Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan çok önemli tespit ve uyarılar:




Değerli okurlarım,

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 21 yıllık iktidarında dış politikayı, iç politikada lehinde algı yaratmak için kullandığını biliyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu yöntemi 11-12 Temmuz’da Litvanya’nın başkenti Vilnius’da yapılan NATO zirvesinden yararlanarak tekrarlamak istedi. Vilnius’dan dönüşünde uçakta gazetecilere, Batıyla ilişkilerin düzeltilmesinde başarı sağlandığı algısını yaratmak amacıyla, Avrupa Birliği’yle (AB) tam üyelik müzakerelerinin yeniden canlanacağı yolunda iddialı açıklamalarda bulundu. Gazetecilerin sorduğu: “AB ile ilişkilerde yeni sayfa açılacak mı?” sorusuna Cumhurbaşkanı şu cevabı verdi: “Avrupa Birliği üyelik sürecimizin yeniden canlandırılması noktasında olumlu bir kanaat hakim. Türk ekonomisine çarpan etki yapacak Gümrük Birliği’nin güncellenmesi müzakerelerini de hızlandıracağız. Vize serbestisinde de mesafe alacağımıza inanıyorum.”

Fakat bu sefer algı operasyonu istenilen amaca ulaşamadı. Zira bu açıklamadan bir hafta sonra  Avrupa  Birliği Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu yayınladığı Türkiye raporunda  “Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinin mevcut koşullarda devam edemeyeceği” vurgulandı, yani AB’ye üyelik statüsünün son bulması önerildi. Ardından Gümrük Birliği Anlaşmasının güncelleştirmesi ve vizelerin serbestleştirilmesi, Türkiye tarafından kabul edilemeyecek şartlara bağlandı.

Tüm öngörüleri gerçekleşen emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bu söyleşimizde dış politikamız açısından kritik önem taşıyan bu konuyu ele alacağız.

★★★

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, AB Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu’nun  bu önerisinin uygulanacağı kesin mi?

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Raporun açıklanmasından hemen sonra AB Dışişleri Bakanları toplandı ve önerinin uygulanması yönünde karar aldı.  AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell, AB Dışişleri Bakanları Toplantısı’nın ardından yaptığı açıklamada özetle şu hususları belirtti: “Adaylık statüsüne son verdikten sonra, Türkiye ile AB arasında güçlü bir ilişki geliştirmek için karşılıklı çıkarlar olduğuna inanıyoruz. Bu konudaki görüşlerimizi AB ülkeleri ve liderleri için hazırlanacak rapora da yansıtacağız. Türkiye ile nasıl yeniden ilişki kurabileceğimizi tartıştık. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında daha güçlü bir ilişki geliştirmek için karşılıklı çıkar olduğuna inanıyoruz. Doğu Akdeniz’de gerilimin kalıcı şekilde azaltılması, tüm bölgenin istikrarı ve güvenliğine katkı sağlayacaktır. Birleşmiş Milletler kararları doğrultusunda Kıbrıs sorununun çözülmesi, Türkiye ile yeniden kurulacak ilişkide kilit rol oynayacaktır. Ayrıca, Ankara’nın taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde tanımlanan temel özgürlük ve değerlerin korunması da ilişkilerde esas olarak alınacaktır.

Konsey bana, Türkiye ile ortak çıkarlar üzerine yakın ilişkiler inşa etme görevini verdi. Ben bu hedefi gerçekleştirmeye ve farklılıklar arasında köprüler kurmaya çalışacağım.”

(U.D.): Konu Türkiye için çok önemli... Muhalefetin bu konuyu gündeme getirip, yoğun bir tartışma açması gerekmez miydi?

(Ş.E.): Gazetecilerin, vizelerin serbestleştirilmesi ve gümrük birliği anlaşmasının gözden geçirilmesi hakkındaki sorulara verdiği cevaplar dikkat çekici ve düşündürücü. Borrel diyorki: “Bunların ele alınması için Doğu Akdeniz’de tansiyonun düşürülmesini ve Kıbrıs sorununun Birleşmiş Milletler’in (BM) kabul ettiği yaklaşımlar doğrultusunda çözülmesi için müzakerelerin ciddi bir şekilde yeniden başlatılmasını umuyoruz...  Doğu Akdeniz’deki durum AB ile Türkiye arasında yeniden yapıcı ilişkiler kurma girişiminin temel unsuru olacak. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Yunanistan’ın da bu konularda söz sahibi olduklarını unutmamak lazım.”

(U.D.): Anlaşılır gibi değil... Sanki AB sırtını toptan Türkiye’ye dönüyor.

AB TÜRKİYE’Yİ AVRUPA’DAN VE DOĞU AKDENİZ’DEN DIŞLAMAYI HEDEFLİYOR

(Ş.E.): Benim anlayışıma göre, AB Bakanlar Konseyi’nin Türkiye’ye yönelik kararları esasta şunları öngörüyor: A) Türkiye’nin AB’ye üyelik statüsüne son vermek ve bunun yerine alternatif olarak, karşılıklı çıkarlar üzerine bina edilecek yeni bir ilişki süreci oluşturmak. B) Alternatif süreçte ilişkilerin gelişmesi şu iki koşula bağlı olacaktır: Bunlardan birincisi, Kıbrıs sorununa “Birleşmiş Milletlerin önerisi doğrultusunda iki toplumlu, iki kesimli federasyon zemininde bir çözüm aranacak; iki egemen devlet formülü dikkate alınmayacak...  İkincisi ise, Doğu Akdeniz’de ülkemizi karasularına hapseden Sevilla haritasının öngördüğü deniz sınırları Türkiye’ye “empoze” edilecek.  C) Bu koşulların yerine getirilip getirilmediği konusunda Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin de söz hakkı olacaktır.  D) Ankara, bu koşulları yerine getirmediği takdirde, AB’den, gümrük birliği anlaşmasının güncelleştirilmesi ve vize serbestisi konusunda herhangi bir adım atılmasını beklememelidir. A, B, C, ve D maddeleri harfiyen Yunanistan’ın Türkiye’ye dayatmak istediği şartlardır. Hedef, Türkiye’yi Avrupa’dan ve Doğu Akdeniz’den dışlamaktır.

(U.D.): Sevilla haritasıyla güdülen amacı okurlarımıza anımsatmanız yararlı olacak.

SEVİLLA HARİTASI ANADOLU’YU KENDİ KARASULARINA HAPSEDEREK AKDENİZ’DEN KOPARMAYI ÖNGÖRÜYOR

(Ş.E.): Bu konuda daha önce yaptığımız söyleşilerde de belirttiğim üzere, Sevilla haritası, Rum/Yunan ikilisinin Anadolu’yu kendi karasularına hapsederek izole etmek, Akdeniz’den kopartmak hedefini gütmektedir. İspanya’nın Sevilla Üniversitesi tarafından hazırlanan bu harita, Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’de kıta sahanlığı olarak hak iddia ettiği alan ile GKRY’nin 2004 yılında ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölge’nin (MEB) sınırları ile örtüşmektedir. AB de bu sınırları kendi resmi sınırları olarak açıklamaktadır.

AB’nin bu konuda ne denli haksız ve adaletsiz bir tutum içinde olduğunu belirtmek için bir noktaya işaret edelim.  Sevilla haritası, Meis adacığından başlayan Yunan kıta sahanlığını Akdeniz’in ortalarına kadar uzatırken, Akdeniz’de en uzun sahil şeridine sahip olan Türkiye’ye, Antalya Körfezi önünde Akdeniz’e sınırlı bir çıkış dahi vermiyor! Türkiye, 779 bin kilometre karelik  Anadolu toprağının güney-doğu ucunda 10 kilometre karelik bir noktacık olan Meis adasının, Anadolu’ya 2 kilometre, Yunanistan ana karasına ise 580 kilometre uzaklıkta iken, 40 bin kilometre kare genişliğinde kıta sahanlığına sahip olduğu  iddiasını, rasyonel ve uluslararası hukuka uygun bir tez olmadığı gerekçesiyle reddediyor.

(U.D.): AB’nin Türkiye’ye karşı bu denli umursamaz ve dışlayıcı bir tutum benimsemesi şaşırtıcı.

(Ş.E.): Bu tutumun temelinde AKP’nin uygulamaya koyduğu “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin olduğunu söylersem hiç şaşırmayın. Bakınız, Türkiye’nin kültürü, kimliği, ülke ve nüfus olarak cesameti ve AB karar alma sürecinde yaratacağı sorunlar nedeniyle AB içinde çoğunluk Türkiye’nin üyeliğine eskiden beri karşı çıkılıyordu. Ama Türkiye’nin üyelik statüsüne son verilmesi açıkça ve resmen gündeme gelmemişti.  AKP iktidarının 2017 yılında kabul ettiği ucube “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin, demokratik kurumları ve kuvvetler ayrılığı sistemini tahrip etmesi nedeniyle, Türkiye’nin “demokrasi, özgürlük, adalet özürlü” bir ülke olarak  Avrupa Konseyi denetimi altına alınması, AB’nin Türkiye ile müzakereleri askıya almasına yol açtı. Fakat bu aşamada da AB’nin bulduğu formül, Türkiye’nin üyelik statüsünü muhafaza ederek, işlevsel bir işbirliğini devam ettirmekti.

(U.D.): Peki, AB’nin Türkiye’nin üyelik statüsüne son verme kararını aldıran sebep, yani bardağı taşıran son damla nedir?

TÜRKİYE İLE AB ARASINDAKİ SORUNLARIN TEMELİNİ İKTİDARIN AVRUPA HUKUKUNU REDDETMESİ OLUŞTURUYOR

(Ş.E.): Bunun iki nedeni var. Birincisi, AKP iktidarının Avrupa hukukunu reddetmesidir. Bunu biraz açayım: Avrupa hukukunun iki temel belgesi olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS)  hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) zorunlu  yargı yetkisi Anayasamızın 90. maddesi gereğince Türkiye’nin iç hukukunun bir parçası haline gelmiştir. Bu husus, Anayasa Mahkemesi’nin 7 Şubat 2008 tarihli kararıyla da teyit edilmiş ve sözleşme hükümlerinin nitelikli yasa hükmünde olduğu ve AİHM kararlarının bağlayıcı olduğu vurgulanmıştır. AİHM kararlarının Türkiye için bağlayıcılığının tartışmasız  olmasına rağmen, AKP iktidarı, AİHM’in Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkındaki tutukluluk kararlarının kaldırılması ve her ikisinin de derhal serbest bırakılmaları  yolundaki kararını uygulamamıştır. Ankara defalarca yapılan uyarılara uymayınca, Avrupa Konseyi’nin icra organı konumundaki Bakanlar Komitesi Türk Hükümeti hakkında “ihlal prosedürü” başlatmaya mecbur kalmıştır... Önce, Osman Kavala dosyasını ele alan Bakanlar Komitesi, Türk makamlarını “Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasını sağlamaya şiddetle davet etmiştir.” Kararının uygulanmaması halinde Komite, Eylül 2023’teki toplantısında Türkiye’ye uygulanacak yaptırımı açıklayacak.

(U.D.): Uygulanacak yaptırım ne olabilir?

AB YUNANİSTAN’IN GÜDÜMÜNE GİRMİŞ DURUMDA

 (Ş.E.): Muhtemel yaptırımlar arasında oy hakkının askıya alınması, üyeliğin askıya alınması veya  sonlandırılması var... Bunların her biri gayet ağır, ülkemizin itibarını daha da karartacak yaptırımlar. Şimdi ikinci nedene geliyorum... İkinci neden  “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsına yönelik oluşmuş olan algıdır”. Bu algının etkisiyle  AB  liderlerinin, önümüzdeki 5 yıl zarfında Türkiye’deki iktidarın genel tutumunda ve dünyaya bakışında bir değişiklik olmayacağı varsayımıyla ülkemizin AB’ye üyelik statüsüne son vermek hususunda mutabık kaldıkları anlaşılıyor. Aynı zamanda, Türkiye’nin içinde bulunduğu derin ekonomik krizden yararlanır ve istediğimizi elde ederiz düşüncesiyle de, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz sorunlarında Türkiye’ye karşı baskıcı bir politika izlemeye karar vermişlerdir. Bu durum, AB’nin Yunanistan’ın güdümüne girdiğini ve Atina’nın politikalarının icracısı rolünü üstlendiğini göstermektedir. Kısacası AB, Türkiye’yi Batı’dan koparma operasyonuna alet oluyor!..

(U.D.): Türkiye’de kimsenin buna ses çıkarmaması hayret verici değil mi?..

CHP BU OLUMSUZ GELİŞMELERİN FARKINDA BİLE DEĞİL

(Ş.E.): Bu durum bana ünlü şairimiz Mehmet Akif’in şu dizelerini hatırlatıyor:

Ey dipdiri meyyit (ölü) iki el bir baş içindir.

Davransana... Eller de senin baş da senindir!

His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?

Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.

AKP’nin AB’nin bu politikasını eleştirmesi zor görünüyor... Zira,  Cumhurbaşkanı’nın Vilnius dönüşü uçakta gazetecilere beyanlarının gerçekçi olmadığı ortaya çıktı...

Bu bakımdan AB’yi, Yunanistan güdümündeki  politikasının son derece hatalı olduğu hususunda ikaz  ve bu tutumunu değiştirmeye ikna  etme görevinin, demokratik hukuk devletini, temel hak ve özgürlükleri ve kuvvetler ayrılığı prensibini koşulsuz desteleyen ana muhalefet partisi CHP’nin üstlenmesi gerekiyor. Hazin ve üzücü olan, CHP’nin Borrel’in açıklamalarının Türkiye üzerindeki etkilerinin dahi  farkında olmaması!..

Tavsiyem: CHP acilen silkinerek “dipdiri meyyit” konumundan kurtulmalı!...