İstanbul Zeytinburnu’nda Türkiye’de devletin ne hale geldiğini, iktidarın inşaat ekonomisini nasıl kutsadığını, Arap sermayesine adeta kapitülasyon gibi avantajlar sağlandığını gösteren ilginç bir olay yaşanıyor.

Olayın detaylarına geçmeden önce bir şirket hakkında size bilgi vermem gerekiyor:

Adı Al Qemam (Arapça’da “En İyi” “Zirve” anlamına geliyormuş).

Kayıtlarda merkezinin Cidde’de olduğu söyleniyor. İnşaat, madencilik, mermer üretimi gibi alanlarda faaliyet yürütüyor.

2012’de İstanbul’da temsilcilik açmış ve Türkiye’deki faaliyetlerini “AkZirve” isimli bir gayrimenkul şirketi üzerinden yürütmeye başlamış. (Adındaki AK ne kadar manidar değil mi?)

AK-Zirve’nin CEO’su İbrahim Maasfeh isimli Ürdün kökenli bir Suudi vatandaşı. İstanbul’a okumaya gelmiş ve bir daha dönmemiş.

AK-Zirve 2016’dan itibaren Türkiye’nin gayrimenkul piyasasına hızlı bir giriş yapmış.

Kısa bir araştırma yapınca İstanbul’da 1 milyar dolarlık yatırım yaptığına dair haberlerin yer aldığı onlarca bağlantı buldum. Belli ki bir halkla ilişkiler şirketiyle çalışmış.

Topkapı’daki Nakliyat Ambarları arazisini 245 milyon dolara satın almış. Bahçelievler ve Zeytinburnu’nda devasa konut projeleri yapacağını ilan etmiş, bazılarına hızlıca başlamış.

Fotoğrafta GİGDER üyelerini eski Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati ile görüyoruz. Soldan ikinci sırada AK-Zirve CEO’su Maasfeh yer alıyor.


CEO Maasfeh, Araplara konut ve vatandaşlık satmak için kurulan Gayrimenkul Yurtdışı Tanıtım Derneği’nin (GİGDER) Başkan Yardımcısı olmuş.

Çok ilginç bir detay daha: Kahramanmaraş’ta yaşanan ve 10 ili vuran deprem felaketinden sonra 29 kanalda aynı anda yayınlanan “Türkiye Tek Yürek” kampanyasına katılan ve kendisini “AK-Zirve Yönetim Kurulu üyesi” olarak tanıtan Bilal Sağır, 30 milyon lira bağışladığını söylüyor ve ilginç bir noktaya dikkat çekiyor: AK-Zirve ortakları Suriyeli olan bir şirket.

(Not: Bilal Sağır, GİGDER’de de AK-Zirve temsilcisi olarak yönetim kurulu üyesi görünüyor).

★★★

Suudi mi Suriyeli mi sorgulamasına girerek gereksiz yere uzatıp kafanızı karıştırmak istemem.

İşte bu şirket, Zeytinburnu’nda planlarda “yeşil alan” olarak tanımlanmış bir alana gecekondu yaparcasına kaçak bir bina yapmış.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi de 2021’de bu kaçak yapıyı tespit ettikten sonra engellemek ve kaldırmak için çalışmaya başlamış.

Konu mahkemeler arasında gidip gelmiş ve bütün davaları İstanbul Büyükşehir Belediyesi kazanmış.

Bu arada AK-Zirve’nin eli kolu o kadar uzamış ki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı devreye sokup yeni bir plan yaptırmış.

Mahkeme İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni haklı bulmuş ve o planı da iptal etmiş.

Neticede İBB 29 Ağustos’ta binayı yıkma kararı almış.

Ancak Zeytinburnu-Cumhurbaşkanlığı Sarayı arasında yaşanan yoğun trafikten sonra 28 Ağustos akşamı Cumhurbaşkanlığı binanın kamulaştırılmasına karar vermiş.

31 Ağustos’ta ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İmar Planı değişikliği yaparak binayı Aile ve Gençlik Merkezi yapmak üzere Zeytinburnu Belediyesi’ne vermiş.

★★★

Gerisini biliyorsunuz: İBB yıkım için gittiğinde devletin polisini karşısında buldu. İstanbul Valiliği binayı korumak için seferber oldu.

Büyük depremi bekleyen İstanbul’da kaçak bir yapının kurtarılması için devletin seferber olması size de tuhaf gelmiyor mu?

İnsan bu olanları gördükten sonra bazı soruları sormadan edemiyor.

AK-Zirve şirketiyle Zeytinburnu belediyesi arasında ne tür ilişkiler var ki koca bina tamamlanana kadar gecekondu gibi inşaata göz yumuldu?

Suudi şirketin Türkiye’deki faaliyetlerine kimler “yürü ya kulum” diyor?

Suudi şirket nasıl ilişkiler kurmuş ki İstanbul Valisi’ni, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı, Cumhurbaşkanlığı’nı anında ayağa kaldırabiliyor?

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kaçak bir yapıyı koruma amaçlı plan değişikliklerinden bizzat haberleri var mı yoksa bürokrat tayfası onlardan habersiz (ama onların adına) bir süreç mi yürütüyor?

Ha bir de...

Aynı olaylar bir CHP’li belediyede yaşansa neler olurdu sizce?

★★★

Ülke maalesef bu hale geldi. Birleşik Arap Emirlikleri’yle imzalanan son vergi ve gümrük muafiyeti anlaşmasının Osmanlı’nın bazı Avrupa ülkeleriyle imzaladığı kapitülasyon anlaşmalarına benzediği yorumları yapılmıştı.

Bu son olay gösteriyor ki iktidar Arap sermayesi, Türkiye’de anlaşma imzalamadan da kapitülasyon gibi avantajlar sağlıyor. Para ve beton bütün kapıları açıyor.

Bakın çok da uzak olmayan bir gelecekte göreceksiniz: Kendi insanına her türlü zorluğu çıkaran iktidarın bu dereceye varmış Arap hayranlığı başımıza büyük dertler açacak.

Yazık bu ülkenin halkına.

Yazık bu ülkeye!