Gazi Mustafa Kemal Atatürk anlatıyor:

“Samsun’a hareketimden beş gün önce İzmir’e Yunan birlikleri çıktığında, Halide Edip (Adıvar), bana gizlice bir mektup ulaştırmıştı.

‘Paşam, Sultanahmet Meydanı’nda, İzmir’in işgalini telin mitingi düzenleyeceğiz, orada yapacağım konuşmayı ilk siz okuyunuz istedim. Bunu Yunan’a ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin’in Yunan askerleri tarafından vurulmasını gözümün önüne getirerek gözyaşları içinde yazdım, mektubumda gözyaşları izleri görürseniz bundandır…’ diyor ve yapacağı konuşmayı aktarıyordu:

★★★

“Kardeşlerim, evlatlarım,

Ruhu göklerde olan yedi yüz senelik şanlı tarihimiz, bu minarelerden bugün, Osmanlı tarihinin faciasını seyrediyor. Bu muazzam, bu tarihi meydanda, zafer alayları tertip eden ecdadımızın ruhu bizi seyrediyor. Dünyaların öbür ucuna at süren namağlup erlerin evlatları önünde baş eğiyor ve yemin ediyorum:

Ben, Müslüman tarihinin bedbaht bir kızıyım. Bugün de dünkü kadar kahraman ve talihsiz Türk milletinin anasıyım.

Millet namına,

Ecdadımızın bizi seyreden ruhlarına yemin ediyorum.

Bugün, kolları kesilmiş olan Türk’ün kalbi, eski cesaret ve şecaatini kaybetmemiştir.

Yemin ediyorum ki, Osmanlı sancağına, tarihine hıyanet etmeyeceğim. Allah’a, hakka, milletlerin ilahi hakkına dayanan Türk milleti, bütün Müslüman ve Türk dünyasına ilan ediyorum. Davamızı ilan ediyorum.

Türklere zalim diyenler öyle günah işliyorlar ki, tarihin karşısında onların günahlarını, bütün denizlerin bitmez tükenmez suları bile yıkayamayacaktır.

Bugün karşımızda yükselen ses, Müslüman kardeşlerin sesidir.

Esaret boyunduruğu can damarlarına geçmiş olan milletler, bizim felaketimiz karşısında gür sesleriyle bağırıyorlar.

Ben, kardeş Müslüman dünyasına, sizin namınıza hitap ediyorum.

Davamız şudur:

Zaten elinden tutanları kalmayan, ellerini, bacaklarını kaybeden gazilerimiz, şehitlerimiz namına davamızı ilan ediyorum.

Bu davamız da Türklerin hak ve istiklalidir. Türkler, Türkiye’nin ebedi haklarına asla dokundurmayacaklar; yarın, Hakkın mahkeme-i kübrası önünde zalimlerin hepsi mahkemeye çekilecek; onlara, bizim kanlarımızı döktürdünüz, diyecekler.

İşte kardeşlerim, işte evlatlarım, davanızdan kaçmayınız. O gün size hak verecekler. Bugün iki dostunuz vardır: Birisi, kalbi, mabedleri bizimle beraber olan Müslüman dünyası: diğeri, zalimleri yakasından sürükleyecek büyük milletlerdir.

Kardeşlerim, evlatlarım!

Osmanlı toprağında böyle muazzam, böyle tarihi bir gün belki bir daha idrak etmeyeceğiz.

Evlatlarım,

Öyle bir gün olur da bir daha toplanamazsak. İçimizde ölenler olursa, Türk’ün istiklal bayrağı ile mezarı üzerine geliniz. Eski tarihimizin, bu muazzam minarelerin bahşettiği tarihimizin en asil, en terbiyeli vakarımızı asla unutmayacağız!

Yemin ediniz!

Yediyüz senelik minareler, mavi semalarıyla bize baktığı bu günlerde; Türk bayrağı, Türk hakkı için can vermekten çekinmeyeceğinize yemin ediniz!..”

★★★

Atatürk devam ediyor:

“Bu mektubu okurken gözyaşlarım, Halide Edip’in gözyaşlarına karışmıştı.

Halide Edip’e gönderdiğim cevabi mektupta, önümüzdeki günlerde Samsun’a gideceğimi ve Milli Mücadele’yi başlatacağımı, üzülmemesini, İzmir’i kurtaracağımızı, yazmıştım.

★★★

İşte yıllar önce ordularımızla İzmir’i kurtarmaya geldiğimizde, burada, Belkahve’de durmuş, uzakta sisler arasındaki İzmir’i seyrederken elimi cebime sokup, gözyaşlarıyla sulanmış Halide Edip’in mektubunu okşamış, bir kahve içmiştim.

Kahvemi sevinçle yudumlarken, Halide Edip’e verdiğim sözü yerine getirdiğimi düşünüp gülümsemiştim.

O zaman yanımda Yüzbaşı İbrahim Hakkı, Fahrettin Altay Paşa dışında Salih Bozok ve sen de vardın Topkapılı…

Benim neden güldüğümü anlamak ister gibi merakla bakmıştın.”

“Evet, paşam” dedim. “Yanınızdaydım. Kahve fincanını önünüzdeki masaya bırakarak ayağa kalkmış, İzmir’e doğru bakıp ‘Asıl kurtuluş mücadelesi şimdi başlıyor’ demiştiniz.”

Atatürk’ün gözlerinde eski bir mavi vardı.

Gecenin sabaha dönüşen ışıltılı mavisi... Koyakların, yaylaların, dağların, ovaların, çöllerin mavisi... Sonsuzluğun mavisi, deniz mavisi, gök mavisi... Fırat’ın, Dicle’nin, Kızılırmak’ın, Sakarya’nın, Menderes’in, Çoruh’un, Tuna’nın bıraktığı hayat veren alüvyonun mavisi... Toprağın, pınarların, ormanların, kelebeklerin çiçeklerin mavisi, beyaza, sese, insana karışan mavi... Tarihsel sürekliliğin mavisi,…sofradaki ekmeğin, annenin sütünün mavisi...… İnancın, aşkın, ateşin mavisi... Birbirinin içine giren dalgaların, yağmurun, karın, yanardağın mavisi... İlkel kavimlerin, gelişmiş ülkelerin mavisi... Gökte pembeleşen bulutların mavisi...… Savaş sisi, top uğultuları ve makineli tüfek takırtıları içinde askerin hücuma kalkmasının mavisi... Şiirlerin, türkülerin marşların zaferin mavisi... Güneşin, ayın ve yıldızların, zamanın, bilimin, sanatın, edebiyatın, resmin, heykelin, balenin, operanın, tiyatronun, mantığın, felsefenin mavisi...… Azimli, kahraman bir mavi... ‘İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri,’ haykırışının mavisi... Umut, özlem, özgürlük mavisi... İsyanların, başkaldırıların mavisi... Adaletin, eşitliğin, hakkın, insanlığın mavisi...…

İşte Atatürk’ün gözlerinde o mavi buğulandı.

Oturduğu yerden kalktı.

Bastonuna dayanarak bir müddet Bornova Ovası’nın ötesinde bir hayal gibi görünen İzmir’e baktı.

“Eğer ki İzmir’i de Selanik gibi kaybetseydik, buna kalbim dayanamazdı, ben ölürdüm” dedi.

★★★

Değerli romancı kardeşim Hasan Baran’ın şiirsel bir dille kaleme aldığı, SÖZCÜ Kitabevi’nce basılan “Atatürk’ün Fotoğrafına Bakarken” adlı eseri, okurken insanın gözlerini yaşartan, tüylerini ürperten Milli Mücadele ve kurtuluş belgeleriyle dopdolu.

Hasan kardeşimden rica edeyim; bir kitap da eski Meclis Başkanı İsmail Kahraman’a  göndersin.

Malum, okuyup öğrenmenin yaşı yoktur.

Belki okuduktan sonra “9 Eylül’de tek kurşun mu sıktık?” dediği için utanır ve milletimizden özür diler!..