Meslektaşım sevgili Cansu Çamlıbel’in Ümit Özdağ ile yaptığı söyleşi, Türkiye siyasi tarihine geçecek bir nitelikteydi. Cansu’yu tebrik ediyorum.

Özdağ söyleşide 14 Mayıs’taki birinci turdan sonra muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’yla kendisini destekleme konusunda bir protokol imzaladığını söylüyordu. Özdağ’ın sözleri şöyleydi:

“Altılı Masa’daki ortakları itiraz edeceği için bakanlığımı açıklamama ricasını kabul ettim. Benim İçişleri Bakanı olacağımı açıklasa seçimi kazanabilirdi.”

Özdağ, bununla da yetinmemiş, Cansu’ya Kılıçdaroğlu’nun o protokolle kendilerine üç bakanlık ile MİT Başkanlığı’nı vereceğini açıklamıştı.

Özdağ, kamuoyu önünde böylesine önemli bir konuda böylesine kritik bir bilgiyi paylaşmışsa, yalan söylemiş olma ihtimali zordur.

Yine de Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu iddiayla ilgili açıklamaları önemliydi.

Haber Türk TV’den meslektaşım Mehmet Akif Ersoy, Özdağ’ın açıklamalarını önceki akşam Kılıçdaroğlu’na sordu.

Kılıçdaroğlu, Ersoy’un “Özdağ ile aranızda, bakanlıklar ve MİT Başkanlığını içeren gizli bir protokol var mıydı?” sorusuna “Vardı” yanıtını verdi.

Mehmet Akif, haklı olarak Faik Öztrak’ın “Böyle bir protokol yok” açıklamalarını anımsattı.

Kılıçdaroğlu’nun yanıtı ne olsa beğenirsiniz: “Öztrak da bilmiyordu.”

Öyle anlaşılıyordu ki Kılıçdaroğlu 28 Mayıs’taki ikinci tur seçimleri öncesinde ikili oynamıştı. Zira Cumhurbaşkanı seçilip kabine kurma aşamasına geldiğinde, İçişleri Bakanlığı, MİT gibi önemli koltukları Özdağ ve adamlarına verdiğinde Altılı Masa’daki ortaklarını büyük hayal kırıklığına uğratacaktı.

“Kusura bakma Altılı Masa kabul etmedi” diye protokolü hayata geçirmese de hayal kırıklığı yaşayan Ümit Özdağ olacaktı.

Kılıçdaroğlu “(Protokolle ilgili) Açıklamayı ahlaki olarak doğru bulmam” diyor.

Kendimi Meral Akşener’in Ahmet Davutoğlu’nun, Ali Babacan’ın, Temel Karamollaoğlu’nun ve Gültekin Uysal’ın yerine koyuyorum.

Herhalde bu açıklamaları dinlediklerinde kandırıldıklarını düşünmüşlerdir.

Zira dün sohbet ettiğim DEVA Partisi’nden bir yetkili şöyle diyordu:

“Biz Kemal Bey’in Ümit Özdağ ile görüşmesinden sonra CHP’ye ‘Zafer Partisi’ne bazı bakanlıklar vaat edildiğine dair bilgiler geliyor. Bunlar doğru mudur’ diye sorduk. Gelen yanıt ‘Kesinlikle hayır’ oldu.”

Gerçekten hem garip hem zor bir durum.

İki yıl her konuda iş birliği yapacaksınız, 2400 maddelik ortak bir yol haritası belirleyeceksiniz, bir Cumhurbaşkanı adayı açıklayacaksınız ve o birinci turla ikinci tur arasındaki kısa sürede hepinizden gizli yeni bir koalisyon ortağı bulacak. Üstelik hepsine alacakları oy oranında bakanlık vadederken, yeni ortağına aralarında İçişleri’nin de olduğu üç önemli bakanlıkla MİT Başkanlığını vermeyi yazılı olarak taahhüt edecek.

Üstelik bunu gizli tutmasını da “ahlaki” gerekçelere bağlayacak.

Demokratik bir ülkede bu gelişme bir siyasetçiyi hayli zor durumda bırakır.

Ancak ne yazık ki iktidarın benzer umursamazlıklarının bulaştığı muhalefet de bu olayı sıradan bir olay gibi görmemizi bekliyor.

Yazık demokrasimize, yazık güzel ülkemize...

Bir garip görevden alma!


Birkaç gündür, Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Daire Başkanı İbrahim Hakkı Seydioğulları’nın görevden alınmasıyla ilgili haberlere bakıyorum.

Gerçekten anlaşılması zor metinler.

İlk okuduğumda sanki Seydioğulları bir kusur işlemiş ve o yüzden görevden alınmış gibi anladım. Ancak haberleri dikkatli okuyunca, olayın taraflarıyla konuşunca çok farklı bir tablo gördüm. Olay şu:

EGM eski Narkotik Daire Başkan Yardımcısı (Seydioğulları’nın eski yardımcısı) özel hayatında bazı olaylar yaşamış. Müstehcen gizli kayıt almakla, bu sırada da narkotik biriminin sahip olduğu teknik ve maddi imkanları kullanmakla suçlanmış. Bu olayların ardından açığa alınmış.

Fakat ilgili haberler hep Seydioğulları’nın ismi, fotoğrafı ve görevden alındığı bilgisiyle birlikte servis edilmiş. Özel hayatında sorun olan, dairenin imkanlarını kişisel amaçları için kullanan Seydioğulları’ymış gibi gösterilmiş. Görevden alınma gerekçesinin de bu olay olduğu vurgulanmış.

Seydioğulları’nın yardımcısıyla ilgili olaydaki dahli ne?

Belli değil.

Dairenin teknik ve maddi imkanları gerçekten kullanılmış mı?

Belli değil.

Kullanılmışsa bundan Seydioğulları’nın bilgisi var mı?

Belli değil.

Ancak olayın faturası Seydioğulları’na kesilmiş. Üstelik olayın baş aktörüymüş gibi gösterilerek.

Hukukta “suçun kişiselliği” diye bir kavram var.

Yanınızda çalışan bir personelin yaşadığı bir sorunu ya da onun işlediği bir suçu size fatura etmeleri ne derece doğrudur?

İnsan ister istemez şunu düşünüyor:

Emniyet Genel Müdürlüğü’nde başlayan görevden alma süreçlerinde yakın geçmişten tanıdığımız yöntemler mi kullanılmaya başlandı?