Görsel aldatıcı olduğu kadar, gerçeği ele vermeye ve açığa çıkarmaya müsait. Pippo Delbono, sahnenin ortasındaki bir kafeste hapis ve kafesin içinde dans etmekte... Dans ediyor ve “Size bir hikaye anlatacağım...” cümlesi dudaklarından dökülüyor.... Gerçek hayatta olduğu gibi, sahnede de, sekanslar birbiri ardına, ne başı ne de sonu olmadan sıralanıyor; aynen gündelik hayatta, birbirleriyle ilgisi olmayan olayların zincirleme akması gibi... "Don’t worry be happy" şarkısının nağmeleri eşliğinde, Nelson bahçesini sulamakta... Yaşı geçkin, ağzında sigarasıyla bir markiz sahneye doğru yürür... Yas tutan bu dul, kırmızı gül yapraklarını teker teker yolarak etrafa saçar... Ve Pepe kağıttan yapılmış yüzlerce kayık ile sahneyi kaplar. Bu küçük kayıklar birazdan elbiseler ve çaputlarla örtülecek... Aynı anda çiçekten yapılmış çelenkler askılardan şelale gibi dökülecek... Ve Pippo hala kafesinde dans etmeye devam ediyor... Pippo, muhteşem imgelerle dünyadaki acıları anlatıyor... Kağıttan kayıklar ve üst üste atılmış kilolarca giysiyle, hedeflerine, Avrupa sahillerine ulaşamadan ölen mültecileri, sonbahar yapraklarıyla değişen mevsimlerin hüznünü ve aynı zamanda dağ gibi çiçek yığınıyla da oyuncularına olan derin sevgisini anlatıyor, Neşe sözcüğü acıyla, mücadeleyle, karşı koymayla iç içe geçiyor. Kapkara da olsalar bulutların arkasından ne olursa olsun daima güneş doğar... Neşe bir sonuç değil, bir mekan, bir eşya, bir olay... Delbono, bu gösterisinde acıya karşı mutluluğa, artık hayatta olmayan yoldaşı, dostu Bobo’nun hatırasına saygı duruşunda bulunuyor. Pippo Delbono, 1996’da İtalya’da Napoli yakınında bir psikiyatri kliniğinde çalışırken Bobo'yu tanımıştı. Bobo tam otuz beş yıldır bu klinikte yaşıyordu. Küçük beyinli olduğu için, kaderi ömür boyu “çocuk kalmaya” çizilmişti, sağır, dilsiz, beyni gelişmemiş (microcephale) ama olağanüstü jestleri olan Bobo, Pippo ile beraber klinikten kaçar ve Pippo’nun sahnede ve sahne dışında can kardeşi olur. Onu, tiyatro kumpanyasının baş aktörü yapar. Bobo grubun bel kemiği ve Delbono’nun ifadesiyle “patronu” olur. Bobo unutulmaz bir karakterdi. Doğuştan oyuncuydu adeta... Yazma okuma bilmez, duyma ve konuşma yetisi olmasa da, herkesi algılayabilme iç güdüsüne sahipti. Seyirci olarak, koltuğumuzda onun karşısına oturduğumuzda sanki size hitap ediyor ve kulağa fısıldananı gözlerinizin ta derinliğine söyler gibiydi. Bobo tam bir stardı, selama çıkmayı çok severdi ve 22 yıl boyunca Delbono’nun yanında büyük kitleleri selamlayabildi. Çıkardığı sesler kuş cıvıltılarını andırırdı. "Sevinç" gösterisinde de onun sesini duyuyoruz, yaşama vedasını, bir yandan da canlanmasını... Gösteri, bütün oyuncuların bir mezar taşına çiçekler bırakmasıyla başlıyor ve askılardan dökülen çiçek demetleri ve devasa sarmaşıklarla sona eriyor. Bobo’nun ölümünden sonraki bu ilk gösteri aynı zamanda mülteci oyuncularına ve dansçılarına ve de bütün engellilerine adanmış. Delbono’nun gösterileri, kendi itiraflarını ortaya döktüğü açık mektuplar adeta... Yanında da yıllarca beraber yürüdüğü sevdikleri var. Yanındaki sevdikleri, hayatın sillesini yemiş, kaldırımlarda yatıp kalkmış, acılar yaşamış ya da standartlara uygun olmadıkları için dışlanmış. Pippo bu insanları olduğu gibi kabul etmiş, çünkü o da olduğu gibi: Bir bakışın, bir sözcüğün, bir jestin değerini bilen; korktuğunu söylemekten, acısını ya da hastalığını açıklamaktan çekinmeyen ve hep ışığı bulmaya çalışan insanlığın aynası. Delbono’ya göre tiyatro sahnesi kuralların olmadığı mutlak özgürlük alanı... Özelinin ve nevrozlarının kefaret meydanı. Öfkesini omuzuna asmış ve sevgiyi rehber olarak seçmiş. O bana göre tiyatronun Godard’ ı. Bu son oyunuyla, sağlam bir şekilde inşa etmiş olduğu yapıtına yeni bir taş daha eklemiş oldu. Gösterileri çok şiirsel, dokunaklı ve görsel. Sahneler kopuk bir şekilde zincirlenirken bazen anlaşılması zor anlar ve tutarsızlıklar var, ama Pippo'nun da anlatmak istediği tam bu: Anı yaşamak ve bu tuhaf, gösterişli ve benzersiz dünyanın kollarına kendini bırakabilmek... Bu gösteride, sevincin yanı sıra delilik, acı ve ölüm temaları işlenmiş. Paylaşım gösterinin mihenk taşı... Pippo seyircisiyle iş birliği içinde; sık sık sahneden iniyor, seyircinin arasına karışıyor, ta en arkaya gidip şiirini ya da repliğini paylaşıyor. Bu zalim dünyada, biz insanlara sevgiyle kenetlenmekten daha değerli bir şey kalmıyor. Neşe, yaşam savaşına bir başkaldırı... Ümit yitirilmemeli... Mevsimler değişse de, mültecilerin cansız bedenleri yollarda kalsa da güneş yine doğacaktır. Sahneler aktıkça, klasik parçalardan Aram Khachaturian’ın valslerine kuvvetli bir tempoyla geçişler çok etkileyici. Elena Giampoli’nin tasarladığı olağanüstü kostümlerin içinde aktörler bir birlerine destek vererek, melankolilerini, hassasiyetlerini dans ve şarkı söyleyerek ifade ediyorlar: Gianluca, kah İtalyan divanın ipek mavi kaftanını, kah beyaz palyaçonun yanar döner giysisi içinde ölmüş dostu Bobo için acı çekiyor. Zarif Grazia çılgın danslarıyla büyülüyor; pudralanmış elbisesinin eteğiyle oynadıkça, havaya uçuşan beyazlıklar, Pippo’nun içinde olduğu kafese ulaşıyor. Oyuncuların çılgın kostümleriyle sahne bir tuhaf panayır. Oyunculardan biri baştan aşağı ışıklı çelenklere bürünmüş, bir diğerinin kollarının yerinde ağaç dalları sarkıyor. Kadınlar kraliyet kostümleri giymiş, çember etekler, çılgın şapkalar ve abartılı makyajlar. Her şey son derece eksantrik, hayal mahsulü ama bir o kadar da zarif ve stil sahibi... Tek kelimeyle büyüleyici ve etkileyici. Sonda yönetmen Pippo’nun oyuncularına sayısız çiçek sunması hayran bırakıyor... Bu çiçekler tekrar doğuşu simgeliyor... Zamana ve acılara karşı direnen çiçekler. Aşk ve acı iç içe... Düşsel bir yolculuk... Yasla gelen acıya karşı yüreğimize ferahlatan tomurcuklar serpiştiriliyor... Neşeli ölüm sahneden göz kırpıyor. On bir kişilik oyuncu kadrosuyla bir saat yirmi dakika süren bu gösteri İtalyanca. 2020 baharına kadar Fransa, İtalya ve diğer ülkelerde turnede.