Sevgili okuyucularım, anamız 93 yaşında aramızdan ayrıldı, pazartesi günü toprağa verdik. Allah’ın takdiriydi, elimizden bir şey gelmezdi.
İnsan 70 yıllık anasını yitirince elbette ki çok üzülüyor ama yaşam devam edip gidiyor. Tek tesellimiz, ona karşı bütün görevlerimizi sonuna kadar yaptık. Bir gün olsun kırmadık, incitmedik, içimizde “Keşke şunu da yapsaydık” diye bir ukde kalmadı.
Analık haklarını herhalde helal etmiştir.
Artık sevgimizi ve acımızı içimizde yaşatacağız. Başka çaremiz yok.
Bu yüzden burada üç gün boyunca sizlerle birlikte olamadım.
Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri yazım çıkmadı.
Evet, yaşam devam edip gidiyor ve ben de üç gün aradan sonra yeniden sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyorum.

* * *

Vefat olayı sonrasında öylesine yoğun bir dönem yaşadık ki... Burada kısaca söz etsem belki bazıları inanmayacaktır.
Korkunç bir sevgi seli...
Bunu sizlere kısaca anlatmak ve bu nedenle herkese, ama herkese teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
İlk sırada Ankara’daki Başkent Üniversitesi Hastanesi ve onun kurucu Rektörü, değerli dostum, Ergenekon davasında tutuklu “Terörist (!)” Prof. Dr. Mehmet Haberal var. Hemen vefat olayından sonra avukatı aracılığı ile cezaevinden “Değerli kardeşim Emin...” diye başlayan başsağlığı mektubu göndermiş. Camide çelengi vardı.
Başkent Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Ali Haberal, annemizin ameliyatında anestezi veren Prof. Dr. Gülnaz Arslan, kalça kırığı ameliyatını yapan Prof. Dr. Hüseyin Demirörs ve ülkemizin yüz akı olan bu hastanenin, yakın ilgilerini esirgemeyen tüm hekim ve hemşireleri ile çalışanlarına teşekkür borçluyuz.
Allah onların eksikliğini göstermesin.

* * *

Silivri cezaevinde yatmakta olan başka “Teröristlerden (!)” gelen başsağlığı mesajları da duygu yüklüydü.
Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan, iki sevgili gazeteci arkadaşım, cezaevi PTT’sinden faks çekmişler.
“Sevgideğer, saygıdeğer Tansel-Emin Çölaşan, vefalı dostlarımız...” diye başlıyor.
Ergün Poyraz’ın “Değerli Emin abim...” diye başlayan faksı...
İlker Başbuğ, Hurşit Tolon ve Engin Alan Paşa’nın başsağlığı mesajları, avukatları aracılığı ile ulaştı. Camide Tolon Ailesi’nin çelengi vardı...
Ve sevgili dostum Doğu Perinçek’in çelengi ile “Sayın Tansel ve Emin Çölaşan arkadaşlarıma...” diye başlayan mektubu...

* * *

Ergenekon teröristleri (!) böyle yapar da, Balyoz darbecileri (!) hiç boş durur mu!
Onlardan da çok sayıda mesajı avukatları aracılığı ile aldım.
Hasdal Askeri Cezaevi’nden -18 yıl hapis cezası alan Balyoz sanığı- Kurmay Albay İkrami Özturan’ın faksı:
“...Hasdal, Hadımköy ve Silivri Cezaevleri’nde son kez vedalaşamadan, helalleşemeden, ellerini öpüp koklayamadan tam 23 kez yakınlarını kaybedenler olarak sizin duygularınızı en iyi anlayanlar arasındayız. Halen boğuştuğumuz bu karanlık süreçte sekiz annemizi, yedi babamızı, iki kayınpederimizi, üç kayınvalidemizi, bir ağabeyimizi, bir damadımızı ve bir oğlumuzu ebediyete uğurladık. Cenazelerin içimizdeki acısı, özgürlüğümüzden yoksunluğumuzu bastıracak kadar keskindir...”
Ve yine Hasdal’dan Deniz Kurmay Albay Kerem Eren’in mektubu...

* * *

Beni çok, ama çok duygulandıran bir olayı da anlatmadan geçmem mümkün değil. Bir acı yaşıyorsunuz ve cenaze günü gazetenizin İstanbul’daki yönetim kadrosunun tamamı Ankara’da camide ve kabristanda sizin yanıbaşınızda.
Sözcü’nün sahibi Burak Akbay, her gün zevkle okuduğunuz bu güzel gazetenin manşetlerini ve sayfalarını hazırlayan genel yayın yönetmeni Metin Yılmaz, yayın danışmanı Mehmet Şehirli, haber koordinatörü Ferda Öngün ve muhabir arkadaşımız Nil Soysal, hepsi İstanbul’dan Ankara’ya gelmiş ve sizinle birlikte.
Bu, olacak şey değildir!
Sevgili arkadaşlarım Uğur Dündar ve Mehmet Türker’in yazılarında annemin vefatı nedeniyle bana başsağlığı dilekleri...
Gazetemizin Ankara bürosu cenazede tam kadro...
Bu gazete işte böylesine bir dostluk ortamında hazırlanıyor ve çıkıyor.
Böyle ikinci bir örneğin Türkiye’de bundan önce olduğunu, bundan sonra da olacağını hiç sanmıyorum.

* * *

Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel telefonla arayıp başsağlığı diledi...
Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer camideydi...
Sayın Kılıçdaroğlu hem aradı, hem çelenk gönderdi.
Onlara da çok teşekkür ediyorum.

* * *

Sevgili okuyucularım, benim esas teşekkür borcum sizlere.
Sizlerden gelen, sayısını bilemediğim duygu yüklü mesajlar... Mektup, faks, e-posta... Bunların tamamını kağıda çektirdim, her birini ayrı ayrı okudum ama tek tek yanıt vermem ve saymam mümkün olmuyor.
Tahmin ediyorum, bin dolaylarında.
Bu, inanılmaz bir sevgi seliydi... Bir gazeteci ile hemen hiçbirini tanımadığı okuyucuları arasında kurulmuş olan gönül bağının inanılmaz örneği idi.
Telefonlar ayrı bir olay... Yine saymam mümkün değildi ama beş gün boyunca herhalde bin’i geçmiştir. Bazen üç telefon birden çalıyor, konuşmaktan dilim dolanıyordu!
Birkaç kişiye yanlışlıkla ben “Başınız sağolsun” dedim!

* * *

Burada teşekkür edilecek o kadar isim var ki, 20 yazı yazsam sığmaz... Camiye ve kabristana gelenler, arayanlar, mesaj ve çiçek gönderenler...
Gazeteci ağabeylerim-arkadaşlarım-kardeşlerim...
Dostlarımız, arkadaşlarımız, akrabalarımız ve komşularımız...
Atatürkçü Düşünce Derneği ve öteki sivil toplum kuruluşları...
Danıştay mensupları... Bilgi Yayınevi...
Yeni ve eski siyasetçiler... (Belki merak etmişsinizdir, AKP’den tek arayan Meclis Başkanı Cemil Çiçek oldu.)
Çağdaş eğitim kurumlarına bağışta bulunanlar...
Herkese buradan hem kendim, hem de eşim Tansel Çölaşan ve kardeşim Refik Çölaşan adına teşekkürlerimizi iletiyorum.
Sizlerle üç gün birlikte olamadığım için bir kez daha özür diliyorum.
Ama hayat devam ediyor!
Güncel konularda yarından başlayarak inşallah yine birlikte olacağız.
Herkese, hepinize tekrar teşekkürler.