Adalet Tanrıçası Themis’in gözleri bağlıdır. Bu bağ, önüne gelip kendisinden adalet isteyen kişinin kim olduğunu görmeden, kim olduğuna bakmadan karar vermesini simgeler. Adalet Tanrıçası önüne gelen yargı konusunu elindeki teraziyle tartar ve en adil, en doğru kararı verir. Verdiği kararların uygulanmasını da diğer elindeki  kılıcın temsil ettiği güçle sağlar.

Mitolojiden günümüz Türkiye’sine dönelim ve  Yargıtay Onursal başkanlarından Prof. Dr. Sami Selçuk’un, “İmamoğlu Davası”ndan yola çıkarak Karar gazetesine yazdıklarına bir göz atalım:

★★★

“Petersburg’dayız. Akşam yemeğinde meslektaşlarımın yanında istinaf mahkemesi başkanına soruyorum:

-Duruşma yargıcı, karar vermeden hastalanırsa, ölürse, kısaca duruşmayı sürdüremezse ne yaparsınız?

“Siz bunu nasıl bilmezsiniz?” dercesine şaşkınlıkla yüzüme bakıyor ve ekliyor:

-Elbette yeni bir yargıçla yeni baştan duruşma yapılır ve karar verilir.

-Peki, böyle bir durum yaşandı mı ülkenizde?

Önce anımsamadığını söylüyor, Başkan. Ancak birkaç dakika sonra:

-Evet, evet. Bir hukuk mahkemesi yargıcı, üç dava dosyasıyla duruşma yaptığı gün, üçünün de kararlarını da açıklamıştı (tefhim etmişti). Ancak bu kararları yazmadan ölmüştü.

-Peki, ne yaptınız?

-Elbette yeni bir yargıçla yeni baştan duruşmalar yapıldı, yeni kararlar verildi.

İyi ki, bu durumda bizde neler yapıldığını sormadı, Başkan!..

“Eski tutanaklar okundu” safsatasıyla, yasaya karşı hileyle, yöntem saptırmalarıyla kararlar verildiğini söyleseydim, başkan, kim bilir hukukumuz ve bizler hakkında neler düşünürdü!?

★★★

Evet, hukukunu aldığımız bütün ülkelerde hukuk uygulaması başkanın dediği gibidir. Çağdaş dünyanın hiçbir ülkesinde “duruşma yargıcı değişmez, değiştirilemez;” duruşma yargıcının halefi, mirasçısı yoktur. Olamaz da. Çünkü sadece ve sadece duruşma yapan ve kanıtlarla yüz yüze gelen, onları gören, duyan, koklayan, onlara dokunan, gerekirse tadan, kısaca “kanıtlarla bire bir doğrudan iletişim kuran” yargıç, hüküm kurma tekeline sahiptir. Başka yargıçlar değil. O kadar.

Çünkü duruşmada kanıtlarla iletişime geçmeyen bir yargıcın verdiği her karar, olasılığı çok güçlü bir adli yanılgının kaynağıdır; bu yüzden bütün dünyada kesinlikle geçersizdir.

★★★

“Duruşma aşaması;” etkin ve çelişmeli görüşlerle ilerleyen, titrek adımlarla yürütülen, kendine özgü olmazsa olmaz ilkelerle kotarılan bir dolaysız aynadır.

Bu dolaysız aynada duruşma aşamasının bütün temel ilkeleri ödünsüz uygulanmadığı takdirde adli yanılgılardan kaçınmak olanaksızdır.

“Adil yargılanma ilkesi”nin gerçekleşmediği bir duruşma sonucu verilen her karar, hukuka aykırıdır, sakattır. Çünkü adli yanılgıyı kaçınılmaz kılan bir çarpıklığın ürünüdür.

Karar yargıcı, görmediği, dinlemediği, duymadığı, dokunmadığı, koklamadığı, tatmadığı bir kanıtı, sözgelimi, bir tanığı ve söylediklerinin doğruluğunu hukukunu aldığımız ülkelerde asla değerlendiremez. Bu yüzdendir ki, duruşma yapan ve bu duruşmaya göre hüküm kuran yargıç, asla değişmez, değiştirilemez. Çünkü kanıtlarla doğrudan ilişkiye geçen yargıç,
ancak duruşma, keşif vb. işlemleri yapan yargıçtır. Yalnızca o yargıç, kurulacak hükmün yargıcı olabilir; duruşmaya katılmamış bir başka yargıç ise asla hükmün yargıcı olamaz ve hüküm kuramaz.

★★★

Bütün yargılama yasalarında “yedek yargıç” kurumu, bunun için yer almıştır. Dolayısıyla kanıtlarla doğrudan iletişim kurma ilkesine göre kotarılan ve duruşmadan edinilen vicdani kanı, konuşmayan, kekelemeyen, yüzü kızarmayan ölü dava dosyası ve tutanakları okunarak, incelenerek başka bir yargıca asla aktarılamaz, tutanaklarla ciro edilemez. Eğer edilirse, hiçbir zaman sağlıklı bir yargı, hüküm kurulamaz.

İşte yukarıda değinilen Petersburg İstinaf Mahkemesi Başkanı’nın vurguladığı “kanıtlarla doğrudan iletişim kurma ana ilkesi”nin sonucu olan alt ilke şudur: “Duruşma yargıcının değişmezliği ilkesi.”

★★★

Küresel nitelikteki bu ana ilke ve alt ilke, saçma sapan gerekçelerle, bahanelerle, hele hele yasaya karşı hilelerle asla aşılamaz, dolanılamaz.

Bu nedenle Batı hukukunun uygulandığı ülkelerde hemen bütün duruşmalar tek oturumda bitirilerek bu ilkeye bağlı kalınmakta, dolayısıyla yargıç değişikliğine asla gerek duyulmamaktadır. Ancak duruşmanın tek oturumda bitmeyeceği olasılığı varsa, bütün yargılama yasalarında duruşmanın olmazsa olmaz ilkelerine göre, davanın baştan başlatılarak yinelenmesini önlemek için başvurulan küresel nitelikteki kurumun adı, duruşmada bulundurulan “yedek yargıç”tır.

★★★

Ülkemiz uygulamasında ise “hile-i şeriye”nin çocukları, yedek yargıç kurumunu aşıp dışlamak, hiçbir ülkede olmayan, olması da beklenmeyen bir tür “yasaya karşı hile geliştirmişlerdir: “Yargıç değişikliği nedeniyle eski tutanaklar okunarak duruşma sürdürüldü.”
Ülkemizde yıllardır uygulanan bu “yargılama saptırması”na göre; aslında tutanaklar bile hiç okunmamaktadır. Zira böyle bir okumaya ne yargıçlar, ne de taraflar katlanabilirler.

Kuşkusuz başvurulan bu saptırma, her şeyden önce yargılamanın dürüstlüğü ilkesini örseleyen boş bir çaba, kendimizi kandırmanın kınanası bir yolu, duruşma tutanaklarının kanıtlama gücünü sakatlayan bir bozma nedeni olmanın da ötesinde “mahkeme yasaya uygun olarak oluşmadığı” için bir “hukuka kesin aykırılık”tır da. Bu kesin aykırılık yüzünden de, istinaf ya da temyiz dilekçesinde bulunmasa bile, başkaca yönler incelenmeksizin, kararın kesin olarak bozulması gerekecektir.

Ancak ülkemizde bu türden kararların bozulduğuna günümüze değin hiç tanık olunmamış; yargılama erki de kendisini aldatmayı sürdürüp durmuştur.

Tartışma konusu ceza davasında yaşanan en önemli -ve ne yazık ki- hukukçuların çoğunun ayrımına varamadığı düşündürücü durum, işte budur.

Tartışılan dava dolayısıyla bu uygulamaya artık son verilmeli; mahkeme kararı “başkaca yönler incelenmeksizin” kesinlikle bozulmalı; bu karar, Türk hukukunda bir “örnek karar” olmalıdır.

★★★

Hiç kimse kendisini aldatmaya kalkışmasın. Doğru kapı, yanlış anahtarla açılamaz (Mevlana). Duruşma yargıcının yerine geçen yargıç da, tutanakları okuyarak vicdani kanı oluşturamaz. Batı hukukunu bir türlü içselleştiremeyen çarpık durumuyla Türk hukuk uygulaması dakika bile yitirmeden “eski tutanaklar okundu” saçmalığını dışlamalıdır...

★★★

İspanyol ressam Francisco José de Goya, bakır levhaya kazıdığı ünlü Kaprisler (Los Caprichios) gravürünün kırk üçüncüsünde bir insanın dayandığı masanın yan yüzüne çok çarpıcı ve düşündürücü bir söz yazmıştı: “Aklın uyuması, canavarlar üretir...

Ülkemizde hukuk biliminin uyuması insanlarımızı bezdiren bir canavar yaratmış; vicdani kanılar da yargıçtan yargıca tutanaklarla ciro edilmiştir. Bu ise çok ama çok üzücü, azap vericidir.

İşte duruşma ve hüküm yargıçlarının değiştiği bu dava, bu çarpıklıktan kurtulmanın örneği olabilirse, hukuka hizmet etmiş olacaktır.

Bu fırsat kaçırılmamalıdır.

Gerisi lâf ü güzaftır...”