Şehitlerimiz var.

Aynı hamaseti tekrarlayıp duruyoruz.

Yeni tartışma açmak istiyorum; sorun derinde çünkü!

Osmanlı, savaşlarda başarılı olan Napolyon’un, askeri düşüncesine hayran kaldı. 18’inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren Fransa’dan askeri uzmanlar davet etti, ordusunu bu doktrine göre yapılandırdı.

19’uncu yüzyılın ikinci yarısından sonra Danimarka, Avusturya ve hatta Fransa’yı bozguna uğratan, Prusya askeri doktrini kimi ülkeler tarafından örnek alınmaya başlandı. Osmanlı’dan Japonya’ya, Şili’den Çin’e kadar ülkeler, ordularını bu sisteme göre yeniden yapılandırdı.

Ulusal birliğini sağlayan Prusya’nın “milli ordu”, “ordu millet” anlayışı Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde de sürdü.

İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle Türkiye 1947’de, Amerikan askeri düşüncesini benimsedi. Ki Türkiye’nin 1952’de NATO’ya girişiyle, (ki bu askeri pakt da aynı ekolle dizayn edildi) Amerikan doktrini Türk Genelkurmay’ını “esir” aldı!

Amerikan askeri sistemine karşı çıkan komutanların hepsi zamanla tasfiye edildi. ABD ile işbirliği yapmaya gönüllü personel karar verici kritik görevlere getirildi.

Amerikan/NATO konseptinin amacı neydi?

★★★

Soğuk Savaş’ın başlamasıyla ABD/NATO “İleri Doğu Strateji” ile Türkiye’ye şu görevi verdi:

-Sovyetler Avrupa’ya saldırdığında Türkiye “kalekol” görevi yaparak, Kızıl Ordu’yu Anadolu’da oyalayarak Avrupa’ya zaman kazandıracak!

Bu sebeple, Kara Kuvvetleri Komutanlığı kuruldu. Asker mevcudu artırıldı. Örneğin, ordu mevcudu 300 bin iken, 1954 yılında 585 bine çıkarıldı. (Bunun 464 bini Kara Kuvvetleri Komutanlığı personeli idi.) Asker sayısı 1957’de 626 bin oldu. Vs.

Amerikalılar o dönem, Mehmetçik’in askeri birim fiyatını bile hesapladı. Amerikan askerinin yıllık maliyeti 6 bin dolar iken Mehmetçik’in 200 dolar idi! Yani kapitalizm savaşta da ucuz iş gücü arıyordu!

Anlaşmanın başka sonuçları da oldu:

-Savunma ordusuna dönüştürülen Türk ordusunun harp planları, harekât yetkisi vs. ABD/NATO emrine verildi. Ne yazık ki yanıltıcı bir tehdit algısıyla Türk Genelkurmayı ABD/NATO’nun emrindeki “topal ördeğe” dönüştürüldü.

Bir ayrıntı eklemeliyim:

★★★

Dış kaynaklı her askeri misyon ekonomi-politiktir. Mesela:

Nasıl ki Prusya ekolü ile Almanya (Krupp, Mauser gibi şirketleri) Osmanlı silah pazarını ele geçirip tekel oldu ise, Amerika doktrini de benzerini yaptı! Türkiye siyasi kararlarında da ABD’ye mahkûm edildi. Ancak:

Gerek Kıbrıs Savaşı’ndaki ABD ambargosu ve gerekse Soğuk Savaş’ın bitimiyle Türkiye yerli silah sanayini kurmaya başlayabildi. Ki hâlâ bu konuda (F 16 krizi gibi) ABD’nin baskısını yaşıyoruz!

Sorum şudur:

Türk ordusunda bugün askeri strateji sorunu mu var?

Türk ordusuna halen Amerikan doktrini/düşüncesi mi egemen?

Türk ordusu, ABD/NATO’dan bağımsız askeri ekol geliştirememesinin sıkıntısını mı yaşıyor?

En son, 27 Aralık’ta şunu yazdım:

ABD savaş doktrini 2002’de “ön alıcılık” (preemptive) oldu: Terörü kaynağında vurarak ülkeye gelmesini engellemek. 

Bu sebeple Irak’a, Afganistan’a saldırdı, üsler kurdu. Sonuçta başarısız olup bu ülkelerden çekildi!

Türkiye, teröre karşı halen Amerika’nın bu güvenlik doktrinini uyguluyor.

Kara Kutu” kitabımı yazdığımda doktorlar tepki gösterdi. Şunu düşündüm, temel sorun müfredat!

Türk askeri düşüncesinde de bu var; Harp okullarında harp akademilerinde/milli savuma enstitülerinde vd. Amerikan eğitim müfredatına göre yetişen askerlerin benimsediği savaş doktrinini tartışmak gerekmiyor mu?

Bir “çember” içinde dönüp duruyoruz; aynısını yapıp farklı sonuç bekliyoruz! Bağımlılıktan kurtulmayı konuşmalıyız asıl...