Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) internet sayfasında geziniyorum. “Yardım Kampanyaları” başlıklı bölümde bir çağrı dikkatimi çekiyor:

“İyilik Treni Afganistan Yolunda.”

Sonra okuyorum: “T.C. İçişleri Bakanlığı AFAD Başkanlığı koordinasyonunda bir araya gelen Türk Kızılay başta olmak üzere 12 sivil toplum kuruluşumuz (Türk Kızılay, Türkiye Diyanet Vakfı, IHH, Deniz Feneri, Beşir Derneği, Hayrat Yardım Derneği, Sadakatası, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, Fetih Vakfı, Yedi Başak Derneği, ANDA Derneği, Umuda Koşanlar Derneği) Afganistan halkının kendi ülkelerinde, daha insani şartlarda yasamasını sağlamak için bir yardım seferberliği başlattı. Bu kapsamda, 747.7 ton gıda, giyim, battaniye, sağlık, hijyen vb. yardımından olusan 46 vagonluk “İyilik Treni’nin ilk seferi yola çıkmaya hazırlanıyor.” (26 Ocak 2022)

Afganistan’a yardıma koşan 12 kuruluşun muhafazakar dünyaya, tarikatlara-cemaatlere yakın olduğunu biliyoruz. Buraya kadar sorun yok! Herkes yardımını yapsın, AFAD koordine etsin!

Sorun nerede mi başlıyor?

Anlatayım:

Dün yazdım: “TKP yardımevi neden basıldı?”

Osmaniye’nin yoksul yerleşim yerlerinde evini Türkiye Komünist Partisi’ne açan ve yardımların halka ulaşmasını sağlayan yurttaşın evi polis tarafından basıldı, 10 kişi gözaltına alındı. Daha sonra bu kişiler savcılığa dahi sevk edilmeden Jandarma’da ifadelerini verdi ve serbest bırakıldı. 6 Şubat’tan bu yana deprem bölgesinde yardım için çalışan kuruluşlardan sadece TKP’ye baskın düzenlendi. Tarikatlar, cemaatler, muhafazakar sivil toplum kuruluşları ilk günden bu yana oradaydı, halka koştu. (11 Şubat günü Odatv’de yer alan videolu haberin başlığı da şuydu: “TKP’den İsmailağa’ya yardım seferberliği/Türkiye kenetlendi.”)

Gözaltına alınanların Jandarma karakolunda verdiği ifadeleri okuyunca bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim. Çünkü; herkesin seferber olduğu bir durumda dahi “şu kurum bizden, bu kurum bizden değil” anlayışı karşımıza çıkıyor. Şimdi gelelim gözaltına alınanların ifadelerine...

Suçun vasfı değişti...


“Aynı gün saat 22.00 sıralarında, işlemlerimizin bittiği sırada, polis ekipleri ben ve diğer gönüllü arkadaşlarımın yanına gelerek, ‘Burada toplanma amacınız nedir? AFAD ve diğer kuruluşlar varken siz neden böyle uğraşıyorsunuz?’ gibi sorular sordular. Sonrasında ise ‘Siz burada propaganda mı yapıyorsunuz? Yardımlar sadece AFAD ve devletin diğer kuruluşları tarafından yapılıyor’ dedi.”



“Bahçeye çıktıktan sonra bize birçok kez ‘Bu yardım malzemelerini nereden buldunuz? AFAD kurumundan mı çaldınız?’ gibi sorular sordular.”

Ters kelepçeyle gözaltına alınırlarken de “Vatan hainliğiyle” suçlandılar. İşte sorun burada başlıyor.

Yardımevi basılıyor, “AFAD’ın malzemelerini çaldınız” iddiasıyla suçlama yapılıyor sonrasında suçun vasfı değişiyor ve ‘polise mukavemet’e dönüşüyor... Gözaltına alınan 10 gönüllüye “AFAD varken siz ne yapıyorsunuz?” diye soruluyor.

Peki... 6 Şubat’tan bu yana bölgede yardım yapan kuruluşlara böyle bir suçlama yapıldı mı? Hayır! AFAD varken diğer kuruluşlar da bölgede yer almasın o zaman! Ancak... Soldan sağa, sekülerinden muhafazakarına “birlik” varken bu baskın kime hizmet ediyor? Neyse ki hatadan dönüldü ve 10 gönüllü serbest bırakıldı.

Şimdi bir öğretim üyesinin uyarılarına bakalım.

10 il ve 3.7 milyon hektar verimli arazi


Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme bölümü öğretim üyesi Prof. İbrahim Ortaş, depremde tarım alanlarının etkilendiğini anlattı:

“... Depremin doğrudan etkilediği Adana’dan Diyarbakır’a kadar toplam 10 il 3.7 milyon hektar verimli tarım arazilerine sahip önemli üretim potansiyeline sahip illerdir. Antakya ve Adana, Türkiye’nin önemli miktarda yaş sebze ve meyve üretimini sağlamaktadır. Osmaniye’de yerfıstığı üretimi, Kahramanmaraş’ta biber, pamuk ve mısır üretimi, Adıyaman’da üzüm, tütün üretimi, Malatya’da ise kayısı üretimi öne çıkıyor. TÜİK verilerine göre depremden etkilenen alanlar aynı zamanda bir hayvancılık bölgesi olup Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman’da son yıllarda önemli miktarda keçi ve süt inekçiliği yapan çok sayıda hayvan çiftliği bulunmaktadır. Deprem öncesi bölgede toplamda 2 milyondan fazla büyükbaş ve 9 milyondan fazla küçükbaş hayvan bulunduğu belirtilmektedir. Bölgede resmi kayıtlı çiftçi sayısının 300 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu bağlamda bölgenin tam bir tarım bölgesi olduğu aşikardır.”

Prof. Ortaş iktidara şu çağrıyı yaptı:

- Çiftçilerin iş makinesi ve ekipmanları enkaz altında ve kullanılamaz durumda.

- Cemrelerin düşmesi ve mart ayı ile birlikte ekim-dikim işlemi başlayacaktır. Mart ayından sonra başlayacak bitkisel üretimin devam edilebilmesi için hükümet, ek bütçe ile olanakları yetersiz olan insanların tarımsal desteklerini artırmalı.

- Bölgedeki yem fabrikalarının da zarar görmesi sonucu hazır yem kullanan üreticiler için yem ihtiyacı doğmuş olabilir.

- Sağ olan hayvanlardan sağılacak sütlerin toplanması sorunu yaşanabilir.

- Varsa yaralı hayvanların kesilmesi ve etlerinin Et-balık ve Süt Kurumu tarafından değerlendirilmesi gerekir.

- Memleketini terk etmek zorunda kalan insanların veya depremde ölenlerin sahipsiz kalan büyükbaş ve küçükbaş hayvanları, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) tarafından korumaya alınmalı ve beslenme dahi her türlü ihtiyaçları karşılanmalı.

- Deprem bölgesindeki üreticilere gerekli maddi destekler sağlanmalı. Öncelikle bitkisel üretimi güvenceye almak için gübre, mazot, ilaç, tohum ve depolama için somut destek sağlanmalı. KDV sıfırlanmalı veya minimize edilmeli.

- Üreticilerin, çiftçilerin varsa borçları ertelenmeli. BAĞ-KUR, SSK prim ve sigorta taksit ödemeleri ötelenmelidir.

SONUÇ: Enkazdan hâlâ sağ çıkarılan yurttaşlarımız var. Yıkım büyük ve siyaset dar-kısır tartışmalarla yol almaya devam ediyor. Önümüzde bir seçim süreci var. Kim yurttaşın önüne planlamacı bir ekonomiyle gelecek, kim bu depremlerle baş edebilecek çözüm önerilerini ortaya koyacak ve kim önce “yurttaş” diyecek?