Bİ SORALIM BAKALIM

Hangi ülkeler darbe kalkışmasını Erdoğan’ın oyunu olarak görüyor?

Kamuoyunun önemli bölümünde daha ilk geceden itibaren “bu darbe bir
oyun mu?” kuşkusu vardı.
Bir kere darbenin henüz herkesin ayakta hatta yolda olduğu bir saatte yapılmak istenmesi herkesi şaşırtmıştı.
Buna karşın ilk saatlerde ister istemez bir kabullenme de oldu, bunu da kimse inkar edemez.
Her şey gecenin yarısında Tayyip Erdoğan’ın ortaya çıkması ve halkı sokağa çağırmasından sonra yaşandı.
Cemaatin dinci faşist kalkışması bastırıldı.
Şüpheler darbenin zaten Erdoğan ortaya çıkınca bastırıldığı yönündeydi.
Darbe kalkışmasının ertesi akşamı çıktığım Halk TV’de “Buna Erdoğan’ın bir organizasyonu demek yanlış olur, ama darbenin önceden haber alındığı, bastırılmasından sonra büyük bir şov yapılmış olma olasılığının çok yüksek olduğunu” söylemiştim.
Hâlâ da aynı kanıdayım.
Şüphelerle ilgili bugüne kadar pek çok kişi konuştu yazdı.
Erdoğan Meclis açılışına kadar bu konuda tek söz söylemedi.
Meclis açılış töreni konuşmasında ise ilk kez “Bunun bir oyun olduğunu söyleyenlerin bulunduğunu” söyleyerek “Bu darbenin arkasında başka şeyler arayanlar da darbecidir” dedi.
Şüphelenmek son derece doğal. Neden “Bunda bir oyun var mı?” diye soranlar darbeci olsun ki?
Şüphelenenler cemaat adına şüphelenmiyor, en az Erdoğan kadar darbelere karşı çıkıyor.
Cumhurbaşkanının sözlerinden anladığımız kadarıyla, bu şüpheler sadece Türkiye’de yok. Söylediğine göre “bazı ülkeler darbe girişimini Erdoğan’ın bir oyunu” olarak görüyormuş.
Eğer darbe girişiminin bir oyun olduğuna inanan ülkeler varsa Erdoğan’ın bunu isimleriyle birlikte açıklaması gerekir.
Kamuoyu dinci faşist darbe girişiminin bir oyun olduğunu düşünen ve bu nedenle Türkiye’ye karşı tavır alarak düşmanlık yapan ülkelerin hangileri olduğunu bilmek isteyecektir.
Aksi takdirde herkes bu sözlerden kendi yorumunu çıkarır ve kendi kendimize hayali düşmanlıklar üretir, bununla üzülürüz.
Şunu da söylemem gerekiyor; Erdoğan dinci faşist darbe girişiminden 2 ay sonra bu açıklamayı yaptığına göre henüz dış dünyada yeterince inandırıcı olamamış demektir.
Bunun da suçunu bazı dış ülkelerde değil kendimizde aramamız gerekmiyor mu?
Cumhurbaşkanı AKP’nin iktidarda olduğunu artık kabullenmeli. Yani her şeyin sorumlusunun bu iktidarda olduğunun bilincin varmalı.
Yoksa her seferinde isim vermeden “dış güçleri” veya “uluslar arası şer odaklarını” suçlamak sadece bahane olarak algılanır ve Türkiye’nin itibarını da zedeler.
Yaşananların sorumlusunun dinci faşist cemaat yapılanması olduğunu biz elbette biliyoruz.
Oysa yabancı ülkeler bu cemaat yapılanmasının daha düne kadar bizzat bu iktidarın desteği ile kendi ülkelerinde cirit attığının farkında.
Bu nedenle anlamaları kolay olmuyor.
Demek ki iktidar panik içinde sadece cemaati kötüleyerek bütün dünyayı inandıramayacağını artık anlamak zorunda.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Hakim cemaatçi olabilir ama durup bir düşünmek gerek

Hatay’da 2. Ağır Ceza Mahkemesi cemaatçi olduğu için gözaltına alınan bir kişinin sadece “ByLock kullandığı için” terörist olarak nitelenemeyeceğine karar vererek serbest bırakmış.
Mahkeme kararı verirken ayrıca Fetullah Gülen cemaati ile ilgili “terörist örgüt olduğuna dair” bir karar olmadığına da hükmetmiş.
Bu karar elbette FETÖ operasyonlarını sıkıntıya sokar.
Zaten yandaş medya hakim Ahmet Turan Oral’a savaş açtı bile.
Hakim cemaatçi mi bilmiyorum, bu ihtimal var tabii.
Ama karara da bakmak gerek.
Hakim diyor ki “Bir örgütün terörist sayılması için ilgili ülkenin bakanlar kurulu kararı ile birlikte Birleşmiş Milletler kararı da gerekir.”
Bu yanlış mı? Değil.
Ama şunu anlıyoruz; demek ki bu iktidar cemaat için terörist diyor ama bu konuda henüz resmi bir karar almış değil, sadece Milli Güvenlik Kurulu’nda örgütün terörist sayıldığına ilişkin bir değerlendirme var.
Bizler burada cemaat için ağız dolusu terörist diyebiliriz.
Oysa iş hukuk aşamasına gelince kanıt arar. Ve eğer siz yeterli kanıtları resmen ortaya koyamazsanız başınız ağrır.
Sonra “dış ülkeler bize düşmanlık yapıyor, darbeye bile inanmıyor” diyerek ağlaşırız.
Tez elden cemaatin bir terörist örgüt olduğu ortaya konmalı ve uluslar arası platformda kabul edilmesi sağlanmalı.

KOMİK

Lozan’ı ortaya atan saray, hakareti işiten muhalefet

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihi gerçekleri saptırarak yaptığı “Lozan’ı zafer diye yutturdular” açıklamasına doğal olarak sert tepki gösterdi.
Ama ne var ki, Başbakan Binali Yıldırım tartışmanın nereden başladığını unutup “Lozan tartışması ana muhalefet partisi liderine bir şey kazandırmaz” dedi. Tam fıkralık durum yani.
Sanki Kılıçdaroğlu durup dururken Lozan üzerinden sarayı eleştiri bombardımanına tutmuş. Binali bey galiba Başbakanlığa kendisini çok kaptırdı ve ülkede neler olup bittiğini bilmiyor. Uzun yazdıkları için danışmanlarını azarlayan Yıldırım’ın dönüp “Yahu ülkede kim ne yapıyor, ne söylüyor bunları bana not olarak verin de böyle gaflar yapmayayım” demesi gerek.

ÇOK GÜLDÜM

Gölde balık tutan trafik polisi

Yıldırım Tuna’dan bir fıkra;
Adam bayramda otoyolda giderken hız limitini aşmış, ancak tüm arabalar da onunla eşit hızda gidiyorlarmış. Biraz gittikten sonra polis durdurmuş kendisini, ehliyet ve ruhsatı aldıktan sonra
“Radara yakalandınız ceza kesilmesi için lütfen ekip otosuna buyurun!” demiş.
“Biliyorum hızlıydım!” demiş adam.“Fakat benden başka bir sürü hızlı giden vardı. Onları neden durdurmadınız?”
Polis “Hiç gölde balığa gittiniz mi?” diye sormuş.
“Şeyy!.. Evet!” diye cevaplamış adam. “Siz!” demiş polis, “Hiç o göldeki bütün balıkları yakaladınız mı?!”

ÖNERİ

Artık hep “Saldırıya uğradık” haberlerinden bıktık

Tophane’de bir sergi açılışında yine maganda saldırısına tanık olduk.
Manzara yine aynı.
Tophane’de bir sanatevindeki sergi açılışında kokteyl düzenleniyor. Kokteyl olunca haliyle içki de servis ediliyor. Güya mahallenin sakinleri “kızlı erkekli içki içilmesine” öfkeleniyorlar. Aralarından üç tanesi sergiyi basıyor, sağı solu tahrip ediyor, bazı katılanları da yumruklayıp tekmeliyor sonra gidiyor. Ardından “Saldırıya uğradık, içki içildiği için gerici baskını yapıldı” türü ağlamaklı açıklamalar geliyor. Bunun tek çaresi vardır. Madem “cesur” davranıp, saldırıya uğrayacağınızı bilerek böyle bir mahallede sergi açıyorsunuz o zaman oraya gelen magandaları orada bir güzel pataklayacaksınız. Daha sonra “mağdur edebiyatı” yapmak için pasif kalmayacaksınız. Bu magandalar, sergi açan, sanatla uğraşan, naif insanların her şeyden korktuğuna ve asla karşılık vermeyeceğine inandıklarından üç beş kişiyle gelip ortalığı darmadağın etme cesaretini kendilerinde bulurlar. Oysa bir kere adam gibi dayak yiyip gitseler karizmaları çizileceğinden hem bir daha gelemezler hem de sokağa çıkamazlar.

ŞAŞIRDIM

Cemaat gidiyor yerine Maarif Vakfı geliyor

Dinci faşist darbeye kalkışan cemaat devletin verilerine göre 170 ülkede faaliyet gösteriyordu.
Cemaatin bu 170 ülkede okulları vardı. Bu okullar o ülkelerin en iyi okulları sayılıyordu. Böylelikle o ülkelerdeki kalbur üstü kişilerin çocukları bu okullardan mezun oluyor, doğal olarak kendi ülkelerinde iyi mevkilere gelme şansı yakalıyordu.
Okullarla bir yandan da ticaret yapan cemaat bu sayede gittiği ülkelerde kısa sürede etkin hale geliyordu.
Bu bir zamanlar Amerika’nın “misyonerlik” adı altında yürüttüğü faaliyetlerin bir kopyasıdır. Daha önceki bir yazımda uzun uzadıya anlatmıştım.
Tabii darbe girişiminden sonra her şey değişti. Türkiye bu 170 ülkede atağa kalktı. Birçok ülke cemaat okullarını ya kapattırdı ya da devraldı.
Şimdi öğreniyoruz ki AKP iktidarının kurduğu ve tıpkı cemaat vakıflarına verdiği gibi resmi statü gibi bu vakfa da resmi statü kazandırmış.
Maarif Vakfı adlı kuruluş cemaatin yurtdışındaki okullarını devralmak üzere harekete geçmiş.
İktidarın kurduğu vakfın başkanı Prof. Dr. Birol Akgün böylelikle hem bu ülkelerdeki okulların devam edebileceğini hem de Türkiye’nin etkinliğinin süreceğini söylüyor.
Tamam, bir şey demem de, cemaat okulları da böyle başlamıştı. Şimdikiler herhalde “bu kez kontrol bizde olacağı için bir paralel yapılanma yaşanmaz” diye düşünüyorlar ama öyle olmayabilir.
Bugün iktidar gücünü kullanarak aynı yola girenler bir süre sonra “Her şeyi biz yapıyoruz, parsayı niye başkaları alsın” diye düşünerek güç gösterisine kalkarsa ne olacak.
Olmaz olmaz demeyin, cemaat için de toz kondurmuyorlardı, kendilerinden biliyorlardı. Ne oldu sonra?

BUNU YAZMAK GEREK

Üçüncü havaalanı yabancıların garantisi alınarak yapılıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi kitlesini inandırmak için sürekli tekrarladığı bir slogan var.
“Yabancı ülkeler bizi kıskanıyor, bu nedenle düşmanlık yapıyor.”
Yabancı ülkeler bizi hangi alanlarda kıskanıyor?
Üçüncü havaalanını yapıyoruz.
Üçüncü Köprü’yü açtık.
Marmaray ve Avrasya geçişlerini tamamlıyoruz.
Körfez’e de bir gerdanlık taktık.
İstanbul’a metro yapıyoruz.
İyi de bunların hepsi başka ülkelerde de var.
Üçüncü havaalanı dünyanın en büyük havalimanı olacak. Ne güzel.
150 milyon kişi geçip gidecek bir yıl içinde.
Batı bunu kıskanıyormuş.
Kıskansın da, bu havaalanı yapılırken bu ülkelerden garanti alıyoruz, onu ne yapacağız?
Garanti şu; pek çok ülke transit geçişlerini ve bağlantılarını bu havalimanından yapacak.
Bu garantiler alındıktan ve uçuş planlamaları yapıldıktan sonra bu havalimanını inşa etmeye başladık.
Yani yabancı ülkelerin havayolları şirketleri daha baştan dağıtım merkezinin İstanbul’un olacağını kabul ediyor. O halde aynı ülkeler neden kıskançlık yaparak Türkiye’yi batırmaya çalışsınlar ki, Türkiye’yi kendi maddi çıkarları için seçiyorlar zaten.
Neresinden tutsanız olmuyor işte.