“Eskiden İngiltere’de bir gelenek varmış. Sıradan bir vatandaş öldüğünde kilisenin çanı bir kez, bir asil öldüğünde iki kez, kralın bir yakını öldüğünde üç kez, kral öldüğünde de dört kez çalınırmış. Günün birinde kilisenin çanı tam beş kez çalınmış. Halk merak içinde papaza gitmiş ve:

- Ey papaz efendi, kraldan daha önemli biri mi var ki o ölünce çan beş kez çalınsın? demişler. Papaz efendi:

- Kraldan daha önemli bir şey var tabi... Herkesin hak aramak için sığındığı mahkeme, bir vatandaşımızı haksız yere mahkum etti. İşte bugün ölen adaletti, demiş.”

★★★

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında hak ihlali kararı veren Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımadı ve aynı zamanda AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Anayasal düzeni hiçe sayan Yargıtay’ın bu kararı yalnızca hukuk sistemini değil aynı zamanda Türkiye ekonomisini de olumsuz yönde derinden etkileyecek bir tuzak niteliğindedir. Hukukun esaslı niteliği ve amacı toplum ve birey için öngörülebilir bir sistem kurmaktır. Keyfi uygulamalardan arındırılmış, kanunların her kurum ve kişi için eşit ve adil şekilde işletildiği hukuk sistemine sahip ülkelerde öngörülebilirlik artacak; yatırım, üretim ve tüketim kararlarını veren aktörler, hükümetlerin veya yargıyı elinde bulunduran çıkar odaklarının davranışlarını değil hukuku esas alacaklarıdır.

Bugün artık bilimsel olarak defalarca kanıtlandığı üzere hukukun üstünlüğü ilkesi yerli ve yabancı yatırımcılar için öncelikli ve temel ölçüttür. İktisadi bir kanun olarak söylenebilir ki yatırımlar büyümenin ve kalkınmanın motoru hüviyetindedirler. Ve yatırımcılar; hukukun keyfi bir şekilde çiğnendiği, şerefe, refaha ve meşruiyete giden yolların belirli baskı ve çıkar gruplarına yakın olmaktan geçtiği ülkelerden uzak durmaktadırlar. Çünkü bilirler ki bu ülkelerde müteşebbis olmak, doğru alanlarda doğru yatırımları yapmak demek değildir. Bilakis doğru bağlantılar kurmak demektir. Hal böyle iken yabancı yatırım çekmekte yarış halinde olan Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesini yerle bir eden söz konusu Yargıtay kararı adeta Türkiye’nin yatırım yapılabilirlik itibarına suikast niteliğindedir.

Devlet tarafından konulan kurallar duruma göre faydalı veya zararlı, yerinde veya yersiz olabilir. Bu kurallar, devamlı bir mahiyet taşıdıkları ve belirli kişileri korumak veya zarara sokmak niyetinde olmadıkları sürece hukukun üstünlüğü ilkesini ihlal etmiş sayılmazlar. Mühim olan nokta; bireylerin, devletin hareketlerini önceden görebilmesi ve şahsi projelerini tanzim etme noktasında bu bilgiyi mihenk taşı olarak kullanabilmeleridir. Bir ülkede en yüksek yargı merciinin kararı hiçe sayılıyorsa, hiyerarşik olarak çok daha altta bulunan kuralların hiçe sayılmayacağının garantisini piyasadaki karar alıcılara kim verebilecektir? Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının kesinliği ilkesinin çiğnendiği bir ülkede yatırımcı yönetmelikle düzenlenen bir hususta kime güvenebilecektir?

Çok daha vahimi Anayasa Mahkemesi kanunların anayasaya uygunluğunu denetleme görevini haiz olmakla esasen toplumsal mutabakatın garantisi niteliğindedir. Bilindiği üzere anayasa demek toplumsal mutabakat demektir. Bir toplumun devlet olabilmesi ve o devletin toplum üzerinde muktedir olabilmesi için anayasanın ve o anayasanın koruyucu hüviyetindeki Anayasa Mahkemesinin üstünlüğü temel şarttır. Bu üstünlük anayasal düzeni, bu düzen ise devleti temsil eder. Bu noktada anayasal düzeni hiçe saymak, devlet düzenini hiçe saymak anlamına gelir.

Anayasal düzen devletin maddi ve müşahhas düzenidir. Bu düzen alışkanlıkları, çabaları ve istekleri disipline eder, hayatı düzenler ve zamanı doğru dağıtır, görevleri ölçer ve hakları savunur, sermayeyi ve kaynakları, yetenekleri ve fırsatları değerlendirmeyi sağlar. Anayasal düzeni zedelemek tüm bu düzenleri zedelemek demektir. Hukukun üstünlüğü ilkesi tüm bu düzenlerin muhafazası için ön koşuldur. Ve unutulmamalıdır ki Anayasa Mahkemesinin kararlarının kesin olması hukukun üstünlüğü ilkesinin kaynağı değil sonucudur.