Dindarlar arasında, tekfirin (kafir ilan etme), tahkirin ve tehdidin bu denli yoğun yaşandığı bir dönem hatırlamıyorum. Din adına konuşanların öfke, nefret ve kibir içeren üslupları en başta dinin birleştirici ruhuna darbe vuruyor.
İslam adına ortaya konulan değerlerin sınavını başarıyla veremeyen Müslümanların, bunun altında yatan asli nedenleri tartışmak yerine; aklı, mantığı, tefekkürü öteleyici yaklaşımları insanın içini acıtıyor.
Ne hikmettir bilinmez, tam da böyle bir dönemde “entelektüellerin ve felsefecilerin doğru İslam’ı anlayamayacağını“ iddia eden ilahiyatçı profesörlerin çıkması, içinde bulunduğumuz devasa sorunların temelinde yatan nedenleri anlamak için yeterli!
ÖZGÜVEN EKSİKLİĞİ
Aklı dışlamak ve aklın ürünlerine korkuyla yaklaşmak özgüven eksikliğidir. İnisiyatif aldırmayan, sürekli insanın kendi yeteneklerine güven duymasını engelleyen; “itaat et, ecdat/ulema ne dediyse doğrudur, sorgulama“ anlayışı yeninin ve gelişimin düşmanıdır.
Yanlış yaparsak zarar ederiz, yanlış düşünürsek dinden çıkarız, alışılmışı terk edersek dışlanırız korkularıyla nereye varılabilir? Daha başlangıçta, yanlış yapma ve yanlış düşünmeyi prensip olarak kabul eden bir zihin hiçbir şeyi yapmaya sahip olamaz.
Kurumsal işleyişlere bakalım; kamunun özele sunduğu teşvikler, imkânlar, özendirmeler yok denecek kadar az. Teşvik sadece para değil elbette... Diyelim ki milyon dolarlık bir destek var ortada; yerli girişimci çıkacak, bir yazılım ortaya koyacak ve dünyayı sarsacak. Paradan önce altyapı gerekiyor. Kurumsal, güvenilir bir piyasa ortamından bahsetmiyorum. Daha ötesinde bir altyapı; girişimci, yaratıcı kültür altyapısı; bu var mı; bu özgüven verilebildi mi topluma?
Özgüven derken; yerli araba yapıyoruz diyerek bizi komik duruma düşüren ve dünyaya rezil eden cahil özgüveninden bahsetmiyorum. Gerçekten bir şeyler yapabilecek yetiye sahip olup, bunun farkındalığıyla ortaya çıkan bir özgüvene ihtiyacımız var.
AĞLANACAK HALİMİZ
ABD Başkanı Barack Obama gençliğine seslenirken:
“Sadece yeni bir oyun oynamakla kalmayın, siz de bir tane yapın. Herkes bilgisayar bilimcisi olabilir. Kimsenin, bunu yapamazsın demesine izin vermeyin. Geleceği şekillendirenler sıkı çalışanlar olacak” dedi.
Bizim AKP’li Bakan Binali Yıldırım ne dedi: “Bu bilişim; fazla kafa yorarsan sıyırırsın, nimetlerden yararlanıp işini göreceksin; kafayı taktın mı kötü!”
Yoruma gerek var mı?
Ya çocukluğunda “başımıza icat çıkartma“ sözünü duymayan?
Batılı “düşün ve gerçekleştir“ der. Bizimkiler “düşünme, sıyırırsın”!
Yeni Şafak yazarı, ilahiyatçı Hayrettin Karaman hoca da: “Entelektüeller ve felsefeciler doğru İslam’ı anlaya-maz” diyerek noktayı koyar! Buyurun cenaze namazına!
AKILSIZ DİN YOZLAŞIR
İman sahibi felsefeden korkmaz; bilgi eksikliğinden korkar. Varsa bir eksiği onun telafisine gider. İman, Allah konusunda aklın ikna olmasıdır.
Felsefe, iman sahibinin aklı yabana atmaksızın en geniş bir farkındalıkla yürümesine imkân verir. Din akılla yozlaşmaz, tam tersine arınır; hurafeden, taassupdan, taklitten, hizipten, cehaletten arınır.
Hemen soralım; İslam’da tefekkür yasaklanmış mıdır, tavsiye mi edilmiştir? Bu soruya hayır diyecek bir aklı evvel çıkar mı bilmiyorum! O halde geniş tefekkürden felsefeyi nasıl ayırırsınız ve onu tekfir edersiniz?
“Anlamayı ve doğru bilgiye ulaşmayı, vahyin ışığında, rehberliğinde ve hidayetinde işleyen akıl” olarak göstereceksiniz ve fakat bunu yalnızca fıkıhçılara ve kelamcılara hasredeceksiniz, öyle mi Sayın Karaman; bu akla zulüm değil de nedir?
Peki, “aklın esas alınarak vahyin yorumlanmasını ve beşeri bilgiye ve çözüme indirgenmesini din dışı“ ilan ederken bu yargıya aklınızla varmıyor musunuz? Bu da beşeri değil mi? Kaldı ki vahyin içinden bakan bir felsefeci âlim de, kelam ve fıkıh âliminin yaklaşımını çürütemez mi?
FELSEFESİZ DİN YOLCULUĞU
Nitekim Farabi ve İbn-i Sina’nın başı çektiği felsefi düşünceye Gazali’nin yazdığı “Filozofların Tutarsızlığı“ eseri üzerine, İbn-i Rüşd de “Tutarsızlığın Tutarsızlığı“diyerek bir reddiye yazar.
Matematikçi, bilim adamı ve büyük filozof İbn-i Rüşd gibi bir ismi çıkarmış olan İslam dünyası, onun sesine kulaklarını kapatırken, felsefeyi reddedenlerle yaptığı yolculukta ne kadar başarılı olup olmadığı ortadadır.
Aklın verileri ışığında, hayatı dışlamayan, hayatla beraber ve hayatın içinden olan bir din diline ihtiyacımız var. Bunu yapacak olanlar entelektüellerdir. Sosyologundan felsefecisine, psikoloğundan ilahiyatçısına ve hatta farklı bilim dallarının uzmanları hep birlikte bu dili tazelemelidir. Aksi takdirde, “bizim oğlan bina okur...” hesabı bugünleri de arayacak hale düşeriz.
Entelektüeller İslam’ı anlamazmış!?
Ayşe Sucu
Yayınlanma: