Trump gerçek bir tehdit mi?

Çözüm başkanlık sistemi




Son olarak Müslümanların Amerika’ya alınmayacağını söyleyen Donald Trump daha önce de Meksika’dan kaçak göçmen girişini engellemek için bir duvar inşa ettireceğini, duvarın parasını da Meksika’ya ödeteceğini söylemişti.
Trump’un bu ırkçı söylemleri Cumhuriyetçi seçmenlerde karşılığını buluyor. Hadi bulmadı ve Trump marjinalize oldu diyelim. Cumhuriyetçiler’in diğer aday adaylarının da Trump’tan aşağı kalır yanı yok. Anketlerde üçüncü sıradaki Ben Carson çok başarılı bir cerrah olmasına rağmen aşırı tutucu; Suriyeli göçmenleri kuduz köpeklere benzetmişti. İkinci sırada Ted Cruz Hıristiyan terörizmin asırlar önce bittiğini iddia ediyordu. Trump bunların arasında ağzına geleni söyleyeni sadece.
Meksikalıları hedefe aldığında pek çok firma Trump’la ilişkisini kesti. Trump’ın işletmelerinde çalışanlar tepkilerini verdi. İktidar bu açıdan Türkiye’de Trump Tower’ın ortağı Aydın Doğan’a baskı yapıyor. Haksız değiller. O kuleleri Aydın Doğan’la birlikte Recep Tayyip Erdoğan’ın açtığını ise hatırlamıyorlar.
Trump’a dünyanın her yerinden, kendi partisinden de tepki var ama ne yazık ki söylemlerinin karşılığı da var. IŞİD’in yükselişi, önce Paris sonra San Bernardino’daki İslami terörizm bağlantılı olaylar Müslümanlara yönelik algıyı olumsuz yönde etkiledi.
Bütün Müslümanlar terörist değil ama son yıllarda pek çok terörist Müslümanlar arasından çıkıyor. Türkiye de dahil, İslam ülkeleri algıyı kırmak için ellerinden geleni yapmıyor. Amerikan basınında her gün teröristlerin nasıl Türkiye’nin süzgeç gibi geçirgen sınırlarından Suriye’ye geçtiğine dair haberler okuyoruz.
Donald Trump’un yükselmesi, önce adaylığı, sonra başkanlık yarışını göğüslemesi hiç şaşırtıcı olmaz. Peki bir deli adam üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi bu söylemleriyle iktidara gelip ülkeyi istediği gibi şekillendirebilir mi? Hakikaten bütün Müslümanlar sınır dışı edilebilir mi?
Ben Amerikan sistemine inanıyorum.
Bu ülkeyi inşa edenler bireylerin kusursuz olmadığını bildiklerinden sistemi sağlamlaştırmak için belli sigorta mekanizmaları oluşturdular. Amerikan Başkanlığı dünyanın en kuvvetli koltuğu gibi gözükse de aslında orada oturan bireyin eli kolu bağlı.
Barack Obama, yapmak istediği her şey neredeyse Kongre tarafından engellendiği için sürekli başka yollar bulmak zorunda kaldı. Bazen yapamadı. Dünyanın en güçlü adamı hâlâ onca ölüye rağmen kuvvetli bir silah karşıtı yasa çıkartamıyor.
Trump da ABD’yi yönetirse keyfine göre şekillendiremeyecek yasaları. İstediğini ülkeye alıp, kafasına göre duvar öremeyecek. Amerika Birleşik Devletleri birkaç ihtiraslı delinin iktidarı ele geçirip ülkeyi şekillendiremeyeceği kadar sağlam.
Bir de Trump’ın bir işadamı, bir pazarlama dehası olduğu gerçeği var.
İstediğini elde etmek için bu söylemi sürdürecek. Amacına ulaşırsa bu kadar saçmalayamaz. Doğrusu, bilgili seçmenin yaklaşan tehlikeye karşı oy verip onu engelleyeceğine inanıyorum eğer seçim gününe kadar siyasi ömrü yeterse.
Umarım seneye bu yazdıklarımın tersi çıkmaz tabii.

EN ÖZEL MEDYA-SiYASET DEDiKODULARI


Hürriyet’in tepesine yeni isim

Davutoğlu’nun kapısında bekleyenler




TÜSİAD toplantısını gördünüz mü? Başbakan Ahmet Davutoğlu tam bir saat 20 dakika konuştu ve işadamları hiç sıkılmıyormuş gibi yapıp dinledi. Sıkılıp homurdanmaya başlayanları korumalar uyarmış! İşadamları konuşmayı dinledikten sonra bir de Davutoğlu’yla fotoğraf çektirme yarışına girdi. Hakkını vereyim, bu panayırda bir Cem Boyner yoktu. Sözde iktidar karşıtları şimdi ‘ara yolu’ Davutoğlu’na yaklaşarak bulmaya çalışıyor.

AKP’nin kalıcı olduğunu gören medya da Erdoğan’dan umudunu kesince Davutoğlu’na yanaşma peşinde. Başbakanlık ofisinde ‘Bizi affet, bizi kabul et’ diye en hevesle bekleyense Doğan Grubu. CNN Türk’ün Ankara temsilcisi Hande Fırat hükümetle ilişkileri yürütmekle görevlendirildi; Hande Fırat’ın kötü bir gazeteci olduğu anlamına gelmiyor, ama grubun ona yüklediği misyon bu. Eskiden CNN Türk’te diplomasi muhabiri olarak çalışan Osman Sert çoktandır Davutoğlu’nun danışmanı ve Doğan Grubu’nun şimdiki muhatabı.



Ekmel Bey’in Hürriyet’e hediyesi Verda Özer’i meğer ne çok merak eden varmış. Hürriyet’ten Erdoğan’ın uçağına kabul alan iki kişiden biri olan (diğeri Akif Beki) Özer’in yazılarını okuyorsanız ‘Ankara’daki bir yetkili’ ifadesini görmüşsünüzdür. Bu adı açıklanmayan yetkilinin Feridun Sinirlioğlu olduğunu herkes konuşuyor Ankara’da. Ama Sinirlioğlu bu yazarı ancak bir stenograf gibi kullanır, ‘yaz kızım’ der ama kendisini kullandırtmaz. Bu karşılıksız bir ilişki; bir alışveriş değil.
Anlaşılıyor ki Doğan Grubu hükümet üzerinden Erdoğan’a “Geçmişe sünger çekelim, bize bulaşma, biz de sana başkanlık sürecinde destek verelim” mesajını iletti. Geçmişte de bu tarz anlaşmalar yapılmıştı. Mesela Erdoğan hükümeti Doğan Grubu’ndan Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı olmaları ricasında bulunmuştu. Kapatma davasına da Hürriyet karşı çıkmış ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin oyunu etkilemişti. Bu isteklere rağmen Erdoğan’ın güven problemi sürüyor. Çünkü Doğan tam anlamıyla hiç biat etmedi. Erdoğan da anlaşmaya razı değil. Dahası, son yıllarda bütün zaferlerini medyaya (yani Doğan Grubu’na) rağmen kazandı.



Epeydir kızakta olan ve Erdoğan’la tek iletişim kuran Mehmet Ali Yalçındağ’ın grubun başına geleceği dedikodusu var. Aydın Doğan böylesi bir stratejik hamle yapabilir. Yalçındağ dedikoduları Amerikalılara özgü bir diplomatlıkla ne yalanladı ne doğruladı. CNN Türk’ten sonra Hürriyet’in tepesinde de bir değişim beklentisi var. Erdoğan kendi özel işlerini satmak zorunda kalmasından Sedat Ergin’in ısrarlı yayınlarını sorumlu tuttuğu için onu hiç sevmedi. Zaten Anglosakson ekolünden gelen Sedat Ergin’in doğası yandaş gazete yapmaya müsait değil. Dengeyi bir yere kadar sürdürebilir. Ergin’in Hürriyet’in başına atanması Yılmaz Özdil’in ayrılmasından sonra yaşanan imaj kaybını durdurmaktı. Şartlar öyle gerektirdi. Artık Hürriyet’in böyle bir imaj kaygısı yoksa... Konuşulan isim Fatih Çekirge.
Biz okur veya izleyici olarak Doğan Grubu’nun yeniden barışma hamlelerini dışarıdan takip ediyoruz. Ama bir de Ankara’nın yeni establishment’ı var ve onlar olan biteni içeriden takip ediyorlar. İktidarın yeni gazetecileri Doğan’ın bu çabalarından son derece rahatsız. Kendileri paranın ve şaşaanın tadını aldı, pastayı paylaşmak, eski düzenin bekçilerini kapıdan sokmak istemiyor. O yüzden de Davutoğlu’nu abluka altına alıp, Doğan’ın kapıdan girmesini engellemeye çalışıyorlar. Tetikçi, zavallı, kifayetsiz isimler ama bu dönemde bir yere geldiler, kendilerini bir şey zannetmeye başladılar. İsterler mi şimdi uçaktan atılsınlar, köşeden olsunlar, yeni tattıkları para gitsin...


Yalçın Küçük’ü yakaladım


Geçen hafta Ulusal Kanal’da Yalçın Küçük benden hem övgülerle söz edip mahcup etti, hem de iki yazımın kupürünü ekrana getirip üzerine epey konuştu.
Doğrusu, bu haftaki yazımın da ona epey tartışma malzemesi vereceğini düşünüyorum.
Bu arada Yalçın Küçük’ün bir zaafını daha yakaladım. Kısa süre önce Sözcü’yü okumayı bıraktığını yazmıştı. Hatta Ertuğrul Özkök de geçenlerde köşesinde buna değindi.
Oysa gördüm ki okuyormuş... Kendime mi pay çıkarmalıyım, bilmiyorum.
Ama Sözcü’yü okumayan herkes gündemi eksik takip eder artık, bundan eminim.



ADA Can Dündar

İzin olmadan asla!


Geçen hafta “Kızım Olmadan Asla”nın Show TV’deki gösterimi engellenince hiç şaşırmadım. İran’da Amerikalılar aleyhine bundan bin beter ırkçılık örnekleri sergilendiğini tahmin etsem de bu filme olan antipatimi hafifletmiyor. Tahran’daki mollalar rejimini zerrece sevmememe rağmen, İran’dan yükselen tepkiye hak veriyorum (...) Tabii bu, madalyonun bir yanı...
Öteki yanına gelince...
Acaba, film ırkçıdır diye birilerinin devreye girip, bir yayın istasyonuna baskı yapmaya hakları var mı? Diyelim, Hitler Almanya’sında çevrilmiş bir Nazi propaganda filmini belge olarak yayınlamak istesek “ırkçıdır” diye engellenecek miyiz? Bu baskılar karşısında bir televizyon istasyonu ne yapmalı? Her itirazda geri adım atılacak olsa, yayın yapmanın olanağı kalır mı? Neyin yayınlanıp, neyin yayınlanmaması gerektiğine kim karar verecek?
İstasyonu yönetenler mi, devlet yetkilileri mi, yoksa kamuoyu mu?
Hassasiyetleri anlayabilmekle birlikte müdahaleleri hoş göremiyorum. Kamuoyunun, yanlı bulduğu bir yayın karşısında sesini yükseltmesini son derece saygıdeğer bir tavır olarak görüyor, lâkin, bu baskıların, basın özgürlüğünün önüne yeni bir engel olarak dikilmesinden de endişeleniyorum. Son sözün, karar yetkisinin yine ve yalnız yayıncıların elinde olmasını istiyorum. Bunu başaramazsak, zamanla ipleri tamamen başkalarının eline geçmiş bir medya ile karşı karşıya kalmaktan korkuyorum. (...) Bu türden tartışmalı durumlarda yayın kurumları için ideal olan çözümün, sorunu olanca açıklığıyla ortaya koymak ve kamuoyunu aydınlatmak olduğunu düşünüyorum (...) Bunu başaramazsak, “izin olmadan asla” yayın yapamaz duruma düşeriz ki, bu görüntü, bir yayın istasyonuna söz konusu filmin yaratacağı tepkiden çok daha kalıcı bir zarar verir. (5 Ekim 1995)

Tecrit!


CHP milletvekilleri Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’la görüşmüş. Can Dündar ve Erdem Gül’ün tecritine son verilmesi için talimat vermiş bakan bu görüşme üzerine, iki tutuklu gazeteci aynı koğuşta kalacaklarmış.
Basında bu kararla ilgili ne kadar çok sevinç yazısı çıktı, farkında mısınız?
Hepimiz iyice kafayı yedik sanırım. Sevinçlerimizle bile yetinmeyi bilmeye mi başladık? Bari içerideler, en azından birlikte kalsınlar diye sevinmek neyin uzlaşması?

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.