“Mesele ideolojik mi? Değil. Şu anda görünen o! Parti şu anda ‘Kılıçdaroğlucular’, ‘Ekremciler’ diye ikiye bölünmüş durumda. Bu sadece parti içinde değil medyada da böyle.”

CHP’yi yakından takip edenlerin ortak değerlendirmesi böyle.

Peki bu durum 31 Mart yerel seçimlerine nasıl yansıyacak?

Çarpıcı olan şu: 28 Mayıs gecesine kadar Kılıçdaroğlu’nu destekleyenler (medya dahil) sorumlunun sadece CHP Genel Merkezi olduğunu iddia ediyor ve bu konuda “değişim” çağrısına destek veriyorlar. Burada bir sorumluluk varsa “o seçim bu seçim değil” diyen herkesin değil mi?

Örneğin... Herkes Abdüllatif Şener’in “Sinan Oğan’a oy verdim... Sonra da geçersiz oy kullandım (sandık öyle demiyor)” açıklamasını konuşuyor. Kimse partinin “sağcı” danışmanlarını ve araştırma şirketlerini konuşmuyor.

Örneğin... 2010’larda Tansu Çiller’in danışman kadrosunda yer alan Şükrü Karaca (2014’te hayatını kaybetti) Kılıçdaroğlu’nun bir dönem çekirdek kadrosundaydı.

Örneğin... Rasim Bölücek! Eski ülkücü... 2012’ye kadar MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yanında. AKP’nin etkili isimleriyle yakın. Bölücek, FETÖ iddiasıyla cezaevinde yatan Enver Altaylı’yla ilişkisine dair bilgileri gazeteci Şaban Sevinç’le paylaşmıştı. Sevinç şunları anlatmıştı:

“... Birincisi, Rasim Bölücek ‘Enver abi’ diyor. ‘Enver abi ile tanışıklığımız 1980 öncesine gider’ dedi. ‘Altaylı, MHP’nin gazetesi Hergün gazetesinde yazardı. Bizim evde okunurdu. Sonrasında tanışıklığımız başladı’ diyor. Kendisi de zaten MHP kökenli.

“... İkincisi, Altaylı’nın FETÖ’den tutuklanmasına şaşırdığını söyledi. ‘Hiçbir zaman suçlamak istemem Enver ağabeyi. Umarım haksız çıkar hakkındaki suçlamalar ve aklanır’ dedi. Üçüncü, ‘Altaylı ile madem 1159 kere görüşmüşüm devlet biliyor. Ayrıntıları sermişler. Doğal olarak ne konuştuğumuzu da biliyorlar. Konuşmalarımızda bir kelime bile bulurlarsa hazırım’ diye konuştu. Kılıçdaroğlu ‘Rasim bey bunlar nedir? dedi mi’ diye sordum. ‘Hayır çağırmadı. Ben de gidip bilgi vermedim’ dedi. Kendisinin FETÖ ile ilişkisinin olmadığını, Enver Altaylı’nın da FETÖ’den tutuklanmasına şaşırdığını söyledi.

“... Rasim bey 2012’ye kadar Devlet Bahçeli’nin hizmetinde Başbakanlıkta görevlendirildiğini, iktidarı AKP alınca da Sağlık Bakanlığı’na sürüldüğünü söylüyor. 2007’de tekrar MHP’ye döndüğünü ve seçim kampanyasını yürüttüğünü söylüyor. ‘2010’da da RTÜK’teki MHP’li üye Esad Çıplak’a danışman olarak gittim’ diyor. Peki Kemal Kılıçdaroğlu’na nasıl danışman oldu? Bölücek, ‘Şükrü Karaca vardı Kılıçdaroğlu’nun danışmanı. Bana (Kılıçdaroğlu ile çalışmak ister misin) dedi. Hiç düşünmeden tabii dedim’ dedi. Ondan sonra RTÜK’ten istifa edip, 2010’da Kılıçdaroğlu’na danışman olarak görev yapmaya başlamış...
(1 Şubat 2020)”

Şaban Sevinç’in verdiği bu bilgiler belki üç yıl önce gündem yaratmadı ama bugün tartışılması gereken tam da bu! “Sağa savrulma” eleştirisi yapanların Şükrü Karaca’dan Rasim Bölücek’e ya da İbrahim Uslu’ya kadar olan süreci gündeme getirmemesi ilginç! Bir o kadar da manidar! CHP’nin “ana damarı” ve “kodları” üzerinden bir tartışma yapmak gerekiyor. Yoksa Abdüllatif Şener’in vermediği “oy” mesele değil. Yaşananların küçük bir parçası.

Bir yıl içinde “değişim”


Şimdi 22 Mayıs 2010’a dönelim.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a ABD-Fetullah işbirliğiyle kurulan kaset komplosunun ardından partinin başına Kemal Kılıçdaroğlu geçmişti! Bülent Ecevit kasketiyle umudun sesi olacağını söylemişti Kılıçdaroğlu:

“Geliyorum, iktidara geliyoruz. Yoksullların, ezilenlerin haklarını korumak için geliyoruz. Mustafa Kemal’den İnönü’ye Ecevit’ten Baykal’a kadar bize bırakılan görkemli tarihin altında iktidara geleceğiz. Baykal’a yapılanların failleri bulunmadı, faiileri bulunması, boynumuzun borcudur. Hükümete düşen eğer içinde değilse failleri bulmaktır. Yoksa biz iktidara gelince hesabı soracağız. Mustafa Kemal ve arkadaşları önce halk dediler. İlk sözümüz halk olacak halkla birlikte yürüyeceğiz. CHP, Kuvay-i Milliye demektir. Müdafa-i Hukuk demektir.”

Kılıçdaroğlu şu vaatlerde bulunmuştu:

“AKP’nin istediği ekonomik politikaya bakın. ‘Üretmeyin’ diyorlar, ‘fabrikalar çalışmasın’ diyorlar. Yeniden üreten Türkiye’yi kuracağız. Çağdaşlığın gereği neyse gerekeni yapacağız. Sanayici artık bu ülkenin kamu görevlisidir. Onun önünü biz açacağız. Bütün bürokratik engelleri biz açacağız. Organize sanayi bölgelerinde yatılı meslek liselerini kuracağız. Mezun olduğunda işi hazır olacak. Bu ülkede önce kendi sanayicinizi destekleyeceksiniz.”

Yani... ‘Kamuculuk’ demişti Kılıçdaroğlu: “Siyasetin odağına etnik kimliği ve inançları koyan siyaset bizim dostumuz değildir. Biz ayrışmanın değil beraber olmanın yanındayız. Bunlar sosyal devleti unuttular. Halkın devrimcisi olacağız. Yoksulluğu toprağa gömmek bizim boynumuzun borcudur. Sosyal devletin yerine sadaka devletini getiriyorlar. Ben yok biz varız. Tarlalarda, fabrikalarda biz varız artık. Beraber kazanıp hakça bölüşeceğiz. Biz zengin olmayacağız, yakınlarımız zengin olmayacağız.”

SONUÇ: 2010’da CHP’nin başına geçen Kılıçdaroğlu “Altı Ok” demişti, 2011’den sonra, Şükrü Karaca, Rasim Bölücek gibi isimlerden sonra “değişim” yaşandı. Tartışılması gereken bu değil mi? Ya da bir başka soru: CHP lideri bu konuda ne düşünüyor?