyonlarla başka hatalar yapıldı, bundan sonra bir 5-10 yıl daha operasyon yaparak bir yere varmamız mümkün değil. Varsayalım ki Fırat’ın doğusundan batısına, Akdeniz’e uzanan 25-30 kilometre derinliğinde bir tampon bölge de oluşturulsa güvenliğimizi sağlamaz, bu açıkça ortada, öyleyse “Suriye’nin toprak bütünlüğünün tekrar tesis edilmesinin temel direk olacağı” bir milli güvenlik siyasetine ihtiyacımız var.

■ Amerika PYD’den petrol alıyor, oradan çıkar mı?

Ben milli güvenlik siyaseti derken hep bunları kastettim, önce siyasi, askeri hedefleri koyarsınız sonra stratejiyi belirlersiniz. Strateji zeten “nasıl”ın cevabını verir, bunlar ciddi çalışmalar gerektirir. Bugün devlette ne bunları yapacak kadrolar kaldı, ne de bu uzun vadeli çalışmalara tahammül edecek bir siyasi irade kaldı. Bunlar olmadığı için bu haldeyiz. ABD’nin oradan petrol alması, YPG’nin oradan finanse edilmesi sorunun küçük bir parçası.

■ Tabii ortada bir BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) var. Türkiye’nin güneydoğusunu dahil ettikleri Kürdistan haritası var. PKK’nın bununla ilişkisi var, çok derin bir mesele bu.

Bir planlamanın aşamaları vardır, önce ne yapacağınıza karar verirsiniz, ikinci aşamada kendinizin ve karşımızdakilerin ve üçüncü tarafların durumuna bakarsınız. Bir siyaset geliştirmek kolay değil ama hepsinin çözümü mümkündür ama sorun şu; bunu becerebilecek ne kurum, ne kadro, ne de devlet kültürü kaldı. 2000 yıllık devlet kültürümüz var, başımızdakilerin bundan nasiplenmemiş olması bu kültürü yok etmiyor. Bu kurumların tekrar tesis edilmesi mümkündür, yapabilecek kişilere AKP’liler gibi 3-5 maaş vermek zorunda değilsiniz, insanlar hiçbir karşılık beklemeksizin ülkeleri için çalışırlar ama birilerinin samimiyetle çözümü istemesi lazım.


YARALANAN ASKERİN GÜVENECEĞİ BİR ASKERİ SAĞLIK SİSTEMİ YOK


■ Askeri tıbbiye Osmanlı’dan beri vardı ama son dönemde kaldırıldı. Bu sınır ötesi harekatlar yapılırken veya askerlerimiz yurt içinde de teröristle mücadele ederken yaralananlara anında ve doğru müdahale yapılabiliyor mu, kurtulabiliyorlar mı halk bunu öğrenmek istiyor.

TSK’nın sağlık sistemi tümüyle lağvedildi. Anladığıma göre, tabii ki tugaylar ve altı seviyelerde hastaneler dışında aşağıda bir sağlık teşkilatı var ama askeri tabipler var mı bilmiyorum. Varsa da bunlar nereden yetişiyor, askeri tabipleri yetiştiren bir sağlık sistemi kalmadı ki, normal tıp fakültesinden mezun olanları belki de sözleşmeli olarak alıyorlar, muvazzaf tabip subay yapıyorlar bilmiyorum. Sistem böyle değildi, sistem ta en ileri hattan başlayarak, sağlıkçı erlerden, uzmanlardan, tabur tabipleri (genel tıp eğitimi yanında başta harp cerrahisi olmak üzere askeri tıp eğitimi almış, uzmanlaşmış personel) vardı, bunlar kıtalara gelir bizimle görev yaparlardı. Yani biz operasyona girdiğimizde taburlarımızın yanında kendi askeri tabiplerimiz olurdu. Bir operasyonda, savaşta karşılaşılan yaralanmalar sivil hayattaki kazalardan çok farklıdır, örneğin bizim geri tepmesiz silahlarımız vardır, toplar, roket atarlar. Bunların arkası açıktır, çatışma ortamında bunlarla kazalar çoktur. Mesela yanlışlıkla bir roketatarın arkasında durursanız roket önden gider arkasındakini de öldürür, kolunu, bacağını kopartır ve bir anda kan kaybından gidebilir. Ona anında müdahale edilmesi gerekir. Mayınlar, el bombaları var, her biri risktir. Askeri harekatta 24 saat, 7 gün silahla, mühimmatla patlayıcılarla beraber olan yüzbinlerce kişiden söz ediyoruz. Burada kazalar orduya özeldir, dolayısıyla askeri sağlık sisteminin hastaneler, tabipler başta olmak üzere buna dönük, özel bir eğitimle ve deneyimle gelişmesi gerekir. Mesela GATA; Siirt veya Yüksekova’daki komando tugayında görev yapan askeri tabipler teğmen, üsteğmen olarak görev yaparlar, yüzbaşı, binbaşı olur Ankara GATA’ya gelirler. Mayına basmış, eli bacağı kopmuş bir asker geldiğinde o doktor bunların uzmanıdır. En uçta başlayan tedavi birbirini tamamlayarak GATA’ya kadar gelirdi, bizim bu nedenle ciddi yaralanmalar dahil kayıp oranlarımız çok düşüktü. Doktorlarımızın yetmediği zamanlarda sivil doktorları çağırırdık ama askeri doktorların gözetiminde yardımcı olurlardı.

■ Bu sistemin kaldırılmasındaki amaç nedir?

Bence Türk Silahlı Kuvvetleri’ne dönük geleneksel, kökleşmiş nefret, verilebilecek en büyük zararı vermek istediler.

■ Şu anda operasyon yaparken bu anlayış sürüyor mu? Yaralanan askerlerimize hemen koşulmuyor mu? Askerlerimiz devlet hastanelerinde de sığınmacıların arkasında sıraya giriyormuş.

Askeri hastaneler kapatıldığında bunlara verilen isimlere, buralara atanan başhekimlerin ideolojik geçmişlerine bakın. O zaman bunların kasıtlı ve kin ve nefretle yapıldığını görürsünüz. Cumhurbaşkanı askeri hastanelerin tekrar açılması talimatını verdiği için çalışıyoruz diyorlar ama tarih vermiyorlar, daha ne kadar çalışacaklar bilmiyorum. Asıl sorun savaşa giren ordunun muharebe sahasında ve gerisinde güvenebileceği bir sağlık sisteminin olmaması, şu anda böyle bir sistem yok. Muharebede yaralanan bir askerin arkasında güvenebileceği bir askeri sağlık sistemi yok, hiç böyle olmamıştı ve dünyanın hiçbir ordusunda böyle bir durum yoktur.