1840 yılında kurumsal/şirket anlamda maden ocağına inildi.

1867 yılında devlet nizamname çıkararak çalışma şartlarını belirledi.

Bunca yıllık pratik/tecrübe olmasına rağmen bu topraklarda hâlâ maden katliamları neden oluyor?

Uzamaması için Osmanlı’yı bırakıp Cumhuriyet dönemini yazayım:

Maden üretimi kutsallık derecesindeydi; -örneğin- 1920’de yayınlanan kararname ile maden işçisi askerlikten muaf tutuldu. Bir yıl sonra çıkarılan yasa ile işçilerin yaşam alanları düzeltildi. Zorunlu çalışma kaldırıldı. 18 yaş altındakilerin çalıştırılması yasakladı. Hasta ve kaza giderlerinin, işe bağlı ölümlerin tazminatının işveren tarafından ödenmesine karar verildi. Vs.

Amele Birliği 1923’te kuruldu. Seçme-seçilme için vergi mükellefi olma şartı kaldırılarak işçilerin meclise girmesi sağlandı. Ve fakat:

Benzeri -tatil hakkı gibi- iyileştirme kararlarının hemen hepsi işçilerin örgütlü-bilinçli mücadelesiyle gerçekleşmedi. Yeni rejim ne verdiyse onunla yetinildi.

Peki Cumhuriyet, bu konuda güçlü sendikalar kurulması gibi ilerici adımları niye atmadı? Kimileri, Kurtuluş Savaşı’na yeterli desteği vermeyen İstanbul ve İzmir’deki sendikalara karşı Atatürk’ün soğuk tavır içinde olmasını gerekçe gösteriyor. Bu biraz çocukça değerlendirme...

Bunun gerekçelerinden biri, komşu Sovyetler Birliği idi.

Lenin, silahlı kuvvetlerden sendikalara kadar tüm araçlarla burjuva iktidarlarını yıkarak Uluslararası Sovyet Cumhuriyetini yaratmak için uluslararası bir komünist örgüt kurdu: Komintern...

Komintern, 1928 yılına kadar uluslararası ilişkilerde barış içinde bir arada yaşama politikasını uyguladı. Ancak. Bu yıldan sonra dünyada yeni devrim dalgası beklentisine girerek (ki 1929 dünya finans krizi bunu göstergesiydi) kapitalist ülkelerdeki komünist partileri (sosyal demokrat bile olsa) partilere- iktidarlara karşı mücadeleye çağırdı!

Komintern tarihsel hata yaptı; İtalya, Almanya, Portekiz, İspanya, Avusturya gibi Avrupa ülkelerinde faşistlerin iktidara gelmesine yol açtı. 1930-31 yıllarında Latin Amerika’nın 10 ülkesinde askeri darbe oldu. Vs.

Ya Türkiye? 1930’lara bu perspektif ile bakmıyoruz. Mesela ekonomi verileri eksiye düşmeye başladı: 1929 yılında dış ticaret açığı rekor kırdı.

Cumhuriyet, sanayinin gelişmesi (ve dış göçle gelen 771 bin kişi) ile sayıları hızla artan işçi sınıfından tedirginlik duymaya başladı. Gücü bölmek için -örneğin- nitelikli işçileri “memur” statüsüne aldı. Vs.

Atatürk ve İnönü, 1929’da komünistler hakkında sert konuşmalar yaptı. O yıl TKP davasında ağır cezalar çıktı. Türk Ceza Kanunu’na 141, 142’nci maddelerine ekleme yapıldı. Kökü memleket dışında olan örgütlerle ilişkiye yasaklayan 143’üncü madde yürürlüğe girdi.

Serbest Fırka 1930’da kurulurken İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da “sosyalist parti” kurmak istedi, izin verilmedi. Eski tüfek komünistlerin sınıfsız-kaynaşmış Türkiye’yi savunduğu “Kadro” dergisine izin çıktı sadece...

Bu arada CHP ‘dört ok’una halkçılık ve devrimcilik ilkelerini ekledi. Halkevleri kuruldu.

Hepsi mevcut rejimi koruma amaçlıydı...

İşçi sınıfı bu süreçten “nasibini” aldı. İş Kanunu bile meclisten on yıl sonra 1936’da çıktı. Ki yeni yasayla sendika kurmak, grev yapmak yasaklandı!

Komintern hatasını anlayıp 1935’de komünistlere ülkelerindeki milli cephe içinde yer almasını önerse de iş işten geçmişti. İkinci Dünya Savaşı çıktı.

Soğuk Savaş döneminde de sendikalar anti-komünist mücadelenin hedefi haline geldi; hep “sarartıldı!” Askeri darbeler vs. Türkiye’de köklü işçi sınıfı geleneği yaratmanın önünde hep engel oldu.

Böylece:

Özellikle de dizginsiz kâr amaçlı neoliberalizmin hayatımıza sokulmasıyla madenci kazalarındaki inanılmaz artışı işçiler-sendikalar ses çıkarmadan izledi-izliyor...

Devam edeceğim... Derine kazmazsak madenci katliamları sürer.