Doç. Abdüllatif Şener, lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü’nde, doktorasını Gazi Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Refahyol Hükümeti’nde Maliye Bakan-lığı, 2002-2007 yılları arasında AKP hükümetinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yapmış, 2007 yılında AKP’den istifa etmiş, 2018’de CHP’den Konya Milletvekili seçilmiştir.

Türkiye’de ilk defa faiz ödemelerinin anaparayı geçtiğini kaydeden CHP’li Abdüllatif Şener, “İktidarın ‘Ben faizle mücadele ediyorum’ lafı palavradan ibaret. 2023 yılında ödenecek faizlerin toplamı 1 trilyon lirayı aşıyor” dedi.


Güvenilir ekonomistler uzun bir süredir “Bu kış zor geçecek, hayat pahalılığı artmaya devam edecek” diye uyarmakta ve çözüm önerilerini de birlikte açıklamaktaydılar ama dinleyen olmadı, onlar ne dediyse tersi yapılmaya devam etti ve daha kış gelmeden öngörüleri gerçekleşmeye başladı. Artık neredeyse kaybolan orta sınıf da hayatın her alanında her gün artan fiyatlara yetişemiyor. Milyonlarca vatandaş kredi borçları içinde, kimse kışı düşünmek bile istemiyor. Diğer tarafta bakıyorsunuz devletin harcamalarında hala bir duraklama bile yok ve belli bir kesim giderek zenginleşiyor. Çoğunluğun maddi sıkıntısının yanında ülkeyi derin bir yasa sokan ama nedense yas ilan edilmeyen 41 canı yitirdiğimiz Bartın maden faciası, “Dezenformasyon Yasası” denilen ve düşüncesini, görüşünü paylaşan herkes için büyük bir tehlike oluşturan; “yanıltıcı bilgiyi yayma” tanımı altında sınırı belirsiz ve üstelik hapis cezası getiren bir suçun ortaya çıkarılması, Yunanistan’la ciddileşen sorunlarda da tüm Batı’nın karşımıza geçmiş olması ve daha bir dizi üzücü gelişme. Televizyonların çoğunda bu konularla hiç ilgisi olmayan gündemler sakız gibi uzatılarak konuşuluyor, Türkiye’de olup bitenlere bakınca doğrusu benim –toplum adına- ilgim ülkenin gerçek sıkıntılarında. Bu sıkıntıların nedenlerini ve aslında ne yapılması gerektiğini uzmanlık alanı ekonomi ve maliye olan, eski Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener’le uzun uzun konuştum.

TÜRK TARİHİNİN EN FAİZCİ İKTİDARIYLA KARŞI KARŞIYAYIZ 


■ Sayın Şener, ekonomistler aylardır “faiz artırma olmazsa enflasyon da artmaya devam eder” dediler, Merkez Bankası ise faizi yüzde 12’den 10.5’a düşürdü. Cumhurbaşkanı Erdoğan 29 Eylül’de bir kez daha “En büyük düşmanım faiz, 12’ye kadar düşürdük ama yetmez” demişti, orada önemli bir cümlesi daha vardı “Merkez Bankamızla konuştuk, bunların daha da inmesini telkin ediyoruz” diyordu. “Telkin” sözcüğü açıkça “Merkez Bankası bize bağımlıdır” anlamına gelmiyor mu?

Türkiye’deki faiz çarkını bir bütün olarak incelediğiniz zaman Cumhuriyet tarihinin en faizci hükümetiyle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Bunu niçin söylüyorum; bakın bizim tarihimizde borç, anapara miktarı her zaman faiz ödemelerinin altında kalmıştır, ilk defa faiz ödemeleri anaparayı geçmiştir. Bu ne demektir, yani siz hiçbir zaman “aldığınız paranın üzerinde bir faiz” öder misiniz? Faizler düşüyorsa nasıl anaparayı geçiyor? Hatta Cumhuriyet tarihi boyunca demeyeyim, Osmanlı bile bu dış borçlardan batmıştır ama böyle faizin anaparayı geçtiği dönemi yaşamamıştır, Türk tarihinin en faizci bir iktidarıyla karşı karşıyayız. Nitekim, bütçeye baktığımızda da bunu görüyoruz, 2021 bütçesinde 181 milyar faiz ödemesi var, 2022 bütçesinde 240 milyar olacağını söylediler, bu Kur Korumalı Mevduat’la (KKM)  birlikte 330 milyara çıktı, şimdi 2023 bütçesini Meclis’e getirdiler, faiz ödemeleri 560 milyara ulaşmış, bunun içerisine de Kur Korumalı Mevduata Hazine’nin verdiği parayı yazmamışlar, onu ilave ettiğiniz takdirde; 3.7 trilyon geliri olan 2023 bütçesinin karşısında 2023 yılında ödenecek faizlerin toplamı 1 trilyon lirayı aşıyor. Böylesine faizci bir hükümet nerede görülmüş? Türkiye böyle bir faizci yapıyı, politikayı şimdiye kadar görmedi, tanımadı, onun için “Ben faizle mücadele ediyorum” lafı tamamen palavradan ibarettir.

BİR HÜKÜMET “FAİZİ 10.5’A İNDİR” DİYE TALİMAT VEREMEZ!


İkincisi, her yerde ve Türkiye’de para politikasını Merkez Bankası belirler, Merkez Bankası bağımsız bir kuruluştur, dünyanın her tarafında para politikasıyla ilgili olarak operasyonel kararlarını doğrudan doğruya ekonominin gereklerine göre kendisi alır. Elbette hükümetlerin ekonomi politikaları vardır, o ekonomi politikalarıyla bağlantılı, koordinasyon çerçevesinde Merkez Bankası da hükümetle bir araya gelir ama hükümet hiçbir zaman operasyonel olarak “faizi 12’den 10.5’a indir” diye talimat veremez ama bakıyoruz ki bu hükümet Merkez Bankası’nın spesifik politikalarını da empoze eden, müdahale eden bir niteliğe sahip. Bu açıkça “Merkez Bankanız bağımsız değil” demektir, bağımsız olmadığı takdirde de ne iç piyasada iş çevreleri ve ekonomik birimler, ne de dış dünya sizin sağlıklı bir ekonomi politikası uyguladığınıza inanmaz ve güven kaybı olur. Oysa ekonominin özünde güven vardır, siz güveni yitirdiğiniz zaman yaptığınız doğru işler de işe yaramaz. Bu hükümet ekonomi politikaları açısından hem iç piyasalarda, hem dış piyasalarda güveni kaybetmiştir ve doğrudan doğruya yasalara, Anayasa’ya aykırı bir kulvara girmiş vaziyettedir. Faizle mücadele ediyoruz diye göstermeye çalışıyor ama faizcilik yapıyor.

Burada dikkat çekici, şaşırtıcı olan “Merkez Bankası’na telkin ediyoruz” derken bu müdahalenin herkes tarafından somut şekilde görüleceği gibi bir çekincenin olmaması. 

Şöyle bir politika izliyor; faizleri düşürmek suretiyle enflasyonu patlatmıştır, aslında düşürmüş olduğu şey politika faizidir, yani Merkez Bankası’ndan bankalara para verirken aldığı faizdir ama diğer faizler de buna göre şekilleniyor. Burada politika faizini düşürdüğünüz zaman bunun net bazı sonuçları var; birincisi dolar kuru ve tüm kurlar, yabancı paraların değeri artıyor. İkincisi, kur artışına bağlı olarak enflasyon da artıyor, onun için fiyatlar almış başını gidiyor, TÜİK’in kendi ilan ettiği rakamlara göre tüketici enflasyonu yüzde 85’lere ulaşmıştır ama üretici enflasyonu yüzde 150’ye ulaşmıştır. Dünyanın neresinde böyle bir enflasyon var? Eski enflasyonlu yıllara baktım, hiçbir zaman böyle ÜFE’nin (toptan eşya fiyatlarındaki artış, üretici enflasyonu) yüzde 150’ye ulaştığı bir dönemi yaşamamışız. Bakın “AKP geldi, enflasyonu düşürdü” filan diyorlar, 2002’de ilk iktidara gelişlerinde TÜFE yüzde 29’du, şimdi TÜİK’in rakamlarına göre yüzde 85, bu da gerçekçi değil, gerçekte daha yüksek. Gıda enflasyonu yüzde 100’ün de üzerinde, 2002’de yüzde 30’du. Şimdi fiyatlar çıldırmış, bakkala, kasaba, marketlere uğradığım zaman ben bile tedirgin oluyorum, her gittiğimizde fiyatlar farklı, sürekli artıyor, bu korkunç bir şey.

Diyeceksiniz ki; hükümetin izlediği bu faiz politikasına da bağlı olarak fiyatların çıldırmış olması ne işe yarıyor, hükümet açısından bir işe yarar mı? Bunu ben de düşündüm, şöyle bir sonuca ulaştım, geçmişte de enflasyonu körükleyen hükümetlerin seçim aldığı görülmüştür, şöyle; yüzde 80 enflasyon- fiyat artışları var, yüzde 100 civarında gıda enflasyonu var ama hükümet gelir gruplarına yüzde 50-60 gelir artışları sağladığı zaman psikolojik olarak “Hükümet bize yüzde 50-60 verdi” yanılgıya kapılması sağlanıyor, bu biraz da kendi tabanına propaganda gücü veriyor ama aslında fiyatların böyle çıldırdığı bir ortamda siz bunun yarısı kadar verdiğiniz ücret artışlarıyla, asgari ücret, emekli artışlarıyla reel olarak bu gelir gruplarını yoksullaştırıyorsunuz zaten, markete, pazara gittiği zaman aynı maaşla aldığı ürün miktarı sürekli azalıyor.

FAİZ HARAM DİYORSANIZ; FAİZ YÜZDE 10.5 YA DA YÜZDE 50 OLSA NE DEĞİŞİR?


■ İşte mesele bu, halk çarşıya, pazara gittiğinde durumu fark ediyor, artık yanılmayacaklarını görmeleri gerekmez mi?

Ben bunun bazı vatandaşlarımızın inançlarına hitabeden bir cümle olduğunu düşünmüyorum, bazıları öyle yorumlar yapıyorlar. “Faiz haramdır, biz faizle mücadele ediyoruz” meselesi. Yahu, 20 yıldır iş başındasın, 20 yıllık uygulamaların senin faizci olduğunu tescillemiş zaten, sonra faiz yüzde 10.5 olsa ne değişir, yüzde 20-30 olsa ne değişir, yüzde 5 veya 50 olsa ne değişir, faiz faizdir. Dolayısıyla, faiz var olduğu sürece sen faizle mücadele etmiş olamazsın, yani insanların inançlarına uygun bir politika izlediğini söyleyemezsin, çünkü az veya çok faiz var. Türkiye’nin geçmiş dönemlerinde bundan çok daha düşük faizlerin olduğu dönemler olmuştur ama hiçbir zaman o dönemlerdeki hükümetler bunun inançla bağlantılı bir şey olduğunu anlatmaya çalışmamışlardır, buna ihtiyaç duymamışlardır. Sen ekonomiden sorumlusun, “inanca dayalı olarak faizle mücadele ediyorum” diyerek ekonominin en temel göstergelerini bozarsan ki enflasyon en temel göstergelerden biridir, tüm vatandaşları kıvrandıran, açlığa sefalete sevk eden bir şeydir, bu sefer inançlarını da aşağılamış olursun. Vatandaş  “Bak bu hükümet inançlara uygun bir şey yapmaya çalışıyor ama daha fazla sıkıntı çekiyoruz” diye kendi inançlarını sorgulamaya başlamaz mı? Yani sırf kendi uyguladığı politikayı meşru göstermek için inançlara dayanırken, inançlara zarar veren bir söylem geliştirmiştir, hiçbir siyasetçi böyle bir tavır sergileyemez, sergilememesi lazım.

■ Siz Maliye Bakanlığı’nda Gelirler Kontrolörü, vergi müfettişi olarak da çalıştınız, Kur Korumalı Mevduat’ın ekonomiyi, Hazine’yi büyük zarar uğrattığı baştan beri söylendi, 11 Ekim’e gelindiğinde sadece Hazine’ye 88.4 milyar liraya mal olmuş ve toplam hesap sayısı 2297. Yani yaklaşık 2300 kişi için milyonlarca vatandaşın cebinden bu para çekiliyor, bu ne akıl almaz bir yöntemdir?

Önce şunu belirlemek lazım, elinde parası olanlar ya paralarını dövizde tutuyor, ya Türk Lirası mevduat yapıyor veya Kur Korumalı Mevduat icat ettiler, ona yatırıyor ama bu mevduatların tamamı reel olarak değer kaybediyor. Siz enflasyonu azdırırsanız, faizleri de düşürürken mevduat sahiplerini aslında zarara sokarsınız, paraları erir. Onların hiç değilse bir bankaya hesap açacak paraları var demektir, bankalarda hesap açacak parası olmayanların gelirinden de orayı takviye etmeye çalışıyor ama bu takviyeye rağmen onlar da kaybediyor. Bütün değerlerin eridiği, yok olduğu bir iktisat politikası uyguluyorlar; tasarruf sahipleri kaybediyor, üretenler kaybediyor, tüketiciler mahvolmuşlar, kazananı yok bu ekonomi politikasının.

■ Kazananı zenginler işte!

Evet bir avuç zengin. Kamu kaynaklarını aktarıyor, ranta dayalı gelirler elde ediyorlar, bir kuruşluk ihaleyi 5 kuruştan alıp yüzde 500 para kazanıyorlar, kendi yandaş çevrelerinde dönen bir servet var. “Nas” diyor ya, Nas Suresi’nde şöyle bir ayet var; “Servet, içinizde yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın” buyuruyor, Kur’an’da devlet kelimesinin geçtiği tek ayet budur, başka hiçbir ayette devlet kelimesi geçmez. Burada da; bir servet temerküzünün toplum üzerinde baskı oluşturmasını anlatıyor ve “Servet bir avuç insan arasında dolaşan bir devlet haline gelmesin” diyor ama bu iktidar parayı ve serveti bir avuç insanın elinde dolaşan ve devletleşen bir niteliğe büründürmüştür, Nas diyorsanız asıl buradan hareket edeceksiniz, böyle bir politika olur mu?

Kur Korumalı Mevduat’a gelecek olursak, bunun ilk taksitlerinin (dövizini TL’ye çevirip hesap açtıranlara) ödenmesi Mart’ta başladı, 7 aydır bu kur korumalı mevduatlara Hazine tahminen 85 milyar TL ödemiştir, Merkez Bankası’nın ödediği kur farkı ise 116 milyardır, dolayısıyla sadece faiz ve gelir farkı olarak MB ve Hazine’nin ödediği para 202 milyar liradır. Milyar bu, milyondan bahsetmiyoruz, milyar önemli bir rakam. 200 Milyar ve bu devam edecek, 2023’te de devam edeceği anlaşılıyor ve Türkiye’nin başına çözülmesi zor bir sıkıntıyı ve belayı getirdiği, Hazine’yi zora sokacağı, kamu bütçesini zorlayacağı ve bir felakete doğru yürüdüğümüzü gösteren bir tablodur bu 7 aylık tablo.

2023’TE SADECE SİGARA ÜZERİNDEN ALACAĞI VERGİLERİN MİKTARI 126 MİLYAR LİRA!


■ Financial Times “TOKİ’nin sosyal konut projesi dahil pek çok harcamada iktidarın seçim öncesi vites yükselteceğini ve yapılacak kamu harcamalarının artmasının planlandığını” yazmış. Siz Maliye Bakanlığı yaptınız seçim öncesi siz de harcamaların daha da arttırılacağını bekliyor musunuz?

Evet, harcamaları arttıran bir politika izleyeceği anlaşılmaktadır, seçime giderken bol para dağıtma yöntemini benimseyecektir. Peki, parayı nereden bulacak derseniz,  “Faizi düşürerek ne yapmaya çalışıyor” dediniz ya, bu çıldıran enflasyonun bir özelliği vardır; vergi gelirleri olağanüstü artar, çünkü aldığınız malların fiyatları arttıkça bunların üstündeki KDV, ÖTV miktarları da artıyor, dolayısıyla kamu gelirleri çok belirgin bir şekilde artıyor.

■ Enflasyonun halkı ezmesine rağmen aynı politikayı sürdürme nedeni bu muydu?

Bakın, 2023 yılında sadece sigara üzerinden alacağı vergilerin miktarı 126 milyar lira olarak bütçeye konulmuştur. Alkollü içeceklerden 55 milyar lira, motorlu taşıtlardan 204 milyar lira –ÖTV’si de var bunların- petrol ve doğalgaz ürünlerinden 86 milyar lira, yani harcamalara dayalı vergiler korkunç derecede artıyor, onlar da çıldırıyor, nitekim geçen Haziran ayında yüksek enflasyon gelirleri arttırınca bütçeyi yenilemek zorunda kaldı. Bu gelir artışına rağmen Başbakan Yardımcısı Fuat Oktay tarafından Meclis’e sunulan 2023 bütçesinin 661 milyar TL açığı var, açık bir türlü kapanmıyor, özellikle bu KKM ile çıkan Hazine yüklerini düşündüğünüz zaman kamunun gelir-gider dengesinde korkunç bir bozulma ortaya çıkacak, bununla birlikte “enflasyonla ortaya çıkan bu gelirlerden de yararlanmak suretiyle” ve yeni borçlanma hedefleriyle de birlikte önümüzdeki dönem seçimlere kadar kamu harcamalarını arttıracak ama bu harcamaların çoğu da lükse, israfa, şatafata gidecek.

“SEÇİM ÖNCESİ MAAŞLARDA, ASGARİ ÜCRETTE ARTIŞ OLACAKTIR”


■ İşçi, emekli, memur maaşlarını da seçim öncesi arttıracak mı bu arada?

Maaşlarda ayarlamalar olacak, muhtemelen asgari ücrette bir rahat düzenleme olacak ama hiçbir zaman bu gelir gruplarının enflasyonla ortaya çıkacak kaybını telafi edecek düzeyde olmayacak. Yani, netice itibarıyla vatandaşın, dar gelirlinin elindeki reel geliri azaltacaktır.

■ Artık milyar dolarlar, milyon lira gibi konuşuluyor. Mesela 2023 yılı bütçe ödeneklerinden “din eğitimi ve din hizmetlerine” harcanacak para 2022’den yüzde 126 oranında daha fazla olacakmış. Siz Diyanet İşleri’nde de çalıştınız, neye harcanıyor, vatandaş “Benim cebimden 31 milyar 365 milyon nereye harcanıyor” diye sormaz mı, Batı ülkeleri de yapıyor, biraz kemer sıkma gerekmez mi?

Ben imam hatip mezunuyum ve Diyanet’te kadrolu imamlığım da var. Burada Diyanet bütçesinin tamamına yakını personel ödemeleridir. Ama “Balık baştan kokar” diye bir söz vardır, Sayın Cumhurbaşkanı’nın lüks, şatafat içerisinde yaşadığı bir ortamda yüzlerce araç, onun üzerinde uçak sahibi olduğu, sarayın sırf kendisine özgü hastanesinde dünya kadar; geçen sene 50 milyonun üzerindeydi, hastane masrafı olduğu bir ortamda bu israf aşağıya doğru yayılıyor. Bu seneki bütçeye de koymuşlar bilmem kaç bin tane yeni taşıt alınacakmış, nedir bunlar, 2 dönem bakanlık yaptım ben bu kadar israflı bir dönemi hatırlamıyorum. 96-97’de Maliye Bakanı’ydım, 2002-2007 arasında Başbakan Yardımcısı’ydım her ikisinde de eskort taşımadım ben.

■ Başlangıçta böyleydi de neden sonra bu hale geldi?

Başlangıçta ben öyleydim, onlar yine böyleydi. Sayın Başbakan yine böyle havalı, gösterişli, israfa dayalı, kamu parasını har vurup harman savurma görüntüsündeki tavrına o zaman da sahipti. Şimdi bakıyoruz, bir eskort konvoyu görüyorsunuz, inanır mısınız Çarşamba günü Meclis’te Adalet ve Kalkınma Partisi’nin grup toplantısı vardı, Cumhurbaşkanı geliyor diye Meclis’in içerisinde o kadar çok araba vardı ki ben arabamla kapıya ulaşmakta zorlandım. Yollar, tıklım tıklımdı ve onun ötesinde yolları kapatmışlar, Meclis’e yaklaştım içeri girene kadar yarım saat tıkandı. Bu nedir, bu ihtişam, bu israf nedir, tüyü bitmedik yetimin, garip gurebanın hakkı var bunda, evine ekmek götüremeyen babanın, yeterli, beslenemeyen çocukların hakkı var. Devleti doğru idare edecekseniz, insanların hakkını hukukunu koruyacaksanız önce kendinizi düzelteceksiniz, kendinizi düzeltmiyorsanız lüksünüzden şatafatınızdan, devasa boyutlara çıkmış olan harcamalarınızdan vazgeçmiyorsanız ülkeye yapabileceğiniz hiçbir iyilik olamaz.

■ Sadece en tepedeki yönetenler değil, bütün kurumların kemer sıkması gerekmez mi, onun için Diyanet İşleri’ne ayrılan dev ödenekler örneğini verdim.

Çok haklısınız, ben “Balık baştan kokar” dedim aşağıya inmedim, gerçekten bütün kamu kurumlarında da aynı israf var. Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kendisine daha fazla dikkat etmesi lazım, din hizmeti veren bir kurumun lüks, israf peşinde olmaması lazım. Bütün kurumların disipline edilmesi, lüksten, israftan uzak durması lazım ama öyle değil. Bu ülkede 5-10 yerden maaş alan bürokratlar varsa, 40 yerde yönetim kurulu üyeliği yapan bürokrat varsa ki var, bunu nasıl açıklarsınız? Ben ömrümde görmedim böyle bir şey, ömrümde duymadım. İlk defa bu dönemde ortaya çıkıyor, bürokratların maaşlarına bakıyorsunuz, 100 binlerce liralık maaşlar var, kamuda böyle maaş olmaz.

“YOLSUZLUKLAR ORTAYA ÇIKMASIN DİYE AŞAĞIDAKİ UZANTILAR SİSTEMDEN PAY ALIYOR”


■ Cumhurbaşkanı’nın maaşının 100 bin lira olduğu haberi çıkmıştı, demek ki onun kadar maaş alıyorlar.

Bürokratların maaşları Cumhurbaşkanı’nın maaşını geçiyor, ben Cumhurbaşkanı’nın maaşıyla uğraşılmasını çok doğru olduğu kanaatinde değilim, Cumhurbaşkanı’nın senede 3 milyar liralık –milyardan bahsediyorum- örtülü ödenekten harcamaları var, örtülü ödenekten harcaması olan bir insanın maaşını konuşmak bence çok da sağlıklı değil. Burada asıl olan şey şu; Cumhurbaşkanı her bürokratı atayan, onunla ilgili çalışma düzenini belirleyen kişidir, bu 5’er, 10’ar maaşlara niye müsaade ediyor, demek ki yukardan aşağıya bir sus politikası uygulanıyor. Bazı icraatlar, yolsuzluğa dayalı görüntüler ortaya çıkmasın diye aşağıdaki uzantıları da sistemden pay alıyor. Dolayısıyla devlet çarkı bir yağma sistemine dönüşmüştür, asıl felaket burada.

■ Şehir hastanelerine ödenecek para  2023’te 46 milyar 662 milyon lira, bunlar da halkı yoksullaştırırken iktidara yakın kişilere para kazandırmıyor mu?

Bu KÖİ’ler öyle zaten, Kamu Özel İşbirliği diyorlar, eskiden devletin hizmet sunduğu alanlar özel şirketlere verilmek suretiyle birilerine para kazandırılıyor. Yani, yollar devletin işidir, şimdiye kadar yollar veya şehir hastaneleri özel sektörün işi olmamıştır ama kamu hizmetleri özelleştirilmek suretiyle korkunç, fahiş geçiş ücretleri, şehir hastanelerinde kiralar vs. oluşturulmak suretiyle bir avuç insan işte Haşr Suresi’nde “servet, bazı zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın” diyor ya, devlet haline gelmiş. Bakın, geçen 5 yıl içinde bu KÖİ’lere, şehir hastanelerine, otoyollara, köprülere bütçeden ödene para –bu rakamların da doğru olduğuna inanmıyorum, küçültüp veriyorlardır- 121 milyar Türk Lirası. Ekmek alamayan insanlar bir ekmek aldığı zaman KDV diye kesilen para buraya gidiyor. Bu daha önemli; önümüzdeki 3 yıl içinde şehir hastaneleri, otoyol ve köprülere ödenecek para 373.6 milyar TL, bu ne korkunç bir emme basma tulumba gibi sistemdir.

VATANDAŞ TORUNUNUN TORUNUNA KADAR ÖDEYECEK!


■ Yani vatandaşlar bunları ve alınan borçları torununun torununa kadar ödeyecek mi?

Evet, maalesef. Türkiye’nin sorunlarını depolayan ve biriktiren bir iktidar yapısı var. Hesapsız harcayan bir aile reisi düşünün, geliri yetmeyince ne yapar, önce borç alır, onu da alamayacağı gün gelince evdeki eşyaları satmaya başlar, hükümetin hali bu. Bu iktidar hem Cumhuriyet tarihinin en fazla borçlanan iktidarıdır, hem de aynı zamanda bu ülkenin bütün kaynaklarını satan bir iktidardır. Türkiye’de gayrimenkul satışları için yurt dışında ofisler kurulmuştur,  madenler, doğa yağması, 100 senede bu ülkenin biriktirdiği Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) hepsini satmıştır, yağmalamıştır. Yani, bu iktidar sadece topladığı vergilerle ülkeyi idare etmemiş aynı zamanda mezardaki geçmişlerimizin birikimleri olan KİT’leri vs. satmıştır, bunu harcamıştır, bu da yetmemiştir doğmamış çocuklarımızın kazanmadığı paraları harcamıştır, bu da yetmemiştir, ülkenin menkul, gayrimenkul, arazi, maden ne varsa hepsini yağmalayarak iktidarını sürdürmektedir. Böyle bir düzensizlik daha önce hiç görülmemiştir.

■ Devletin taşınmazlarının satışından gelecek yıl 6 milyar TL hedefleniyormuş, bir yandan bunlar satılırken bunlardan gelen gelir hemen gidiyor, o zaman niye satılıyor?

Çok haklısınız, her şeyden önce lüzumsuz harcama yapılmaz, bu milletin bu devletin tek bir kuruşu dahi değerlidir. Siz bu ülkenin parasını, kaynaklarını özensizce yağmalarsanız bu ülkeyi yönetiyor olmazsınız, bu ülkeye ihanet ediyor olursunuz.

“MİLYARLIK İŞLER İHALESİZ OLARAK BİRİLERİNE VERİLİYOR”


■ Bir de kapalı ihaleler konusu var, ihalelerin şeffaf olması gerekirken birkaç müteahhit davet edilerek ihale yapılıyor, bu konuda yasak yok mudur?

Bu iktidarın, kamu yararını gözeterek siyaset yapmadığının pek çok delili vardır, yani bireysel menfaatlere göre siyaset yapan, milletin menfaatlerini gözetmeyen bir yönetme biçimi vardır. Bunun göstergelerinden bir de bu dost, ahbap işi, şeffaf olmayan ihale belirlemesidir, ihale de demeyeyim “sen şu işli yap, bu kadar para vereceğim” diye milyarlık işleri ihalesiz birilerine vermesidir. İhale Yasası’nı sürekli değiştiriyorlar, bundan 10 sene önce “260 kez İhale Yasası değişti” derlerdi, hala aynı rakamlar kullanılıyor, bir işi bir müteahhide verme sırasında kanuna takılan bir şey varsa bir maddeyi değiştiriyorlar, aynı maddeleri önlerine gelen her özel iş için onlarca kez değiştiriyorlar, devlet böyle yönetilmez.

BU DOĞRUDAN DOĞRUYA BASINI SUSTURMA YASASIDIR!


■ Son derece önemli, bütün toplum için “konuşan, düşünen, düşüncesini ifade eden” herkes için tehlike oluşturan, “yanıltıcı haber yayma” tanımı altında belirsiz bir tanımla görülmemiş bir sansür getiriliyor. Siz “Bu ülkeyi yanlışlarınıza mahkum mu edeceğiz, elbette konuşacağız” diyorsunuz ama sizin dokunulmazlığınız var, normal vatandaş ne yapacak, AKP’de önemli grevler yapmış bir siyasetçi olarak siz ne düşündünüz?

Şimdi, hükümet bu yasayla diyor ki “Dezenformasyonu ben yaparım, benim dışımda kimse yapamaz. Benim yaptığım dezenformasyonu ‘yanlıştır’ diye kimse iddia edemez, ederse 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırırım” diyor. Yani, hükümetin yaptığı açıklamaların, icraatların dışında konuşmak ve bunların doğruluğunu sorgulamak her vatanperver insanın görevidir. Bu ülkenin düşünen, sorgulayan insanları “yaptığın açıklamalar yanlıştır, aslında senin açıkladığın gibi değil, şu gerekçelere göre böyledir” diyorsa bu vatanperverliğinden dolayıdır ama öyle bir yasa çıkardılar ki; bu ülkede vatansever olduğun takdirde cezalandırırım seni, vatanperverlik kimseye düşmez, biz istediğimizi istediğimiz gibi açıklarız, söylediğimiz dışında kimsenin doğruyu araştırmasına müsaade etmeyiz” diyor, bu doğrudan doğruya insanları, basını susturma yasasıdır. Ama şu da bir gerçektir ki, hiçbir zaman insanları susturarak seçim alamaz, çünkü hayatı herkes yaşıyor, hükümetin yaptığı palavra açıklamaların peşine takılacak bir çoğunluğun olduğunu da düşünmüyorum.

BU YASAYI UYGULAYACAKSANIZ ÖNCE KENDİ MEDYANIZDAN BAŞLAYACAKSINIZ!


■ Gazetecilerin adını şimdiden dezenformasyon bültenlerine koydular, seçim yaklaşırken büyük ölçüde otokontrol olacaktır. Bartın maden faciasında bilirkişi heyeti 6,5 saat keşif yapmış, ihmal var diyor ama bunu yazmak, söylemek suç olacak.

Size bir şey söyleyeyim mi, bu ülkede o yasaya tabi olacak, o yasa nedeniyle yargılanması gerekecek olanlar hükümet yetkilileridir, bu ülkede dezenformasyon yapan iktidar yandaşlarıdır, hükümetin kendisidir, kamu kuruluşlarıdır, iktidarı destekleyen medya kuruluşlarıdır. İktidar yandaşı bir televizyonun karşısına geçin; sabahtan akşama kadar dezenformasyon duyarsınız, eğer bu yasayı uygulayacaksanız önce kendi medyanızdan, kendinizden başlayacaksınız, muhalefete zaten sıra gelmez. Muhalefet sadece sorguluyor, Meclis’te “KKM’nin Merkez Bankası’na maliyeti nedir, yükü nedir” dedik, Hazine açıklamasını yaptı, Komisyon’da MB’nı temsilen kimse yok. Komisyon Başkanı telefon etti, MB İstanbul’dan bir yetkili gönderdi, “Ben söyleyemem” dedi. Sıkıştırınca birine telefon etti, yine geldi “Söyleyemem” dedi ama ben size rakamı verdim, bu bilinmeyecek bir şey değil. Ben Komisyon’da 116 milyarı söyledim, ya 115 diyecekti veya 120, bunu dahi söylemedi.

Bartın’daki grizu patlamasında 41 madenci hayatını kaybetti.

BİZDE MADENLER BİR CİNAYET ALANI HALİNE DÖNMÜŞTÜR!


■ Bartın’daki maden faciasında 41 işçimizi kaybettik, istifa yok, görevden alma yok, Kozlu maden kazasında hapis cezası almış birinin Taşkömürü Kurumu’na genel müdür atanmış olduğu tekrarlanıyor, sorumlu görülen kişiler ceza almıyor, siz ne düşünüyorsunuz?

İktidar sahipleri “kader” gibi bir kavrama sarılarak kendilerini meşrulaştıramazlar, önce görevlerini yapacaklar, sorumluluklarını yerine getirecekler, madenlerde bir kazanın ortaya çıkmaması için ne gerekiyorsa öncelikli olarak bunu belirleyecekler. Bir madende güvenlik önlemlerinin eksiksiz alınması o madeni işletmekten çok çok daha önemlidir. Avrupa ülkelerine bakın orada neredeyse hiç maden kazası olmuyor. Benim ağabeyim 60’ların başında ilk Almanya’ya gidenlerdir, gider gitmez bir madende çalışmaya başlamıştır ve en az 35 yıl çalıştı ve emekli oldu, şunu söylerdi; Ne bizim madende, ne de Almanya’da bir başka madende kaza olduğuna dair en küçük bir bilgi almadım” derdi. Gerçekten de daha sonra rakamlara baktım, Almanya’da neredeyse hiç maden kazası olmamış, diğer Avrupa ülkelerinde de çok istisnai olarak küçük rakamlarla ifade edilen kazalar var ama bizde madenler bir cinayet alanı haline dönüşmüştür.

MADENLERDE RUHSATLARI RÜŞVETLE VERİRSENİZ ORAYI DENETLEYEMEZSİNİZ!  


Hükümet kendi sorumluluğunu yerine getirmeyip “kader” nutukları atarken kabahati inançlara yıkmış oluyorlar, insanların inançlarıyla oynuyorlar. Gerçekten samimi olarak inanan bir insan kabahati kendi inançlarındaki kavramların üzerine yıkamaz, eğer yıkıyorsa inancında sorun var demektir, inancı yok demektir. Madenlerde neden yeterli güvenlik tedbirleri alınmıyor? Ruhsatları vs’yi rüşvetle verirseniz orayı denetleyemezsiniz. Daha önce kazaya sebep olmuş yöneticileri tekrar tekrar göreve getiriyorsanız “Bu cinayetler devam etsin” demek istiyorsunuz, böyle bir ülke yönetimi kabul edilemez.