ACAYİP YAZILAR

Bugün “Dik durduğunuz” için eleştiriyorlar peki dün överlerken nasıl duruyordunuz?

İktidar her durumdan kendisine bir mağduriyet çıkarmayı çok beceriyor.
Bir kere hiçbir konuda suçları, hataları, yanlışları yok.
Eğer varsa da bu kendilerinden değil başkalarından kaynaklanıyor.
Türkiye’yi yönetemedikleri ortada. Ama bir sorarsanız sayısız bahaneyi arka arkaya sıralıyorlar.
Zaten hiçbir şey bulamasalar muhalefeti suçluyorlar.
Dinci faşist cemaat yapılanmasına göz göre göre izin verdikleri halde işin içinden “kandırıldık” diyerek sıyrılmaya çalışıyorlar, kendi sorumluluklarını gizlemek için 40 yıl önceki iktidarlara kadar gidip “Ama onların zamanından beri devlete sızıyorlar” diye feryat ediyorlar.
Eleştiriler dışarıdan gelirse de bahaneleri hazır: “Türkiye ilk kez dik duruyor, kimseye boyun eğmiyor, eskisi gibi yabancı devlet adamlarının önünde ceket iliklemiyor, bacak bacak üstüne atabiliyor, onlar da bizi kıskanıyorlar, üzerimize geliyorlar, Türkiye’yi süper güç yapan Erdoğan’ı devirmek istiyorlar.”
Şaka maka buna inanan pek çok kişi var Türkiye’de.
Gerçekten Türkiye’nin süper güç olduğunu, bütün dünyanın Türkiye’den korktuğunu bu nedenle kıskandığını, bu nedenle Erdoğan’ı devirmek için çabaladığını sanan milyonlarca kişi bu rüyayı görerek uyuyor.
Elbette insanlar hatalarını örtmek, başarısızlığını gizlemek için zaman zaman çeşitli bahanelerin arkasına sığınabilir, insanlık hali bu.
Ancak bunu yaparken bir gün öncesini de unutmamak zorundadır.
Bugün açın bakın bizim dışımızdaki dünyaya, ülkemizle ilgili tek satır bile olumlu haber yayınlanmıyor.
Amerika’sından Avrupa’sına, Rusya’sından, Çin’ine, Orta Asya’sından İslam dünyasına kadar yanımızda yer alan tek ülke bile yok.
İktidar bunu “kıskançlıkla” açıklamaya ve “Erdoğan’ı devirmek istiyorlar” klişesiyle örtmeye ve halkı kandırmaya çalışıyor.
Peki diyelim ki bütün bu eleştiriler Türkiye “dik durduğu” için oluyor, dünya ülkeleri bir dünya lideri olan Erdoğan’dan çekindiği için gerçekleşiyor, o zaman bir yıl öncesine kadar yapılan övgüler nedendi?
O zaman Türkiye dünyaya kafa tutmadığı, herkesin önünde boynu bükük, ceketini iliklemiş vaziyette durduğu için mi geliyordu bu övgüler?
Bugün “İstediklerini yapmıyoruz, bize hiçbir şey dikte ettiremiyorlar, çıkarlarını bozuyoruz” dediğiniz ülkeler dün sizi övgüye boğarken her istediklerini mi yapıyordunuz, çıkarları hangi yöndeyse öyle mi davranıyordunuz?
Hepimize düşen; bugün dünyanın her yerinden gelen eleştirileri “Türkiye düşmanlığı” gibi algılamak yerine “düne kadar bizi övüyorlardı, hatta iktidara verdiği desteğe bazen kızıyorduk bile, şimdi neden bu kadar şiddetle eleştirmeye başladılar, acaba bizim de hatamız var mı?” diye düşünmeliyiz.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Bir fiyasko daha; dün teröristtiler bugün değiller

Hükümet çıkardığı bir Kanun Hükmünde Kararname ile Tunceli’de görevli 504 öğretmeni açığa almıştı.
Gerekçe bu öğretmenlerin terör örgütü PKK ile ilişkili olduklarının anlaşılmasıydı.
Oysa herkes biliyordu ki, bu öğretmenlerin ezici çoğunluğunun ne terörle ne PKK ile ilgileri yoktu.
Ancak yaygın söylentiye göre bu öğretmenlerin tamamına yakını laik, Atatürkçü, Cumhuriyetçi görüşleri savunuyordu.
Yani iktidar “darbe bahanesi” ile dinci faşist cemaatçilere operasyon yaparken arada muhalifleri de ortadan kaldırmaya çalışıyordu.
CHP Tunceli Milletvekili Gürsel Erol kararın alındığı andan itibaren yoğun bir çaba harcadı ve sonunda bu öğretmenlerden 419’u göreve iade edildi.
Ancak garip olan şu; Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenlerin “terörist olmadığının anlaşıldığını” söylemedi de “Öğrencilerin mağdur olmaması için öğretmenlerin pazartesi günü ders başı yapacağını” açıkladı.
Tam bir komedi yani.
Yine bir fiyasko.
Eğer o öğretmenler gerçekten teröristse, öğrencilerin mağduriyeti diye bir şey söz konusu olamaz çünkü bir terörist öğretmenin bir gün bile görev yapmaması gerekir.
Neresinden tutarsanız kopuyor yani.

BUNU YAZMAK GEREK

Yandaşlar bir anda Trumph’çı kesildi

Amerikan seçimlerine çok az bir süre kaldı. Obama’nın görev süresi bitiyor ve Kasım’da yapılacak seçimde Amerikan halkı yine Demokratları mı yoksa Cumhuriyetçileri mi seçecek göreceğiz.
Son haftaya kadar Demokratların adayı Hillary Clinton favori gösteriliyordu.
Ancak bayan Clinton’un beklenmedik hastalığı nedeniyle Trump’ın öne geçebileceği ileri sürülüyor.
Donald Trump’ın “İslam karşıtı” sözleri Türkiye’de büyük tepki yaratmıştı.
Cemaatin dinci faşist darbe girişimine kadar iktidar ve yandaşları Clinton’un kazanmasını diliyordu.
Ancak darbe girişiminin arkasında Amerika’nın da olduğu yönündeki kuvvetli inanç, Amerika’nın Gülen’i iade etme konusunda çekingenliği ve bir de üstüne cemaatin Clinton lehine lobi yaptığının ve maddi katkıda bulunduğunun ortaya çıkması bu eğilimi değiştirdi.
Yandaşlar şimdi sıkı bir Trump’çı kesildiler.
Yandaş yazarlar şimdi “İnşallah Trumph kazanır” duasına çıktılar. Daha iddialı olanlar ise “Trump kazanacak” kehanetinde bulunuyor.
Oysa Amerika’daki seçim sonuçları bu ülkenin dünya politikasını çok fazla etkilemiyor. Sonuçta asıl olan Amerika’nın çıkarları ve dünyanın en egemen gücü olma iddiası hangi parti iktidarda olursa olsun aynen sürüyor.
İki parti arasında sadece bu siyaseti sürdürme konusunda bazı bakış açısı farkları var.
Demokratlar dünya ile ilişkilerine daha hümanist bakarken Cumhuriyetçiler daha şahin.
Demokratlar askeri güç kullanmaktan, özellikle Amerikan askerinin görev alacağı askeri
operasyonlardan kaçınmaya çalışırken Cumhuriyetçilerin göz daha kara.
Trump’ın seçilmesi ilk bakışta Türkiye’nin lehine gibi görünse de ilerleyen günlerde Türkiye Amerika’nın baskısını daha fazla hissedebilir.
Özellikle Ortadoğu coğrafyasında ve İsrail’in yanında daha fazla güç kullanmaktan yana olan Cumhuriyetçiler, Türkiye’yi askeri operasyonlar alanında çok sıkıştıracak ve zorlayacaktır.
Bugün Amerikan Büyükelçisinin bazı çıkışlarına şiddetli tepki gösteren iktidar, Trump yönetiminin daha yüksek tempodaki baskılarına maruz kalabilir.
Üstelik “şahin” Cumhuriyetçiler, Erdoğan’ın tamamen iç politika gereği yapacağı sert çıkışlara karşı bile tahammülsüz davranabilir.
Bu da Türkiye’yi Amerika ile savaşa kadar götürmese bile ciddi bir çatışma ortamına sokabilir.

KOMİK

Babasının malı parasız, ötekilerin sahibi var

Her bayramda “saray halkına bir jest yapmasına ve Boğaz Köprüleri ile otoyolları bedava yapmasına” alıştık artık. Bu bayram da aynısı oldu. 11 günlük tatil boyunca köprü ve otoyollar bedavaydı.
Ama ikisi hariç.
Biri Üçüncü Boğaz Köprüsü, diğeri de Körfez geçişi.
İlk iki köprü ve otoyollar sanki Erdoğan’ın babasının malı, o yüzden canı istediğinde avanta geçiş izni verebiliyor.
Oysa diğer iki köprüye “devletin bir kuruş katkısı” yok hesapta ama onların sahipleri var. Ve onlar “babalarının malını” bedavaya kullandırmıyorlar.
Gerçi bedava olsa da bir değişiklik olmayacaktı, hükümetimiz bizim cebimizden bedava geçen her aracın parasını köprünün sahiplerine ödeyecekti.

BAŞIMDAN GEÇENLER

CHP tabanı öfkeli ama sıra eyleme gelince sessiz

Bayramın ikinci günü yolum Üsküdar’a düşünce CHP’nin ilçe binasına da uğrayıp hal hatır sorup bayramlaştım ilçe yöneticileriyle. Küçük bir CHP’li grup da bayramlaşmaya gelmişti. Bölgenin iki milletvekili Mahmut Tanal ve Onursal Adıgüzel de oradaydı ve birer konuşma yaptılar.
Konuşmaların sonunda CHP’liler iki milletvekiline sorular sordular.
Sorular genellikle CHP’nin daha sert ve etkili muhalefet yapmaması üzerine eleştirilerdi. Birçok CHP’li “Daha ne bekliyoruz. Bizim de sokağa çıkmamız, sesimizi duyurmamız gerek” diye yakındı.
Doğru mu? Doğru.
Ancak eksik bir şey var. Eleştirileri dinlerken “İyi de çağrılınca sokağa çıkıyor musunuz?” diye geçiriyordum içimden ki Mahmut Tanal “Arkadaşlar eleştiriyorsunuz, bakın biz her zaman her yerde olmaya çalışıyoruz. Ama bakın geçenlerde genel başkanımıza alçak bir suikast girişimi oldu. Bunun üzerine protesto etmek için İstiklal Caddesi’nde toplandık. Kaçınız geldi?” diye soruverdi. Doğru mu? Doğru.
CHP tabanının bence en önemli sorunu bu. Partilerini, belki de haklı olarak, acımasızca eleştiriyorlar, ama sıra eyleme gelince sessizlik kulakları sağır ediyor.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Darbe bahanesiyle işkenceyi hortlattılar

Bu iktidarın insanı mutlu eden en önemli “siyasi mesajlarından” biri işkenceye “sıfır tolerans” tanıyacak olmalarını açıklamalarıydı.
İşkence uzun yıllar devletin resmi politikalarından biri gibiydi.
“Kötü imaj” algısı yaratılanlara karşı işkence adeta normal bir işlemmiş gibi uygulanıyordu. Oysa kime karşı yapılırsa yapılsın işkence bir insanlık suçuydu ve AKP iktidarının bu konudaki kararlılığı takdir topluyordu. Ancak şimdi bu politikadan vazgeçildiği ve işkencenin hortlatıldığı iddiaları ortalığı sardı.
Dinci faşist darbe girişimine kalkışanların hallerini ertesi sabahtan itibaren görmeye başladık.
Polis, orgeneral, er ayırımı yapmadan yakaladığı bütün askerleri önce ağır bir dayaktan geçirdi. Üstelik bunu yaparken hiçbir endişeye de kapılmadılar ve askerlerin yüzleri gözleri kan içinde kalmış görüntülerini “iftiharla” kamuoyuna gösterdiler.
Herkes öfkeli olduğu için bu dayak faslı üzerinde durmadı kimse. Ancak şimdi “sistemli işkence” yapıldığı iddiaları ayyuka çıktı.
Zaten her ne nedenle olursa olsun tutuklananların tek kişilik hücrelere doldurulması, su verilmemesi, hava almalarının bile zorlaştırılması bilinen uygulamalar.
Buna şimdi falaka, Filistin askısı, elektrik verme gibi işkence türlerinin eklendiği dedikoduları yayılıyor.
İçişleri Bakanı’nın “Hiç acımayacağız” sözleri de işkencenin yapıldığı konusunda kuşkuları artırıyor. İktidar darbe paniği ile rotasını giderek şaşırıyor. Türkiye darbe bahanesi ile en aşağılık insanlık suçlarından birinin sorumlusu haline getiriliyor. Bu yükü daha fazla sırtımızda taşımamamız gerek.