Demokrasinin, çoklu partili seçimlerin, kısaca modern Türkiye’nin tüm imkânlarını kullanarak, on üç yıl boyunca iktidar olan AKP; kısa, orta ve uzun vadede gerçekleştirmek istediklerinin pek çoğunu hayata geçirdi.
Ancak kendilerini iktidara taşıyan; yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla (3Y) mücadele söylemleriyle ters düştü. Haklarında iddia edilen davalarda, adalete vurdukları darbeyle hukuk karşısında ve millet vicdanında mahkûm oldular. Her ne kadar “ters düştüğü’’ hususları gizli ya da açık savunurken “Bunları davamız için yapıyoruz!’’ deseler de, kendi içlerinde büyüyen güvensizlik patlama noktasına geldi.
17 Aralık sonrası tüm olup bitenler, iktidarı korumak adına, “zorbalık dâhil ne gerekiyorsa yapılacaktır’’ anlayışının tezahürüdür. İktidardan düştükleri an hesap vereceklerinden kendileri de eminler. Bundan dolayı ne pahasına olursa olsun son vuruşunu yapacak AKP; zaten fiili olarak var olan başkanlık sistemini yasalaştırarak!
Seçimlere on kala tartışmanın alevlenmesi bu yüzden.
Böylece, “Tek adam’’ın hem son arzusu yerine getirilmiş olacak; hem, sözüm ona şaibelerden temize çıkılacak, hem de modern Türkiye’den intikam alınmış olacak!
“Yeni Türkiye’’nin yeni sloganı ne olabilir dersiniz: Kralımız sen çok yaşa!
Haydi, döndük mü başa?
AK Saray
Köşk’ün Saray’a taşınmasının altındaki esas gerçek tartışılamadı; 1150 odalı Saray’ın katrilyonlara mal olan cephesi hep yazıldı çizildi.
Hâlbuki ne milletin “itibar’’ı içindi AK Saray, ne de Köşk‘ü beğenmemesi söz konusuydu Cumhurbaşkanı’nın; hesaplar daha büyüktü.
Bernard Lewis, “İslam’ın Krizi’’ adlı kitabında, 1832 yılında bir İngiliz gözlemciden naklen, Orta Doğu ülkelerinin siyasi geleneğiyle ilgili şöyle bir tespitte bulunur:
“Eski elitler kendi saraylarında yaşarlardı; yeni elitlerse devleti kendi saraylarına dönüştürdüler!’’
Yaklaşık iki yüz yıl öncesinin siyasi arenası üzerine yapılmış bir tespit olmasına rağmen, hâlâ geçerliliğini koruyor olması sürpriz değil; dini afyon yerine kullanan toplumlar için.
Vahim sonuç
B. Lewis’in tespitinden hareketle, yaşadığımız coğrafyada tüm sorunların temel noktası “kurum’’ ve “gelenek’’ kimliğinin olmayışıdır. Özellikle de siyaset sahnesinde bu iki hayati olguya rastlamak zor. Yerlerine konulan unsur; lideri kutsama ve her şeyi liderden umma anlayışıdır. Bu Orta Doğu ülkelerinin ve geri kalmış devletlerin bir kangrenidir.
Tüm iyilikler, başarılar “lider’’den gelir, “bizi ancak o kurtarır’’, “onsuz olmaz’’ gibi düşünceler siyasi sahnede bir kez kök saldığı zaman; hele bunun üzerine siyasetçinin de bizzat kendisi bu söylemi dillendirir hale geldiğinde sonuç vahimdir!
Lideri kutsamayla birlikte, devlet de, artık liderin, “saray’’ına yani “mülk’’üne, daha da ötesi “kral’’lığına, ya da İslami terminoloji içinden söyleyelim, “meliklik’’e dönüşür. Sanki o “melik’’ bu dünyadan hiç ayrılmayacakmış gibi! Eh bu kaçınılmaz sonun ardından da, tarih “melik’’leri efsanelere dönüştürür.
Bu ne yaman bir çelişkidir. Fatiha Suresi’ndeki “İyyake nağbüdü ve iyyake nestain/Yalnızca sana ibadet eder, yalnızca senden yardım dileriz’’ ayetini; her gün, beş vakit namazında okuyan Müslümanların; iradesini tek bir kişiye bağlaması ve her şeyi ondan beklemesi, onu kurtarıcı gibi görmesi ve her yaptığını kutsaması çelişkiden de öte, dini tabirle küfürdür! Hz. Peygamber’in söylemlerini, sahabe; “Bunu sen mi söylüyorsun, yoksa vahiy mi’’ diye sorgularken, aklını rafa kaldıran bir milletin kendi akıbetinden hayır beklemesi izahtan varestedir!
Çok geç olmadan
Herhangi bir Orta Doğu ülkesi olup, kan gövdeyi götürmeden farkına varılması gereken, bu fikri esaretten kurtulmak olmalıdır.
Kişiler ölümlüdür; kurumlar, yasalar, ilkeler bakidir; sahip çıkılması gereken de bunlardır.
Ancak o zaman devlet, gerçek bir devlet olabilir.
Bunu sağduyulu her AKP’linin de görmesi gerekir. Modern Türkiye Cumhuriyeti “devleti kendi sarayları haline dönüştürenlere’’ karşı bir panzehirdi. Kurumlarıyla; üniversiteleriyle, bürokrasisiyle, uzun vadeli çıkarlar noktasında dış politikasıyla, siyasi bir gelenek oluşturulmuştu.
Eksikliler yok muydu; elbette vardı. Onların el birliğiyle düzeltilmesi beklenirken, dün devletin kutsallığından şikayet eden zihniyet, bugün devlet nezdinde kendi kutsallıklarını ilan ederek tüm kurumları yazboz tahtasına çevirdiler.
Zaten neredeyse “tek adam’’ın emrinde tüm kurumlar!
Bir de yasalaşırsa, Saray’da Padişahımız rahat uyuyacak!
Sen uyuma Türkiye... Çok geç olmadan UYAN!
Padişahım sen çok yaşa!
Ayşe Sucu
Yayınlanma: