Sekiz erkek oyuncunun yorumladığı ve İtalyan Alessandro Serra’nın sahnelediği Macbettu, güzelliği ve derinliğiyle büyülüyor ve zirve yapıyor. Alessandro Serra ve ekibi William Shakespeare’in, Macbeth oyununu Sardunya topraklarına uyarlamışlar. Bu oyun bir ifade ve vücut estetiği harikası. Oyunun ilahileri, şarkıları, diyalogları Sardunya dilinde... (Sahnenin iki yanından tercümeler akıyor.) Eğlenceyle dehşetin bir birine karıştığı şaşırtıcı karnavalların ve değişik ritüellerin yaşandığı Sardunya’nın antik ve sıra dışı topraklarına uyarlanmış bu eser, Shakespeare‘in tiyatrosuna sadık kalarak, yalnızca erkek oyuncular tarafından sahneleniyor. Sardunya’nın kırsalında, Barbagia’da, ürkütücü ahşap masklarla dolaşan Mamuthones kabilesi, bu oyunu sahneye koyan Alessandro Serra‘ya ilham vermiş. Serra’ya göre bu ahşap masklı kabile, doğanın gücünü ve kuvvetini ortaya çıkarıyor. Aynı zamanda sahnede enfes bir “yürüyen orman” sergileniyor. Sahneleme tekniği güçlü, arkaik bir enerjiyi ortaya seriyor. Bu güçlü enerji, kah karanlık kah aydınlık, bazen hayvani bazen ruhani… Serra, bu tezatların ortasına öyle bir derinlemesine iniyor ki, insani paradoksları bir bir ortaya çıkarıyor… Ve insanoğlunun en mükemmelini de en beterini de yapabileceğini, iyilikle kötülüğün iç içe olabileceğini vurguluyor. Oyun, net bir şekilde insanoğlunun iktidara olan tutkusunu ve ruhsal kırılganlığını vurguluyor. Cadılar, Macbeth’e “Taht seni bekliyor” diye fısıldıyor. Macbeth, cadıların bu kehaneti üzerine büyük bir kaosun içine sürükleniyor ve ihanet ile cinayetler de peş peşe geliyor. Çiğnenen kurallarla, bu değişimin etkileri bedenlere ve ruhlara kazınıyor. “Oluk gibi akan bu kan, küçücük bir elin içinde hapsolmuş. ”Kahraman savaşçı Macbettu, aldatıcı ve hayali bir geleceğe doğru kendini sürüklerken, elinde var olan hazinelerin değerini unutuveriyor. Yaşlı kral Duncan’ı öldürmeye tereddüt ederken, uzun boylu ve upuzun gür saçlı Lady Macbeth, kocasının kel kafasını, adeta içine bir zehir akıtırcasına okşayıp öpüyor ve onu ikna ediyor. Kralı öldüren Macbeth tahta çıkar, sonrasında uyuyamamaya başlar, kendini yalnızlığına hapseder ve azap çekmeye devam eder. İşte bu travmatik atmosfer, oyunda mükemmel bir dakiklikle işlenmiş, tasarlanmış ve enfes bir alana dönüştürülmüş. Bu olağan üstü alana, vücutların ve seslerin gücü ve yeteneği ustalıkla can veriyor. Sahneler, yarı çıplak altı aç insanın yerlerde dört ayak üstünde sürünerek, parçalarcasına yedikleri ürpertici domuz etlerinden, zengin bir ziyafete, kralın katledilişinden, Macduff ailesine, ahenkli geçişlerle devam ediyor. Kehanete göre Macbeth, ancak orman hareket ederse yenilecektir... Ve ormanların yarım şeytan-yarım hayvan görünümündeki masklı yaratıkları hareket etmeye başlar ve yürüyen ağaçları çağrıştıran bir görünüm ortaya çıkar. Muzip, afacan, fantastik, sinsi cadılar seyirciyi bir yandan eğlendirirken, diğer yandan da korku ve dehşet anlarına bir panzehir vazifesi görüyor. Büyük metal plakalar sahne gerisine yerleştirilmiş. Oyuncular bu metallere vurarak fırtına sesi çıkarıyor; bu ses eziyet ve acıların başlangıcı. Işık çok loş, öyle ki formlar belirgin değil, çokça gölge oyunları dikkat çekiyor. Sahnenin üstü toz ile örtülü, cadılar teker teker sahneye geliyorlar; her biri yerlere kadar siyah cübbeleri içinde, iki büklüm, bürlesk bir lokomotifi andırıyorlar. Sahneler bir biri ardına akarken, karakterlerle tanışıyoruz: Macbeth kısa boylu, tıknaz ve kel. Kral kelli felli, gösterişli. Diğer karakterler de güçlü kuvvetli, yakışıklı ve hepsi sakallı. Herkes Sardunya dilinde konuşuyor. Bu Akdeniz lisanı, Shakespeare’in tekstiyle çok iyi uyum sağlıyor. Oyuncuların beden dili çok şiirsel, adeta dans edercesine hareket ediyorlar, ritim hiç bozulmuyor; hicivden şok eden anlara geçişler çok başarılı , olağanüstü bir koreografi... Shakespeare’in Macbeth’ indeki İskoçyalı orta çağ dere beyleri, bu oyunda, Sardunyalı mafya liderlerine dönüşmüş ; ama İskoçyalısı olsun Sardunyalısı olsun, hepsi zalim, hepsi yozlaşmış ve çürümüş. Grotowski eğitimi almış Alessandro Serra organik bir tiyatroya imza atmış. Teatropersona grubunun kurucusu Serra, Macbettu’yu sahnelerken Sardunya’nın ruhunu da sahneye taşımayı başarmış; kullanılan antika müzik aletleri, çıngırakları, hayvan derileri ve boynuzların uğultusu bu karanlık ortama çok iyi uyum sağlamış. Etkileyen mimikler ve ses tonlamaları, Dyonisos (şarap ve tiyatro Tanrısı ) göndermeleri , danslarla şarkıların kesin dakikliği, karamsar masklar, kan, kırmızı şarap ve insanoğlunun ehlileştirdiği doğanın güçleri seyirciyi mest ediyor. Klasik eserleri tiyatroya taşımak bir duruştur. Kültür birikiminin içine demir atıp onu yücelten bir hafızadır. İşte İtalyan yönetmen Alessandro Serra‘nın başarısının güzelliği burada gizli: Macbeth’i Sardunya patentli bir kazanın içine sokup, Macbettu olarak dışarı çıkarmış. Paris’in, bana göre, en güzel tiyatrosu olan “Bouffes du Nord“ , bu prodüksiyon için biçilmiş kaftandı. Peter Brook’un kurduğu ve yıllarca yönettiği bu tiyatro, eskitilmiş aş boyalı duvarları, kolonları, işlemeli tavanları ve geniş sahnesiyle , ev sahipliği yaptığı bu şiirsel oyuna dramatik bir ruh katmış.