Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şey;
Bağlandığı “dogma”lardan, “izm”lerden; Cemil Meriç’in ifadesiyle, “anlama kabiliyetimize giydirilmiş deli gömleklerinden” kurtaracak olan şey;
Zihinlerimizde, karşımızda duran varlıkla ilgili olarak başkalarının zihinleri vasıtasıyla gelen şeyleri tabu olmaktan çıkaracak olan şey;
Düşünmeyi tahrik edecek ve düşünmenin önündeki engelleri de tahrip edecek olan şeydir.
Bunun adı; uzun süreden beri terk ettiğimiz, bu gün ise bu terk edişin zirve noktaya ulaştığını görmekten üzüntü duyduğumuz “felsefe”dir.
Uygarlık Ahlakı ve İnanç Araştırmaları Enstitüsü (UYAK) olarak, Muğla Üniversitesi felsefe profesörlerinden Ali Osman Gündoğan hocamızla gerçekleştirdiğimiz “ Felsefe Günleri-3” toplantısında, iki gün süren bir program çerçevesinde Heidegger’in “Nedir Bu Felsefe” adlı küçücük kitabı rehberliğinde bir yolculuk yaptık. Tüm insanlık olarak sıkışmışlığı, bunalmışlığı, tıkanmışlığı, çaresizliği yaşadığımız şu günlerde, “Varlığın, var olmanın ve var olanın” ne olduğunu anlamaya çalıştık.

DÜŞÜNCE TAHRİPKÂR OLABİLİR

Bugün için sorun olan her ne varsa, sorun yaşayan şeyin yolunu kaybetmiş olması, yolunu şaşırmış olmasıdır. Yolunu kaybetmek, aynı zamanda kendini kaybedişin de bir ifadesi olarak bizi yolun başına, yani sorun yaşayan o şeyin kökenine davet eder.
Düşünce, üzerinde odaklandığı şey ile olan ilişkisinde, o şeyi, “ne ise, o olarak anlama” istediğinde, o şeyi ortaya çıkaran kökene, felsefece söylemek gerekirse ‘arkhe’ye müracaat eder. Ya da ‘arkhe’ düşünceyi kendisine davet eder.
Bir şeyin kendisine davet edilmiş olmak, o şeyin kökeninde yatan şey ile şimdi olduğu şey arasındaki tarihsel mesafeyi, bütün historik anlamaları ve bu mesafe ile ortaya çıkan ve bu dogma halinde kabul edilmiş olan her ne varsa hepsiyle bir hesaplaşmayı gerektirir.
Prof. Dr. Ali Osman Gündoğan ifadesiyle “Hesaplaşma olmadan ve yerine göre yıkmadan, yok etmeden düşünce, hangi konuda ortaya çıktıysa o konuyu kendi yoluna davet edemez.” Bu, düşüncenin, gerektiği yerde tahripkâr olması anlamına gelir.

SESE-SÖZE MUHATAP OLMAK

Kendi kültür tarihimiz açısından anlamak istediğimiz ve kendisiyle tanışıklık kurmak istediğimiz şey ile aramızda yer almış olan her ne varsa bütünüyle onları tahrip etmeden o şey ile muhatap olamayız.
Bugün bu manada din ile ve Hz. Peygamber ile muhatap değiliz.
Dolayısıyla bizim dünyamız, dinin ve peygamberin sesine, sözüne muhatap değil...
Din hakkındaki konuşmalarımız da dinin kökeninde duran şeylerle yapılan bir konuşma değil.
Biz din ve peygamber hakkında konuşmuş olanların sözüyle muhatabız ve muhatap olma hali, bizi din ve peygamber ile dolaylı bir münasebete sokuyor. Bu dolaylı münasebet, karşımızda bir hakikat olarak duran dinin ve peygamberin üstünü örten, onların hakikatini gizleyen birer örtü olarak bizi o hakikatten uzaklaştırdığı gibi, Prof. Ali Osman Gündoğan hocamızın da ifadesiyle “Her örtü historik bir skolastiğin içine sokuyor. Skolastik, zihni bir konforu sağladığı için, bu konfor özellikle skolastikten istifade edenlerin baş tacı oluyor!”

İNŞA İÇİN TAHRİP

Her skolastiği tahrip etme teşebbüsü sapkın ve normal dışı olarak gösterilir.
Her cemaat, her tarikat, her ideolojik grup, oluşturduğu skolastik içerisinde ortaya çıkmış otoritelerine kayıtsız bir bağlılıkla varlığını ve iktidarını devam ettirir.
Ama varlık ve iktidarı devam ettirmek, ilerlemek, gelişmek adına bir engel durumundadır.
Tahrip (yıkma/harap etme) inşa için gereklidir çoğu zaman... Bu, geleneği yok etmek, önemsiz ve değersiz görmek değildir. Bu, gelenekteki sürekliliği, tarihsel bir dönemde dondurmak anlamına geldiğinden, geleneğe karşı yapılan büyük bir haksızlıktır. (Gelenek donmadan ve bulanmadan akmalıydı.)
Her birimiz, var olanlar ve olaylar karşısında bir tavır alırız. Tavır alışımız, kendi hakikat tutumumuzu da belirler. Tavır almayan ve başkaları tarafından belirlenmiş tavırları taklit edenlerin kendilerine ait bir hakikat tutumları olmadığı gibi, önemli bir şahsiyet zaafına maruz kaldıkları da aşikârdır.

STATÜKOYA KARŞI

Bizi hayatla, hayatta ortaya çıkan sorunlarla yüz yüze getirecek olan “Kendi şahsi deneyimlerimiz” sayesinde gerçekleştirdiğimiz tavır alışlarla kendimizi de var kılarız.
Bu manada kendisini var kılmaktan uzak olan bireylerden oluşan bir toplum, içine düştüğü skolastiği, zihinsel konforu ve dogmatikliği yok edemez.
Sadece otorite olarak kabul ettiklerinin iktidarını sürdürmelerine hizmet eder.
Bu şekilde oluşmuş olan iktidar biçimleri sorgusuz sualsiz kabul edildiği için de insanları istediği gibi manipüle eder.
Felsefe bu tasvir ettiğimiz durumu tahrip etmenin yoludur.
Şimdi anlaşıldı mı birileri neden bu kadar felsefeye karşılar?!