Gelin küçük bir hesap yapalım:

12 Mayıs 2023 günü, yani genel seçimlerden önceki son cuma günü1000 dolarınız olduğunu varsayın. O günün kuruyla 19 bin 570 lira.

Bankacı çok ısrar etti ve paranızı üç ay vadeyle Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesabına yatırdınız.

14 Ağustos 2023 gününe geldiğinizde üç aylık vadeniz doldu ve paranızı çektiniz. Hesabınızdaki para o tarihte ne kadar oldu biliyor musunuz?

Dolar kuru 27,05 olduğundan tam 27 bin 50 lira.

Aradaki fark 7 bin 480 lira.

Bu farkın bin 480 lirası banka tarafından mevduat getirisi olarak ödendi.

6 bin lirası ise Hazine tarafından karşılandı. Çünkü KKM denen “bankacılık ürünü” Hazine’nin size kur farkı ödemesini öngörüyordu.

Şimdi 6 bini 125 milyon ile çarpın (KKM hesaplarında 125 milyar dolar karşılığı TL mevduat bulunduğu biliniyor).

Çıkan rakam yaklaşık 750 milyar lira.

Hadi diyelim vadesi daha önce dolan, kur farkı bu kadar olmayan hesaplar var. 150 milyar lirayı silelim.

Kaldı mı 600 milyar lira?

(Ne acı ki KKM nedeniyle mevduat sahiplerine hazine tarafından ödenen kur farkının miktarı hakkında kamuoyuna açıklanmış sağlıklı bir veri yok. Aynı veri Hazine’de var mı ondan da emin değilim.)

Buna bir de “döviz kuru artmasın”, “2018’den bu yana 5 kat artan dövize bağlı devlet borçları artmasın”, “Hazine’nin KKM yükü artmasın” diye döviz kurunu sabit tutmak için arka kapılardan yapılan döviz satma operasyonlarını ve oradaki kayıpları ekleyin.

Bir de KKM hesabını teminat gösterip bankalardan kredi alıp, onu da KKM hesabına yatıran uyanıkları anımsayalım.

Etti mi en az 600-650 milyar lira?

★★★

Hazine’nin en büyük gelir kaynağı bizlerden alınan vergiler, harçlar, cezalar...

Yani KKM nedeniyle Hazine’nin cebinden çıkacak 600-650 milyar liranın tamamına yakını, 85 milyonun ödediği vergilerden, harçlardan cezalardan oluşuyor.

Daha da açık söylemek gerekirse, bizim cebimizden çıkıyor.

Hatırlar mısınız?

KKM denen ürün çıktığında iktidar “mucize” muamelesi yapmıştı.

İşi bilen ekonomistler de “yapmayın, etmeyin” diye yalvarmıştı.

Hatta “yeni ürün” diye pazarlanan bu bankacılık ürününün geçmişte “Dövize Çevrilebilir Mevduat” adıyla uygulandığını, bu uygulamanın ülkeye maliyetinin yüksek olduğu hatırlatılmıştı.

Rahmetli Turgut Özal’ın “Kendilerini akıllı, uyanık sananlar böyle bir yol buldular. Bilgisizliğin vesikası. İnşallah sonraki iktidarlar ders alır” sözleri dahi, şapkadan KKM çıkardıklarını sananları ikna etmemişti.

★★★

Yeni Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’nde Hazine ve Maliye Bakanı olarak göreve başlayan Mehmet Şimşek, daha görevi selefinden devralırken artık “rasyonel” yani “akılcı” ekonomi politikalarına geçeceklerini söyledi.

Göreve geldikten iki ay sonra da KKM’den (bankacılık sistemini de kırıp dökmeden) çıkış sürecini başlattı. “Zararın neresinden dönülse kardır” diyelim ve alkışlayalım bu kararı.

Ancak aynı zamanda da şu soruyu soralım:

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, eski Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin ve eski Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun kafa kafaya verip aldığı ve bütün uyarılara rağmen uyguladığı bir kararın faturasını niye 85 milyon ödüyor?

Lafı hiç uzatmaya gerek yok.

Bu kararı, yanlış olduğunu bile bile kim aldıysa, faturasını da onlar ödesin!

Çok ayıp!


Olay ağustos başında JP Morgan’ın ev sahipliğindeki toplantı öncesinde olmuş ama benim şimdi haberim oldu.

50 yabancı yatırımcının katıldığı toplantı Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan da katıldığı için çok toplantı çok ilgi çekmiş. OnHaber Gazetesi Ekonomi Müdürü Ruhi Sanyer de toplantıyı izlemek için toplantının yapıldığı otele gitmiş.

Sanyer’i koridorda gören JP Morgan Genel Müdürü Mustafa Bağrıaçık, Sanyer’i görünce öfkelenmiş ve “Kimsin, burada ne yapıyorsun” diye bağırmış.

Sanyer “TC Vatandaşıyım, Bakan Bey ile görüşeceğim” karşılığını vermiş.

Bağrıaçık güvenlik güçlerine dönüp “Götürün bunu” diye seslenmiş.

Sanyer, dört güvenlik görevlisi tarafından otelin dışına çıkarılmış.

Ruhi Ağabey’le Radikal yıllarında uzun süre birlikte çalıştık. Şu anda 68 yaşında ve muhabir ruhunu hiç kaybetmedi. Kendisine yapılan muameleyi duyunca çok öfkelendim, çok ayıpladım.

Bir gazeteciye bu muameleyi uygun gören birinden Türkiye’ye hiçbir hayır gelmez.

Türkiye’de son zamanlarda yönetici koltuklarında oturan herkeste bir “Küçük Erdoğan” olma hevesi var. Bağrıaçık da o rüzgârdan etkilenmiş belli ki!