Tatil yaptığım Ege ilçesindeki çarşıdan geçerken, lokantanın garsonlarından biri önümü kesti.

Israrla bir şeyler ikram etmek istiyordu.

Gencin asıl amacının konuşmak, içini boşaltmak olduğunu anlayıp, “İkramını almış kabul et, seni dinliyorum kardeşim” dedim.

Hemen cep telefonunu çıkardı ve Teknofest kaydını gösterdi.

Baktım çok iyi bir derece yapmış. Kutladıktan sonra “Demek ki önün açık, şanslı sayılırsın...” diyordum ki sözümü kesti:

“Ne gezer abi, burada gelecek yok, iki gün sonra Almanya’ya kaçıyorum!..”

-Gidiyor musun, yoksa kaçıyor musun?..

“Vize vermiyorlar, o nedenle kaçıyorum!..” 

Ne diyeceğimi bilemedim.

★★★

“Giderlerse gitsinler” denilen genç Türk doktorların Almanya’nın Hannover kentindeki buluşmalarının fotoğrafını görmüşsünüzdür.

Günlerdir gözümün önünden gitmeyen o fotoğraf ne çok şey anlatıyor.

Sayıları her geçen gün biraz daha artan doktorlara 14-31 Mayıs tarihleri arasında, yani sadece 15 gün gibi kısacık bir süre içinde, 144 meslektaşları daha katılmış.

Bu “rekor sayıdaki doktor göçü” yalnız ve güzel ülkemiz için çok sarsıcı, çok ağır bir kayıp değil mi?

Hukukçu-Yazar Mümin Sekman, “giderlerse gitsinler” denilerek dışlanan genç hekimlerin ne zorlu süreçlerden geçerek bu yüce mesleği yapmaya hak kazandıklarını, öğrenci yurdundaki gözlemlerine dayanarak bakın nasıl anlatıyor:

★★★

“Hukuk fakültesinde okurken, ilk yıl devletin öğrenci yurdunda kalmıştım.

Yurdun ders çalışma salonunda hangi bölüm öğrencilerinin ne kadar kaldığını hiç unutamıyorum.

Düşük puanla girilen bölümlerin öğrencileri, ders çalışma salonuna pek uğramazlardı.

Onların bazıları sonradan politikacı oldu: (Beyinleri kendilerine zor yeten insanlar, ülke yönetmeye soyundular!..)

Biz hukukçular, gece 23.00-24.00 gibi kitapları toplayıp uyumaya giderdik.

En sona tıpçılar kalırdı.

Çıkarken gözlerim onlara takılırdı.

Acaba kaçta yatıyorlardı?

Tıp kazanacak kadar zeki, çok çalışacak kadar iradeliydiler. Başarının dört bileşenine sahiptiler:

“Zeka, emek, yetenek ve disiplin...”

Bu nedenle her şeyin en iyisini onlar hak ediyordu.

★★★

Sınav zamanları biz de “sabahlamaya” başladık.

İşte o günlerde onların ders çalışmayı saat kaçta bitirdiklerini görebildik.

Bütün yıl, gece yarılarını geçinceye kadar çalışıyor, sabaha karşı salondan ayrılıyorlardı.

★★★

Onlar tıp fakültelerini kazanabilmek için olağanüstü çalıştılar.

Tıp öğrenimini bitirmek için olağanüstü çalıştılar.

Asistan nöbetlerinde gecelerce uykusuz kalıp yine olağanüstü çalıştılar.

Uzmanlık sınavlarına hazırlanırken, yeniden öğrenci olup, 1500 sayfalık kitapları ezberlerken hep olağanüstü çalıştılar.

Uzmanlık sınavını kazandıktan sonra gönderildikleri “şark görevinde” de olağanüstü çalıştılar...

★★★

Buna karşın çile çekmekten kurtulamadılar.

İnanın; lise öğrencilerine konuşma yaparken, artık tıp kazanmayı “başarı örneği” olarak anlatamıyorum.

Sesim kısılıyor, boğazım düğümleniyor.

Sanki çocuklara kötülük yapacakmışım gibi geliyor. 

Zira bu kadar ağır bedel, böylesine horlanma, bu ödüle değmez!.. 

★★★

Şimdi de doktor vuracak noktaya geldi onlara yönelik şiddet.

O yurttaki ders çalışma salonuna uğramayan adamların tasarladığı verimsiz ve doktor düşmanı sağlık sistemi var oldukça, bu sorunlar çözülmez.

Doktorlardan yana tarafım.

Açık ve net bir şekilde, bu insanlara haksızlık yapıldığını düşünüyorum.

“Ama” sız destekliyorum...

★★★

Son söz de benden:

Onlara “Bırakın gitsinler” demek yerine, “Aman maddi-manevi haklarını sonuna kadar verelim de gitmesinler” denildiği gün Türkiye, sadece güzel değil, aynı zamanda zengin bir ülke olmaya başlayacak...