Röportaj: Birgan BİLEKE - Temposu hiç düşmeyen bir polisiye edebiyat kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı? ‘Kanadı Kırık Kuşlar’ın sayfalarından taşan, yaşamaya doyamamış biri vardı. Duymaması gerekenleri duyan, geçirdiği kazadan sonra hafızasına yeni kavuşmaya başlayan ve hatırladıkça unutmasının daha doğru olacağını fark eden bir genç kadın! Konusu böyle olan bir roman ancak bir polisiye tadında yazılmalıydı. Ben de öyle yaptım. Genç kuşağa ışık tutmak istedim - Kitabınızda, Suriye’den IŞİD’e, günümüz Türkiye’sine dair çok önemli konular yer alıyor. Bu tür konuları okurlarınızla paylaşırken dikkat ettiğiniz unsurlar neler? Dinler insanlara merhamet, sevgi, adalet ve ilham vermek için indirilmiştir; gerçek dindarlar huzurludur, macera aramazlar. Ama sadece benim ülkemden değil, Avrupa’nın pek çok şehrinden Müslüman gençler, hatta hayatta umarsız kalmış gayrimüslim gençler dahi IŞİD’in vaatlerine kanarak felakete sürüklendi. Biz yazarların farkındalık yaratmak gibi bir görevi olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden özellikle IŞİD’e katılmak üzere yola düşüp çok pişman olanların da anılarına gönderme yaparak özellikle genç kuşağa ışık tutmak istedim. aysekulin22794 Pembe sanılan kara camlı bir gözlük - Kitabın kahramanı Gizem (Esra), bugünün kafası karışık ama hayata karşı sorumluluklarına ve tutkularına sahip çıkan bir kişi… Peki Türkiye gençliği bu açıdan genel olarak nasıl bir imaj çiziyor? Türkiye’nin gençliği ne yazık ki AKP yandaşları ve diğerleri diye ikiye ayrıldı. Yandaş gençlerin gözünde pembe olduğunu sandıkları ama kara camlı bir gözlük var; gerçekleri göremiyorlar. Diğerleri ise yandaş olmadıkları taktirde değil ihale kazanmak postaneye memur dahi olamayacaklarını anlamış durumdalar. Bu yüzden istemeyerek güzelim ülkelerini terk ediyor, kimi adaletin daha iyi işleyeceğini umduğu, kimi iş imkanının daha geniş olacağını düşündüğü ülkelere gidiyor, kimi de çocuğuna günümüzün eğitimini verdirebilmek için. Çünkü çocuğunu özel okula yollayacak parası olmayanlar istemedikleri eğitime zorlanabiliyorlar. Burada kalanlar zor da olsa ipi göğüsleyecek olanlar. Allah onların yardımcısı olsun! ayse_kulin_2015_fotograf_fethi_karaduman-3 Hiçbir anlaşmazlık masaya oturmadan çözülmemiştir - Türkiye’nin aydınlık günlerine sahip çıkması için öncelikli olarak yapılması gerekenin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Eğitim ve adaleti yeniden sağlam temeller üzerine inşa edebilirsek, diğerleri kendiliğinden yola girer zaten. Bir de bu memleketin bir parçasını oluşturan Kürtleri sistemin içinde kucaklamamız lazım. “Kürtlerle aynı masaya oturmam” diyenlerin ülke için gerçekçi ve barışçıl bir siyaset belirleyebilmesi mümkün değil çünkü Kürtler de bu ülkenin insanları. Hiçbir anlaşmazlık, masaya oturmadan ve fedakarlık yapmaksızın çözülmemiştir. - 24 Haziran’daki erken seçim konusunda ne düşünüyorsunuz? Erken seçimi endişeyle bekliyorum. Haydi on altı yıldır demeyeyim çünkü ilk yıllarında çok güzel işler de yaptılar, son on yılın eğitim politikaları başta olmak üzere, her alanda biriken yanlışlarıyla, hoyratlıklarıyla uçuruma düşme noktasına gelen AKP seçimi kaybederse, kendi imalatı ekonomi bombası iktidara gelecek parti ya da koalisyonun elinde patlayacak. Bundan yine AKP yararlanacak. “Eyyy siz beceriksizler!” diye bağırıp çağıracak, masallarla uyuttuğu kitleleri bir kere daha uyutacak. Kazanırsa da yanlışlar kervanı yürümeye devam edecek. Ben hatalarının bedelini kendilerinin ödemesinden yanaydım. Her ne kadar, az daha dayanırım ama inşallah yaşadığım sürece dönüşlerine şahit olmam diye düşünsem de, hak, hukuk ve adaleti temsil edenler kazansın! en-yeni2-2 Şaşırarak gerçekleri öğrendiler - Yakın süre önce bir edebiyat festivali için New York’a gittiniz. Oradayken  ilginç bir an yaşandınız mı? PEN Edebiyat Festivali’nin teması mültecilerdi. Ben de mültecileri konu eden ‘Kanadı Kırık Kuşlar’ın ‘Without A Country’ adıyla İngilizceye çevrilmesinden dolayı davet edilmiştim festivale. Bir yanımda Arjantinli Marcos Aquinis, diğer yanımda Filipinli bir kadın yazar Sharon Bala varken, soruları yanıtlıyorduk. Sıra bana gelince, 1933’te Hitler zulmünden kaçan üniversite profesörlerinin Atatürk tarafından ülkemize davet edilişini, kendilerini Türk öğrencilerine vakfedişlerini, onların sayesinde nasıl İstanbul Üniversitesi'nin ve ayrıca o günkü adıyla Mühendis Mektebinin (İTTÜ) dünyanın en iyi üniversiteleri arasında yer aldığı bölümü okudum. Sıra sorulara geldiğinde bir dinleyici Türkiye’deki Yahudi nüfusun can korkusu olup olmadığını sordu. - Bu soruya cevabınız ne oldu? Ben de onlara, bir hafta içinde din değiştirmedikleri takdirde İspanya’yı tek etmesi gereken Yahudilere tüm Hristiyan Avrupa kapılarını kapatırken, devrin Osmanlı Sultanı 2. Beyazıt’ın onları liman şehirlerine yerleştirmek için davet gönderdiğini anlattım. Sonra da ‘Nefes Nefes’ adlı kitabımın konusu olan, Türk diplomatları tarafından Hitler’den kurtarılan Yahudileri anlattım. Şaşırarak bazı gerçekleri öğrendiler ve Aquinis doğruladığı için de inandılar.