Sevgili okurlarım, bir ülkede en ciddi ve korkutucu konuların başında hiç kimseden hesap sorulmaması gelir.

Aynen bizde olduğu gibi.

Osmanlı’da da benzer durumlar vardı.

Vezirler padişah adına her türlü rüşveti alır, hırsızlık yapar, saraylar ve araziler edinir ama bu rezillikler biliniyor olsa bile o hırsızlardan hesap sorulması, adam hayatta olduğu sürece asla mümkün olmazdı.

Çoğu zaman hırsız öldüğünde servetine el konulurdu.

O geçmiş yıllarda banka falan olmadığından, irili ufaklı bütün hırsızlar ve rüşvetçiler çil çil altınları ve değerli armağanları küplere doldurup saklardı.

Önemli olan küpü güvenli bir yerde koruyabilmekti!

★★★

Aynı durum valiler için de geçerliydi...

Valilerin hepsi değil ama çoğu hırsızdı. Başında bulundukları il veya eyaletin halkını her türlü sömürüp rüşvet alırlar ve küpün içinde gömerlerdi.

Görevden alınınca küpleri de gidecekleri yere taşıtırlardı.

Konumuzdan saptık ama sırası gelmişken kısaca anlatayım.

Bir ilin, hırsızlığı ve rüşvetleri herkes tarafından bilinen valisi görevden ayrıldığında halk bayram etmeye başlamış:

“Oh çok şükür, hırsız vali gitti. Artık rahat ederiz. Kimse bizden rüşvet istemez!..Herhalde kendisinden hesap da sorulur, hesabını bakalım nasıl verir...”

Halkın bu mutluluğuna tanık olan ilin ak sakallı ihtiyarı ise tam tersini düşünmektedir. Derdini ahaliye anlatmaya çalışır:

“Evlatlarım boşuna sevinmeyin. Bu memlekette kimse kimseden hesap sormaz. Şimdi giden vali artık küpünü doldurmuştu. Küpünde yeni rüşvetlere yer yoktu. Yeni gelen ise boş küpüyle geldi. Şimdi sıfırdan başlayıp onun küpünü doldurmak zorundayız. Haydi bakalım pamuk eller şimdiden cebe!

★★★

Bu eski hikaye beni günümüze döndürdü...

Ve hep gördüm ki yozlaşıp dibe vurmuş Osmanlı’dan bu yana hesap sorma konusunda herhangi bir değişiklik olmamış!

Eğer arkasında siyasi destek, özellikle de devlet desteği yoksa, herhangi bir kamu görevlisinden günü geldiğinde hesap sorulabilir ama bu bile pek mümkün değildir. Yeter ki çok büyük götürüp haddini aşmış olmasın!

★★★

Şimdi gelelim esas konumuza!..

Türkiye’de yaşayan milyonlarca insanımız ekonomik olarak yıllardan bu yana çeşitli baskılar altında eziliyor.

Bunun en önde geleni ekonomik baskılar. (Öteki konulara hiç girmiyorum.)

Şu günlerde AKP iktidarının 20. yılını geride bırakmış durumdayız.

Yüzde 10 gibi bir azınlığı dikkate almazsak, bu ekonomik rezillik milyonlarca insanımızı perişan etti.

Bu iktidar birbiri ardına aldığı yanlış ötesi kararlarla milleti ezdi, hem yurt dışında ve hem de yurt içinde namertlere muhtaç etti.

Ahlâk kavramı zedelendi.

Bir sürü insanımızın ar, haya ve namus ölçütleri törpülendi ve yok edildi.

Yolsuzluk, hırsızlık, devletin ve milletin parasını söğüşlemek rağbete bindi... Yapanlar ‘saygın’ insan oldu, yapmayanlar ‘keriz’ tarifesine sokuldu.

Yolsuzlukların önü açıldı.

★★★

Türkiye bunların dönemine kadar böyle değildi.

Şimdi bir Cumhurbaşkanı var ki ondan habersiz adım atılamaz. Memlekette uçan kuştan bile haberi olur.

O Cumhurbaşkanı tutturmuştu “Bizi batıran yüksek faizdir” diye!

Hatta bu tezini anlatırken Kuran’dan örnekler veriyor, “Nas” falan diyordu.

Fırsat buldukça kürsülere çıkıp nutuk atıyordu:

“Faiz belasını milletin sırtından kaldıracağız. Faiz artmayacak, tam tersine düşürmeye devam edeceğiz çünkü hayat pahalılığını yaratan yüksek faizdir...”

Bunları söyleyen şahıs kendini her seferinde  “Ben ekonomistim” diye tanımlayan, bu işlerden anladığını göstermek isteyen ve her şeyden tek başına sorumlu olan cumhurbaşkanı idi.

★★★

Beyefendi baktı ki işler kötüye gidiyor, kendisine gerçek ekonomistler tarafından yapılan uyarıları dikkate almak zorunda kaldı. Hatta Kuran’dan verdiği örnekleri de çiğneyip faizlerin artırılmasına karar verdi.

İyi olur veya kötü olur, onu ben bilemem. Konu benim alanıma girmez...

Üstelik, bilmediğim konularda ahkâm kesmek yakışık almaz.

★★★

Sevgili okurlarım, bu beyefendi ile ekibine sormak gerekiyor:

“İki gün öncesine kadar memleketi yanlış karar ve uygulamalarla yönettiğiniz ortaya çıktı ve 180 derece dönüş yapmak zorunda kaldınız.

Bunun sorumluları kimdir, nerededir?”

Esas soru şu:

Milletin başına bela olan bu gibi durumları yaratan adamlarınızdan, çeşitli yolsuzluklara bulaşan partililerinizden acaba bu 20 küsür yılda bir kez olsun hesap sormak aklınıza gelmedi mi?

Gelmiş olsa bile sormadınız, soramadınız...

Çünkü evine yarım kilo domates, 250 gram kıyma alabilmek için zorlanan kesimlerin çektiği çilelerin o kadar uzağındasınız ki...

Çünkü zat-ı âliniz saraylarınızda milletin parasıyla bin bir lüks ve şatafat içinde yaşarken o milyonlarca insanın durumu sizin aklınıza hiç gelmedi...

Bu gerçeği “Yapacağız edeceğiz, sabırlı olun” edebiyatı ile nereye kadar örteceksiniz, anlamak mümkün değil.

★★★

Bu süreçte size teselli veren çok önemli ve garanti belgeli bir husus vardı:

“Ne yaparsak yapalım bunlar nasıl olsa bize oy veriyor. Bundan sonra da aynı yöntemi deneriz. Allah deriz, dinden imandan söz ederiz, arkadaşlarımız faiz haramdır der, ötesi nasıl olsa gelir!..”

Ama son anda baktınız ki vaziyetler ayva, kendinizle çelişkiye düşüp faiz yükseltme kararı aldınız.

Hayırlı olsun beyefendi!

(Bu kararın kime ve hangi kesimlere nasıl yarayacağını, ya da hangi kesimleri nasıl yok edeceğini bilemediğimi burada bir kez daha vurguluyorum.)