ANALİZ

Hüsnü Mahalli’nin başına gelen linç herkesin başına gelecek


Medyadaki AKP tetikçilerinin linç kampanyasına uğrayan gazeteci Hüsnü Mahalli sonunda gözaltına alındı.
Gerekçesi “devlet büyüklerine hakaret etmek”miş.
Hüsnü Mahalli yıllardır Türkiye’de görev yapan Suriye asıllı Türkmen bir gazeteci. Yorumlarıyla, verdiği bilgilerle özellikle Suriye ve Ortadoğu konusunda kamuoyunu çok aydınlatıcı bir görev üstleniyor.
Hüsnü Mahalli Suriye’de iç savaş kıvılcımları baş gösterdiğinden bu yana Türkiye’nin yanlış politika uyguladığını ve kendi kendini Ortadoğu bataklığına soktuğunu iddia eden bir gazeteci.
Nitekim Mahalli’nin bu uyarılarına zamanında hiç önem vermeyen iktidar bile artık Suriye politikasının yanlış oluğunu ve bunun Türkiye’ye büyük bedel ödettiğini itiraf etmek zorunda kaldı.
Geçmişin suçunu azledilen Başbakan Davutoğlu’na yükleyen AKP aslında bu itirafına rağmen Suriye politikasındaki hatalarına devam etti. Şimdi Halep’te yaşanan durum nedeniyle üste çıkmaya çalışıyor ama artık çok geç.
Ne derlerse desinler, Rusya’nın sözde destek mesajlarından moral alarak “Bölgede söz sahibiyiz” desinler, Suriye için tren çoktan kaçtı.
Hüsnü Mahalli son günlerde yıllardır sürdürdüğü uyarılarını tekrarlarken Halep’teki “Amerikan destekli medya propagandalarına” da dikkat çekerek gerçekleri anlatmaya çalışıyordu.
Doğrudur, Halep’te sıkışmış bir grup insan çok zor ve sıkıntılı günler yaşıyor. Bir taraftan kendilerini kalkan gibi kullanan dinci gruplar, öte yandan Halep’i ele geçirmeye çalışan Suriye ordusunun bombardımanı.
Orada bir dram yaşandığını kimse inkar etmiyor.
Elbette çocuklar, gençler, kadınlar, erkekler, yaşlılar bu kanlı savaşta ölüyor yaralanıyor.
Ama Amerikan destekli medya propagandalarının göstermediği şeyler de var. Orada, dinci grupların kalkanı gibi kullanılan insanlardan bir yolunu bulup kaçabilenler ve Halep’in artık güvenli hale gelen bölgelerine geçenler de bayram ediyor.
Hüsnü Mahalli işte bunu anlatıyordu. Halep’in yeniden Esad’ın eline geçmesinden sonra halkın güvenliğinin sağlanacağını, artık kimsenin Türkiye’ye ya da başka bir yere kaçıp sığınmak zorunda kalmayacağını söylüyordu.
Ancak Suriye’deki drama sadece mezhepçi açıdan bakan iktidar tetikçileri Hüsnü Mahalli’yi bir medya lincine tabi tuttu. “Alçak, hain, kahpe, ajan” suçlamaları Hüsnü Mahalli için medya tetikçilerinin kullandığı tanımlardan sadece birkaç tanesi.
Parmaklarını sallayarak “bu adam nasıl geziyor, saldırın buna, nefes aldırmayın” diye ekranlarda avaz avaz bağıranlar sonunda muratlarına erdi. Hüsnü Mahalli gözaltına alındı.
Hüsnü Mahalli’nin başına gelen aslında bu iktidarı eleştiren herkesin başına gelebilir hatta gelecektir.
Her fırsatta halkı sokaklara döküp bilgisizce ve bilinçsizce iktidar destekçiliği yaptıranlar, terör bahanesiyle “demokrasi, hukuk ve insan haklarını” tamamen ortadan kaldırdıklarına ve kendilerine karşı çıkan herkesin ezilmesi gerektiğine eni konu inanmış durumdalar.
İktidarın da desteği ile bir güç sarhoşluğu yaşayanlar “Bizden olmayan herkesten intikam alınacak, artık kimseye acımak yok, hepsi yok olacaklar ya da bu ülkeyi terk edip gidecekler” anlayışında.
Bu çok tehlikeli bir gidiştir. Bunun sonu yoktur. Kısa süreli zaferler kazanılabilir ve artık “Bu ülke bizden sorulur” diyenlerin moralleri daha da yükselir ama yaratılan gerginlik, oluşturulan kin ve nefret ortamı bir gün bunu yaratanları da altına alıverir.
Hüsnü Mahalli’ye geçmiş olsun diyor en kısa zamanda özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum.

BUNU YAZMAK GEREK

“Canlı bombacıyı yakalamak çok zor” aldatmacası


İktidarın terörle mücadelede yetersiz kaldığı gün gibi ortada. Ancak iktidarın hiçbir yetkilisi bu konudaki yetersizliği itiraf etmediği gibi suçu hep başkalarına atarak zeytinyağı gibi de üste çıkmaya çalışıyorlar.
Dolmabahçe’deki hain saldırıdan sonra da aynısını yaşadık. İşin sorumluları hiçbir sorumluluk kabul etmedikleri gibi yıllardır duyduğumuz “kanları yerde kalmayacak, intikam alınacaktır, çok acımasız biçimde üzerlerine gideceğiz” sözlerini sarf ettiler yine. Gerekli istihbaratı sağlayamayan, polise belli ki hala terör eylemlerine karşı nasıl dikkatli olunması gerektiğini bile öğretemeyenler “canlı bombayı yakalamak çok zor” edebiyatına sığındılar bu kez de.
Söyledikleri şu; “Canlı bomba önce bütün dünya ile ilişkisini kesiyor. Telefon kullanmıyor, internete girmiyor, dikkat çekici hiçbir şey yapmıyor. Ölümü göze almış birini önceden tespit etmek ve yakalamak kolay değil.”
Kulağa elbette doğru geliyor. Sıradan vatandaş da kendini polisin yerine koyarak “haklılar, nasıl yakalayacaksın ki?” diyorlar. Oysa gerçek bu değil ki.
Canlı bomba olmayı kabul edenlerin büyük çoğunluğu örgüt içinde donanımlı, siyaset üreten, fikir veren, strateji geliştiren ve en önemlisi eylem planlayan akıl, zeka ve eğitime sahip değil. Bazı sol örgütlerde üniversite mezunu canlı bombaların çıktığı da doğrudur ama bunların sayısı çok azdır. Eğer bir kişi bütün eylemi kendi planlıyor, keşif yapıyor, bombayı imal ediyor ve çantasına koyuyorsa bunu yakalamak zordan da öte mümkün bile olmayabilir.
Oysa bu canlı bombacıları bulan, eğiten, hedef gösteren ve eylemi yaptıranlar var. İstihbaratın görevi işte bu planlayıcıları bulmaktır. Onlar bulunursa canlı bombalar da ortadan kalkar. Bu nedenle “Ölümü göze alanı bulmak çok zor” demek aldatmacadan öte bir şey değildir.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Osmanlı Ocakları “çakma MHP” eylemleri yapıyormuş


Pazar günü CHP İstanbul İl Başkanlığı’nın Dolmabahçe’deki hain terör eylemini kınamak ve şehitlere saygı göstermek için düzenlediği töreni izlediğimi yazmıştım.
Bu tören sırasında “MHP’li” sloganlar atan küçük bir gurubun gösteriyi provoke etmeye çalıştığını da belirtmiş ve “MHP’li gençler AKP’ye bu kadar yancı olmayın” demiştim.
Yazımdan sonra MHP’li ve ülkücü çevrelerden hayli çok sayıda mesajlar aldım.
Hepsindeki ortak nokta şuydu; “O gördükleriniz MHP’liler değil.”
Tabii doğal olarak sordum bazılarına; “Nereden biliyorsunuz?” diye.
Cevapları şu oldu; “Son zamanlarda Osmanlı Ocakları adlı bir grup çeşitli yerlerde bizim sloganlarımızı atarak hatta elle Bozkurt işareti yaparak gösteriler düzenliyor. Ellerindeki yeşil üzerine üç hilalli bayraklar bizim değil Osmanlı Ocaklarına ait.”
Pazar günü o grubun yanında dururken açıkçası biraz şüphelenmiş ve “Bu gençler gerçekten MHP’li mi?” diye kendi kendime sormuştum.
Eğer gerçek buysa, AKP’nin silahşorluğunu yapan Osmanlı Ocakları bazı yerlerde MHP’li gibi davranıyorsa bu hem ayıp hem de tehlikeli.

ŞAŞIRDIM

Milli seferberlikte vatandaşa düşen görev ne?


Cumhurbaşkanı Erdoğan dün müthiş bir çıkış yaptı ve “Anayasa’mızın 104’üncü maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başı olarak PKK’sıyla, DEAŞ’ıyla, FETÖ’süyle, DHKP-C’siyle adı, söylemi, yöntemi ne olursa olsun tüm terör örgütlerine karşı milli bir seferberlik ilan ediyorum” dedi.
Erdoğan herhalde teröre karşı hükümetin ve ilgili birimlerin yetersiz olduğunu anlamış olmalı ki bu tür bir seferberlik çağrısı yapıyor.
Bu çağrı devletin başta hükümet olmak üzere tüm birimlerini anayasal kurumlarını yok saymak anlamına gelir. Halk seferberliğe çağrılıyor ama o halk ne yapacak? Nasıl bir tavır ve tutum takınacak? Terör örgütlerine üye olanları ihbar mı edecek, medya tetikçileri tarafından hedef gösterilenlere sokak ortalarında hadleri mi bildirilecek, sokaklara salınan gençler terörist olarak gördükleri kişi ve kurumlara gereken dersi mi verecek?
Ama asıl önemlisi seferberlik halinde bu ülkede yaşayan herkes tüm haklarından vazgeçmiş sayılacak, mallarına, paralarına el konulabilecek, hiçbir yargı kararı olmadan kişiler hapse atılabilecek. Olağanüstü Halde yapılamadığı düşünülen hukuk dışı her şey iktidarın, daha doğrusu cumhurbaşkanının iki dudağının arasında olacak. Bu seferberlik çağrısı neresinden bakarsanız bakın doğu değildir.

Bİ SORALIM BAKALIM

Dünkü liderler zirvesinin hiçbir önemi kalmadı


Başbakan Yıldırım dün iki muhalefet liderini Çankaya Köşkü’nde ağırladı. Amaç terörle mücadele konusunda muhalefetten destek istemekti.
Muhalefet partileri ise “her türlü desteği” vereceklerini açıkladılar.
Her şeyi tek başına ve canının istediği gibi yapan iktidar “nasıl bir destek” ister bunu anlamak mümkün değil. Sanki muhalefet bir şey diyecek de iktidar yapacakmış gibi.
Bu toplantı sadece kamuoyunun bir kesiminde “güzel bir birlik görüntüsü” gibi algılanır, asıl amacı ise muhalefeti iktidarın desteği gibi göstermektir.
Bu toplantının anlamsız olduğu tam da toplantı sırasında Cumhurbaşkanının açıklamaları ile ortaya çıktı aslında. Üç lider teröre karşı işbirliğini konuşurken Erdoğan “seferberlik ilan ettiğini” duyurdu. Bir anlamda “Siz toplanın aranızda, ama ipler benim elimde ben ne dersem o olur” dedi.
Garip günler yaşıyoruz. Bakalım daha neler olacak?

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Bundan sonra Avrupa’ya ne yapacağız?


Avrupa Parlamentosu “Türkiye ile görüşmeler askıya alınsın” yönünde tavsiye kararı aldığında hükümet ve saray başını kaldırıp “Böyle bir kararı yok sayıyoruz. Vız gelir tırıs gider” açıklamaları yapmışlardı.
Tepki doğruydu tabii.
Birincisi gerçekten Avrupa Parlamentosu’nun yaptırım gücü olan bir kararı yok. Sonuçta bir tavsiye kararıdır ki asıl kararı üye ülkelerin yetkili kurulları verir.
İkincisi, elbette Türkiye bu tür tehdit ve şantajlara kulak asmayacaktır. Tabii bu konudaki diğer nokta ise “durumu bu hale getirmemektir” bunu da unutmayalım.
Avrupa Parlamentosu’nun yaptırım gücü olmayan tavsiye kararı önceki
gün Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin önüne geldi.
Sonuçta Türkiye ile görüşmelerin sürdürülmesi kararı Avusturya’nın vetosu ile reddedildi. Bu “iş bitti” anlamına gelmiyor ama konu artık “tavsiye” olmaktan çıkmış, bir tür resmiyet kazanmıştır.
O halde artık Türkiye’nin buna etkili bir cevap vermesi gerekir.
Bu yazıyı yazdığım ana kadar ne hükümetten, ne saraydan ne de ilgili bakanlıktan bir açıklama gelmemişti.
Yine aynısı mı olacak diye endişeliyim; meydan boşken esip gürlemeyi biliyoruz, ama bize yönelik bir yaptırım uygulandığında bir anda “itidal” içine giriyoruz. Bakalım bu kez ne yapacaklar?