Bugünlerde ülke gündemine “hilafet isteriz” söylemi sokuldu!

Marjinal grupların -emperyal nostalji ile yaptıkları- bu tür beklentiler zaman zaman gündeme geliyor. Üzerinde durulmaya değecek konu değil aslında. Fakat “rejim korkusunu” düşüncesinin merkezine koyan “bizim mahallede” pek önemseniyor bu tür aykırı talepler!

Hz. Muhammet döneminden sonra başlayan bin dört yüz yıllık tartışma, halifelik. Halife-i Resulullah’ın yerini almak kolay mı?

Emevilerin siyasi otoritelerini tanımlamak için saltanatlarını hilafete dönüştürmesi tartışmaları büyüttü:

Kur’an’ın ikinci ve otuz yedinci ayetine göre halife, Hz. Adem ve Hz. Davut gibi peygamberlere aitti. Hadis’e göre, halifeliğin ömrü otuz yılla sınırlıydı. Hz. Ali ile sona ermişti. Vs.

Sonra Abbasiler kullandı unvanı; “Hulefa-yı Raşidin”...

Anadolu’da sadece Osmanlı değil; Aydınoğullarından İsa Bey 1380’te -Selçukluların bile cesaret edemediği- “halifetü Rasulillah Fi’l-mü-min” (Peygamber’in müminler arasındaki halifesi) unvanını aldı.

Diyarbakır’daki Ulu Cami kapısındaki Selçuklu kitabesine göre, Selçuklu hükümdarı kendini Allah’ın halifesinin yardımcısı (mu’in-i halifetullah) olarak tanımladı.

Anadolu’daki tasavvuf örgütlenmeleri üzerinde hâkimiyet kurmak isteyen Osmanlı, halife kavramını Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi (halifetullah) diye kullandı.

Ayrıca... Hilafet için Kureyş soyunun şart olup olmadığı hep tartışıldı. Müslümanların evrensel lideri kim olacak tartışması hiç bitmedi...

★★★

Yazmak istediğim hilafet tarihi değil; (Teymiyye’den Gazali’ye) halifeliğin siyaset aracı olarak kullanılması...

Ülkemizdeki cehaletin “halifelik istiyoruz” talebi, bugün başta Selefiler- Suudiler olmak üzere çok örgüt ve ülkeyi Türkiye aleyhine kışkırtacaklarını kavrayamıyor!  

Hele Riyad krizinden sonra “hilafet istiyoruz” pankartı açmak, söylev vermek pek akılcı görünmüyor. Çünkü:

Halifelik merkezli din iktidar ilişkisi özünde ilahiyatın değil, siyasetin konusudur!

Osmanlı’da unvanın öne çıkması, 18’inci yüzyıldan sonra -bu topraklardaki Müslümanlara hamisi olduğunu hatırlatmak için- Rusya ile mücadelede ağırlık kazandı. Rusya yayılmacılığına karşı halifelik ilk kez “panzehir” olarak kullanıldı. Keza:

Dünya sert bir paylaşım savaşına giderken halifeliği siyaset manasında kullanımını yaygınlaştıran İngilizler oldu: Osmanlı halifesinden, sömürgeleri Hindistan ve Afganistan’daki ayaklanmaları bastırmak için yardım istedi. Aynısını ABD, Filipin adaları için rica etti...

İkinci Abdülhamit, halifeliği siyaset çizgisine dönüştüren ilk padişah oldu: Pan-İslamist...

Günümüz cehaleti bilmiyor; Osmanlı modernistleri ve İttihatçıları bu pragmatist siyaseti benimsendi.

Ve:

★★★

Osmanlı’nın Alman nüfuzuna girmesi, İngilizleri bu kez bambaşka tavra yöneltti: Osmanlı hilafetine karşı Arap hilafetini desteklemeye başladı. Bu strateji Arap milliyetçiliğine karşı din merkezli Arap kimliği inşa etmeye de yardımcı olacaktı...

İngiliz Propaganda Ofisi tartışmayı tekrar gündeme taşıdı:

-“Halife Kureyş soyundan olmak zorunda!”

Hürriyet ve İtilaf Fırkası’ndan, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ne İstanbul’daki İngiliz severler bu kara propagandaların kullanışlı aptalları oldu. Mesela, “dinsiz mason İttihatçılar” söylemi gibi...

Birinci Dünya Savaşı, “Almancı” Osmanlı ile, “İngilizci” Arap hilafetini karşı karşıya getirdi. İngilizler, “İslam karşıtı Osmanlı ile savaşmak caizdir” propagandasına Arapları inandırdı...

Bugün... “Hilafet isteriz” pankartını- konuşmasını, Erdoğan’ın “Suudiler ile dostluğumuzu kimse bozmaz” sözleriyle birlikte analiz etmek gerek. Tesadüf mü?

Bakınız:

Din ile devletin iki kardeş olması ne Kuranî bir tasvir, ne de var olan gerçekliğin izahıdır.

Hilafet, özünde insani tarihsel bir müesseseden fazlası değildir. İslami kaynaklar hilafeti, Allah’ın yeryüzündeki düzeninin garantörü olarak görmez.

Cehalet ile hurafe kardeştir.