“Sayın Uğur Dündar,

‘Savaşın Yetim Çocukları’ başlıklı yazınızı okuduktan sonra ben de, bizim yetim çocukların öyküsünü anlatmaya karar verdim.

Babam Erzurum’un Çipak köyünden, şimdiki adı Kırkgöze. 1911 yılında doğmuş, o zaman malum işte, fakirlik, sefillik, cehalet diz boyu. Dört kardeşlermiş. Yıllar sonra babam bizi götürüp gösterdi. Köy adeta taş devrinden kalmış gibiydi. Orada az da olsa yaşadık.

★★★

Savaş zamanı her yer feci durumda. Erkekler savaşa gitmiş. Köyde kadınlar, çocuklar ve yaşlılar kalmış. Ve 400 yıldır beraber yaşadıkları Ermeniler. Birileri çıkmış gelmiş, çoğunu örgütlemiş. ‘Bu insanları yok edin, bir kişi kalmasın, buralar artık bizim’ demişler.

★★★

Derhal kıyım başlamış. Ateş etmişler, yarı ölü yarı diri kuyulara atıp, üstlerine taş doldurmuşlar. Babam 5, Ahmet amcam 7, Behzat amcam 9, Hafize halam 11 yaşındalar. 32 yaşındaki annelerini vurup yol kenarına atıvermişler. Baba zaten yok, savaşta yitip gitmiş.

Çocuklar şoke olmuşlar, çıt çıkaramıyorlar. Babam bana bunları anlatırken ‘Sanki rüya görüyormuşuz gibi geliyordu’ demişti. Dört kardeş yan komşunun evine saklanmışlar. Evde hamile bir gelin varmış. Ermeni çeteler onu duvara çakıp karnını yarmışlar. Derken köyde bağıra bağıra dolaşıp ‘Herkes kahveye gelsin, bit ilacı yapacağız! Artık serbestsiniz. Korkmayın!’ demişler. Ne yapsınlar, başka çare yok, inanmak zorundalar. Birbirlerine yapışıp kahveye gitmişler.

Kalanlar çok yaşlı erkekler, kadınlar, çoluk çocuk 30-40  kadar. Hemen ateş edip taramışlar. Sağdan sola-soldan sağa, takır takır kurşun yağdırmışlar. Hepsi yerlere serilmiş. Bizimkiler kısa boylu ve çocuk olduklarından isabet almamışlar. Ama ölülerin altında kalmışlar.

★★★

Katiller çekip gitmiş. Sağ kalanlar tam 24 saat ses çıkarmadan, sadece el ele tutuşarak, orada ölü taklidi yapmışlar. Erzurum’un soğuğu malum. Derken büyük amcam çıkmış, etrafı gözetlemiş. Bakmış kimse yok, kardeşlerini çıkarmış, başlamışlar koşmaya. Köy şehre yakın. Yarım saatte şehre gelmişler.

Orası da korkunç. Taş üstünde taş kalmamış. Hava buz gibi, üstleri kan içinde... Ne yapacaklar, nereye gidecekler yol iz bilmeyen dört çocuk? Kimseleri yok, zaten herkes perişan. Çöpleri karıştırıp buldukları paçavralarla ayaklarını sarmışlar. Açlıktan fare bile yemişler. Amcam anlatmıştı; ‘Sokakta kedi köpek kalmadı. Tezeklerin içindeki arpaları ayıklayıp, yıkayıp, teneke üstünde kavurduktan sonra ufalayarak yerdik’ demişti.

★★★

Ermeniler soykırım diye yaygara yapıyor. Ne yapmalıydık? Kim kime önce saldırdı acaba? Koyun gibi beklemeli miydik? Asıl soykırım diye biz bağırmalıyız.

Neyse... İnönü İlkokulu var, (kadere bakın ki yıllar sonra o okulda bir sene okudum ) işte o okulun bahçesinde insanlar sıkış tıkış oturuyorlar. Birbirlerine yapışıp ısınıyorlar. Derken bir adam koşarak geliyor: Çok heyecanlı, telaşlı. ‘Koşun koşun, hele koşun, paşa celiir, paşa celiir, paşaaaaa, paşaaaaaa’

Herkes şaşırıyor ‘Ne paşası?’, ‘Paşa çimçi?..’

Ve fırlıyorlar. Yerler buz tutmuş, insanlar yığılmış bekliyorlar, heyecanla, merakla... Karşıdan  ordu görünüyor, çıt yok. Babam ufak olduğu için en öndeymiş. Her şeyi çok iyi görüyor. En önde paşa  atın üstünde dimdik duruyor, ama son derece üzgün...

★★★

Babamın dediğine göre: ‘Karşıdan atın üstünde bir dev geliyor sandım, pelerin giymişti, kılıcı vardı sanki 10 metre. Elinde bir kamçı. İyice yaklaştı . Durdu. Bütün asker durdu. Ne onlarda ne bizde çıt yok. Hepimize dikkatle bakıyordu. Kamçısıyla işaret ederek ‘Kim bunlar?’ diye sordu.

-Harbin öksüz ve yetimleri paşam, dediler.

Bize baktı. Bin yıl geçti sanki. Koşmak sarılmak istiyordum. Atını, kılıcını, kamçısını, ellerini öpeyim diyordum. Yanındakilere işaret etti kamçısıyla;

‘Bunların hepsini Erzincan Askeri Lisesi’ne gönderin hemen şimdi’ dedi.

Ben duydum, çok yakındım. Geçti gittiler. Bir grup asker ve subay bizi topladı. Araçlara doldurdular. Battaniyeler örttüler. Kız çocukları başka okullara yolladılar. Ermeni çocuklar da vardı, onları Tarsus kolejine yollamışlar.

★★★

Soykırım olsaydı o çocuklar hemen yok edilirdi. Kim kime dum duma.  O kahraman komutan Kazım Karabekir Paşa isteseydi hepsini yeryüzünden silerdi. Yapmadı! Ne yüce bir ahlak. Ne eşsiz bir kalp. Nur içinde olsun.  O gece amcalarım kaçmışlar. Çocuk aklı işte. Askeri okula neden gelmemişler bilmem. Babamlar tahminen 6 bin çocuk kadarmış. Okulun ilk günü hemen hepsini hamama sokup iyice yıkamışlar, fırçalamışlar. Gönüllü Rus hemşireler varmış. Onlar bakmış çocuklara. Çok emek vermişler. Çok sabırlılarmış. Tabii asker yardımcıları da varmış. Babam anlatıyor: Bize pijamalar verdiler. Büyük geldi. Ama giydik. Ayakkabı verdiler 39 numara. İçine bez doldurup giydik.  Sonradan değiştirildi. O koca eşyaları biri çalar diye ne korkmuştuk. Uyuz olduk, ishal olduk. Hepsini hallederlerdi. Geceleri  çişe kaldırırlardı. Belimize ip sarıp, birbirimize bağlarlardı. En önde Rus hemşire elinde bir fener, öbür elinde bizim ip, onun önünde bir asker elinde tüfek (kurt saldırısında korunmak için), en arkada yine bir hemşire ve silahlı asker. Tuvalet bahçede, başka çare yok. Derken okula alıştık. Yemekler şahane. Köyde hiç görmediğimiz cinsten. Spor, sanat, müzik, eğitim... Her şey  harikaydı. Paşa babamız eşsiz bir insandı. Hiç üşenmeden, sıkılmadan, bıkmadan hepimizle ilgilenirdi. Şakalar yapardı. Marşlar bestelemişti. Bize öğretirdi. Benim matematik yeteneğimi hemen anladı ‘Riyaziyeci Şakir’ diyordu bana. Orada cennette gibiydik.”

★★★

Geçenlerde gazetede “Yetimlere sahip çıkan Kazım Karabekir’in kurduğu “Gürbüz Çocuklar Ordusu” diye bir resim yayınlandı. Hemen büyütüp, çerçeveletip duvara astım. İçlerinde babam olabilir. Ama tanıyamam elbette.

Sonra bu çocuklar Kuleli Askeri Lisesi’ne getirilmişler. Oradan da Harp Okulu’na. Ve hepsi subay oldular. Bir teki bile en ufak bir çirkinliğe bulaşmadı. Hiçbir yanlışlarını duymadım. Son derece temiz ve dürüsttüler. Çok  normal değil mi? Karşılarındaki örnek kim? Eşsiz insan Kazım Karabekir Paşa...

Bir çok amcam vardı Arada sırada bize gelirlerdi. Sivaslı Ahmet, Malatyalı Şükrü, Vahit, Kadir, Yusuf amcalarım. Bir gün babama sordum: “Babacım siz kaç kardeşsiniz?..”   

-Biz 6 bin kardeşiz kızım, dedi. Ve o zaman anlatmıştı.

Paşa babayı bize o kadar sevdirmişti ki. Babam yıllar önce öldüğü halde bizim sevgimiz bitmedi. Bundan birkaç yıl önce kızım İnanç, internette Kazım Karabekir Paşa’mın kızı Timsal hanımın bir yazısını bulmuş. “Babamın yetiştirdiği çocuklardan hayatta olan veya çocuğu, torunu olanlar lütfen bana ulaşsınlar” diyormuş.

Ve Timsal Hanımla konuştum, inanamadım. O eşsiz insanın kızı. Ne ağladım anlatamam. Bu olayın tarifi yok. Bu ülkede böyle insanlar da varmış. 6 bin çocuk ne demek? Hepsi nurlar içinde olsunlar.

Ah Kazım Karabekir Paşam!

Keşke sizin gibi birkaç kişi olabilseydi şu sırada. Çok ihtiyacımız var çok...”

★★★

Değerli okurlarım,

Ürpererek okuduğunuz anıları, merhum Albay Şakir Gürçay’ın kızı, şehit annesi, emekli Resim ve Sanat Tarihi Öğretmeni Merih Tekin’in notlarından derledim.

Gerçekten de şu ekonomik sıkıntılarla dolu süreçte, Kazım Karabekir Paşa gibi yüce kalpli, iyilik timsali insanlara ne çok ihtiyacımız var.

Onu ve onun gibi olanları bir kez daha minnet ve rahmetle anıyorum.

Mekanları cennet, ruhları şad olsun.