Çok keskin sınırlarımız var ve bu sebeple nitelikli tartışma yapamıyoruz. Her konu kişiselleştiriliyor ve laf kalabalığı arasında doğruyu kaybediyoruz.

Mesela:

-İran’da başörtüsünü açma eylemleri var.

-Türkiye’de başörtüsüne yasal güvence getirme çalışması var.

Ayrıca Erdoğan açıkladı:

-“Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kuruyoruz. Cemevi giderlerinin karşılanması ve imar planlarındaki tüm sorunlar çözülecek.”

Üç konu birbirinden farklı gibi gözükmesine rağmen aslında aynı temel sebepten kaynaklanıyor: Din.

Ne demek istediğimi bazı tespitler yazarak kabaca anlatmaya çalışayım:

Türkiye ve İran’ın modernleşme çabaları üzerine kalem oynatanlar mutlaka bunu Atatürk ve Şah Rıza Pehlevi üzerinden yapıyor. Bu aslında eksik anlatım; iki ülkenin devlet-din ilişkisini sadece bu döneme sıkıştırmak hata olur. Ki bu hatayı muhafazakârlar ve siyasal İslamcılar daha çok yapıyor. Oysa:

Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalan şudur: Devlet, dini alanı hep kontrol altında tuttu. Örneğin, Şeyhülislamlık kurumunun zaman içinde evrimi bile bunu gösteriyor. Bu kurum, güçsüz bir yapıdan devlet merkezileştikçe kuvvetli bir yapıya dönüştü. Böylece dini alanın özerkliği azaldı. Şeyhülislamlık -İkinci Mahmut reformları gibi- hemen her konuda verdiği fetvalar ile devletin yanında durdu.

Devletin dini alanı kontrolü arttıkça Babı-ı Meşihat ve Meclis-i Meşayih kuruldu. Mesela, bu kurumlar aracıyla devlet tekkelere müdahale etti, yöneticilerini bile belirler oldu.

Evet, Osmanlı’nın devlet geleneği -göreceli- Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kaldı. Bu sebeple ABD ya da Fransa’daki gibi dini alan tamamen devlet dışına bırakılmadı. Devletin merkezinde olduğu bir dini alan anlayışıydı bu...

Atatürk’ün yaptığı buydu.

Aslına bakarsanız İkinci Mahmut veya İkinci Abdülhamit’in de yaptığı buydu.

Cumhuriyet ile aslında sadece kurumlar -isim gibi- şekil değiştirdi. Diyanet İşleri Başkanlığı dini alanın tamamına yakını üzerinde söz sahibi oldu. Şeyh Sait isyanı çıkınca devlet kontrol edemediği tekke ve zaviyeleri kapattı. Diyanet İşleri Başkanlığı dışındaki hiçbir alternatif örgütlenmeye izin yoktu artık.

Türk devleti, dini kurumları kendine eklemlerken, İran Safevilerden sonra -Kaçar dönemi vs- dini kurumlara genellikle özerklik tanıdı. Şah Pehlevi, hukuktan eğitime yaptığı hamleler ile dini alanı kontrol altına almak istese de başaramadı.

1979’da kurulan teokratik devlet ise din adamlarını “sınıf” yaptı. Din adamlarından oluşan ve Mehdi’nin yerine görev yapan Velayet-i Fakih sadece siyaseti değil, dini alan üzerinde de kontrol sağladı. Cuma İmamları vs devlet kadrosuna alındı. Ve, elinde “silah” olan Devrim Rehberliğinin mutlak otoritesi dini alanın özerkliğine son verdi.

Toparlarsam:

1) İran bugün dini alanın devletleşmesinin krizini yaşıyor. (Ki son yıllardaki eylemlerin tek sebebi kuşkusuz bu değil.)

2) Türkiye’de iktidar, Alevileri de devlete eklemleyerek Osmanlı’dan Türkiye’ye bir devlet geleneğini sürdürüyor. İlk kez Sünnilik dışında farklı bir mezhep/ Aleviler -kimi giderlerinin ödenmesi gibi- devlet katında yer buldu. (Ki bunun doğruluğu yanlışlığı ayrı yazı konusu.)

3) İktidarın, başörtüsünü Anayasa’ya eklemek istemesi de dini alanın devlet kontrolü altına alınma sonucudur.

Soru şudur:

Dinin alanın devletin kontrolü altına girmesi doğru mu, değil mi?

Safsatalara dayalı kavga etmekten bu yazdıklarımı tartışacak kültürümüz-bilgi donanımımız yok maalesef! Ne yazık ki kimileri cahillikten rant sağlıyor..