Pazarcılık yapmış biri olarak müşteri çekmek için kullanılan pazarcı laflarını bilirim. Ayılana limon, bayılana limon... Enginar değil ilaç bu... Su gibi biber... Buuuz gibi bardacık... Kar gibi karnabahar... Kavun, bal bal... Kesmece bunlar, kan çıkmazsa para yok... Kırağı yemiş pırasa burada... Bornovanın bamyası bunlar...

Deneyime dayanan anlamlı laflar. En güzel pazarcı lafının yeri ise bunlardan çok ayrı benim için!

***

15-20 gün önce İzmir’deydik, dönüşü Edremit üzerinden yapalım, belki bir Ege pazarına uğrarız dedik. Yol üzerinde pazartesi günü kurulan tek pazar varmış, Edremit Cumhuriyet Mahallesi pazarı. Ara sokaklardan geçip bulduk, satıcıların çoğunluğu köylü kadınlar. Bazılarında tezgah bile yok yere serdikleri bezlerin üzerinde ürünler.

Az bamya, biraz da koruk olan teyzeye yaklaşıp, ‘kaça bamya’ diye sorduk. Teyze yumuşak bir sesle sert bir rakam söyledi, 45 lera! Koruk kaça peki, 20 lera. Tamam sen bamyayı bahçenden topluyorsun da biz parayı ağaçtan toplamıyoruz ki!

Devam edip domates satan bir başka köylü kadına fiyat sorduk, 30 lira!. Başkasına yönelip kahvaltılık tatlı biber baktık, 35 lira! Doğal semiz otu satıyor temiz giyimli köylü bir amca. Kaça semiz otu? 10 lira! Kovanın içine çiçek demetleri gibi koymuş, bir tanesini alınca şaşırdım,  maydanoz demedi sanki! Amca neden bu kadar ince ve neden bu kadar pahalı dedim. Yanıt yerine, çok taze bunlar iki demet al dedi!

Kompostoluk erik 30 lira. Yeşillikler, demedi 5 lira! Neredeyse Edremit’in arka taraflarındaki bahçelerden toplanmış ayşekadın, 30 lira. Patates, soğan, sarımsak, kavun, karpuz, dolmalık biber, yazın ve Ege’nin olmazsa olmazı kabak fiyatlarına bak Edremit’teki mahalle arasında pazarda değil, İstanbul’un Bebek semtindeki meşhur manavdasın!

İstanbul’da bulmak zor, koruk aldık. Buraya kadar geldik deyip yarım kilo da bamya. Çiçek gibi semizotu satan amcadan dediği gibi iki demet ve azıcık domates. Eskiden aklımız Ege pazarında kalırdı, o gün arkamıza bile bakmadan çıktık oradan.

***

Bir millet fiş fatura paylaşıyor bugünlerde! Bu millet biz oluyoruz.

Turistik ve turistik olmayan yurt köşelerinden yeme içme faturası, fişi paylaşan paylaşana. Biri Bodrum’da ödediği fişin fotoğrafını çekip koymuş, 4 soda bir de su içip 550 lira ödemişler! Bir başkası 21 bin liralık yemek faturası paylaşmış. Öteki lahmacun, diğeri gözleme ve ayran fişini paylaşmış. Başkası ‘bu ne be’ diyerek iki gece kaldıkları kahvaltı dahil pansiyon ücretini, diğeri 64 liralık Türk kahvesi fişini koymuş sosyal medya hesabına.

Kendi yaşadıklarım, duyup gördüklerimi evirir çevirirken kafamda televizyonda Çok Gezenti programı başladı. Üç Yunan adasına gideceklermiş; Sakız, Samos ve Rodos...

Çeşme’den Sakız’a gittiler önce. Feribotla 15 dakika. İnip ilk görüntüleri verdiler, canım yandı anında! Her yer tertemiz, neredeyse tek bir ucube bina yok. Gezilip görülecek yerlere gittiler, sonra dağların tepesi dedikleri bir yerde yerel bir lokantada yemek. Nasıl sakin, nasıl tertemiz bir yer! Yemekler, bizimkilere çok benziyor. Masaya gelen tabaklara dikkat ettim bir tanesi bile minnak değil, kocaman. Yemekler, salatalar bol kepçe. Fiyatlar? Programda dediklerine göre çok hesaplı.

Ertesi gün görüntüler sahilden. Bilgi veriyor Burak Akkul: “Yunan adalarının tümünde ve ana karasında sahilleri kullananlardan ücret alınmıyor, lokantalarda su bedava!”

Dümdüz yüzülürse Çeşme’den Sakız’a 6.5 kilometre! Kültür, yemekler, akşamları sahilde gezinti, bir külah dondurma, kahve içip iki lafın belini kırma huylarımız aynı... Temizlik, ilgi alaka ve fiyatlarda ise dünyalar ayrı! Sanki Nebati bakan ‘enflasyon timlerini’ yanlışlıkla Yunan adalarına göndermiş!

Programı pür dikkat izlerken kendimi şöyle derken yakaladım: Bir bizdeki fiyatlara bak bir de 15 dakika uzağımızdakilere? Kendi yurdunda birbirine kazık atan atana...”

Oy veriyor millet politikacıların alayı kazık atıyor. Vergi veriyor millet, ödemeyene af çıkıyor. Verene kazık. Arabası bile olmayan ve memleketin bir ucunda oturanlar hiç geçmedikleri köprülerin parasını ödüyor, kazık. Denize ayağını sok kazık, benzin al ek kazık, elektrik kazık, doğalgaz adı üstünde gazık, sınava gir kazık, okul kazan harç kazığı, telefon al, buzdolabı al lüks kazık, hastaneye git kazık, bebek bezinde kazık, şekerde kazık, yağda kazık, ekmekte kazık, kredide, faizde, vergide, maaşın azlığında kazık...

E bu kadar kazıklanan millet kazıklamayı öğrenecek tabi! Acayip kaptık işi! Tutan tuttuğunu kaçırmıyor şimdi. Avdık, avcı olduk... Kazıklama alanında hükümetini örnek alıp master yapmasa  mahalle pazarındaki köylü teyze, piyasa araştırması sonucu bamyaya lüks manav fiyatı çekmeyi akıl edebilir miydi? Kazıklama dalında kitap yazacak kıvama gelmese, bir demedi iki demet yapıp şehir fiyatına semizotu satma başarısı gösterebilir miydi köylü amca?

***

En sevdiğim pazarcı lafına gelince...

Bir zamanlar şöyle denirdi fiyatı uygun, taze ve ürünün benzersiz olduğunu vurgulamak için bizim oralarda: Bi dostluk kaldı!

Şimdi bakıyorum ‘bi dostluk’ falan kalmamış topraklarımızda! Yüreğimiz yana yana özeniyoruz Yunan adalarına!