Cemaat travması ne yazık ki, kurumlar işini yapsa aslında önlenebilecekken, Türkiye ve Türk Milleti için korkunç ve çok ağır bedelleri olan acı bir tecrübeye dönüştü. Ölümcül sonuçlarıyla çok pahalı bir ders olan bu trajedinin tek kazanımı, yabancı istihbarat ekiplerinin kontrolündeki dinci-mezhepçi bir cemaatin, inanılmaz bir gizlilik ve iki yüzlülük içinde her yere, Cumhurbaşkanlığı yaverliğinden GKB yaverliğine, JGK emir subaylığına kadar sızabileceği ve devletin en önemli makamlarındaki yaverlerin, özel kalem müdürlerinin, emir subaylarının bile, dini motifleri kullanan silahlı bir terör örgütünün mensubu olabileceği acı gerçeğidir. Devleti ele geçirme konusunda son derece kararlı ve sıkı disiplinli dinci-mezhepçi bir çetenin, eğer gevşek davranılırsa, her tür denetleme, kontrol ve istihbarat ağını aşıp, devletin hiçbir kademesinin farkında olmadığı, olamayacağı şekilde örgütlenebileceği ve günü geldiğinde hedeflerine ulaşma konusunda rahatlıkla acımasız, vicdansız, duygusuz psikopat katillere dönüşebileceğidir...
Esasında bütün dinci ve mezhepçi yapılar çok ağır ırkçı ve faşist örgütlenmelerdir. Kendi mensupları dışındakilere her tür kötülüğü, her tür acımasızlığı gözlerini bile kırpmadan yapabilecek potansiyeldedirler. Dinci-mezhepçi terörün korkunç yüzü bugünün teknolojisi ve imkanlarıyla geçmişten çok daha tehlikeli ve çok daha öldürücüdür. Bu nedenle bunlarla mücadelede en küçük bir zafiyet gösterilmemelidir...

* * *

Cemaatin hain savcılarının, hakimlerinin ve polislerinin, cemaatin ağır suçlarıyla ve ülkeyi ele geçirme çabalarıyla mücadele eden Atatürkçü, Cumhuriyet’in kazanımlarına ve laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti ilkelerine gönülden bağlı insanlara yaptığı zulüm ve haksızlık, aileleriyle birlikte yaşattıkları ağır mağduriyet artık hepimizin malumu. Yıllarca bunlar Ergenekon’cu, Balyoz’cu, darbeci, bilmemneci diye hepimizi ve Türk hukukunu aldattıkları ve yurtsever masum insanları yalanlarla, sahte CD’lerle, dijital kanıtlarla ve PKK’lıların bile kullanıldığı gizli tanıklarla ömür boyu ve ağır hapis cezalarıyla cezalandırdıklarını artık duymayan yok. Peki bunlar paralel bir devlet kurabilecek kadar büyük bir güce nasıl ulaştılar? Sosyal demokrasinin müthiş lideri ve neferi Ecevit’i bile kandırmayı nasıl başardılar? Genelkurmay Başkanı’nı bile terör örgütü lideri diye ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırabilecek güce nasıl eriştiler? Akşamdan sabaha değil elbette...
Bunun en önemli sebebi, 40 yıla ulaşan süreçte, büyük bir stratejik akılla özenle belirledikleri devlet kurumlarında, örümcek sabrıyla ince ince ördükleri, yüksek gizlilikli ve yüksek hiyerarşili örgütsel ağdır. Daha lise dönemlerinde ve kurumlara daha yeni girdiklerinde tek tek potansiyel rakiplerini türlü yasa dışı yollarla bertaraf etmeleri ve yerlerine sınav sorularını çalarak yerleştirdikleri ve kurum içinde kollayarak yükselttikleri kendi devşirmelerinin sayısını, her geçen gün tüm uyarılara rağmen artırabilmeleridir. Diğer sebebiyse, dini konuların İslam coğrafyasında 1400 yıldır, Türkiye Cumhuriyeti’nde ise Atatürk’ten sonra özgür ve demokratik ortamlarda tartışılamaması, konuşulamaması ve bu çok önemli alanın devlet kontrolünün dışında gizli ve açık çalışan her tür eğitimsiz, cahil ve yobazın insafına ve vicdanına terk edilmesidir...

* * *

Laikliğin önemini vurgulayan, dinin ve dini değerlerin istismar edilmesine karşı hepimizi demokratik ve bilimsel yollarla uyarmaya çalışan aydınlarımıza yapılan saldırılar ve cinayetler, bu cinayetlerin faillerinin yakalanamaması, cemaatlerin ve tarikatların kontrolsüz bir şekilde güçlenmesini kolaylaştırdı. Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu gibi pek çok aydınımızın, dini siyasete alet ederek, laikliğe ve Cumhuriyete düşmanlık yapanlara karşı bizi uyarma çabalarının cinayetle sonuçlanması ve bu cinayetleri işleyenlerin, azmettirenlerin yakalanamaması cemaatin darbe girişimini hazırlamıştır...
Dini ve mezhepsel konuların demokratik bir ortamda konuşulmasından, tartışılmasından Allahsız, dinsiz, kitapsız diye yaftalanmaktan ve sokakta şiddete uğramaktan herkes korktuğu ve korkutulduğu için cemaatler, tarikatlar bugün bu kadar güçlendi. Dini konuları, dinsizlikle suçlanmadan sağlıklı ortamlarda konuşamadığımız için, bu konu tabu haline getirildiği için bugün cemaat paralel devletini kurabildi. Emniyet’inden İstihbarat’ına, Milli Eğitim’inden TSK’sına ve pek çok kritik kamu kurumuna, kurumların personel alımı, istihbarat, terfi kararları gibi stratejik noktalarına yerleşebildiler. Bu kafada devam edersek, cemaat gider memaat gelir. Silahlı dinci terör örgütü FETÖ gider pusu kuran, suikastlar ve itibar cinayetleri işleyen, becerebilirse darbeye kalkışan başka bir tarikat gelir. Dinci-mezhepçi terörün panzehiri demokrasidir, laikliktir, çağdaşlıktır, eğitimdir, uzlaşma kültürüdür, dini ve mezhepsel konular dahil her konuyu demokratik ortamlarda enine, boyuna konuşabilmek, tartışabilmek, ortak akılla yorumlayabilmektir...
Daha dün, Emre Kongar gibi yüksek nitelikleri olan bir aydınımız bile çok önemli bir kamu görevi icra eden polisin türban takmasının, görev sırasında dini bir simge taşımasının, devletin eşitlik ve tarafsızlık ilkelerine getirebileceği zararları ve potansiyel tehlikeleri anlatmaya çalışırken, ağır hakaretlerle itibar lincine uğratıldı. Dinin, mezhebin daha ilk harfini duyduğunda hakarete ve tehdide başlayan ırkçı-faşistlerin, hiçbir yasal sürece tabi tutulmadan seslerini en yüksek perdeden çıkarıp herkese saldırmasına göz yumulursa ve bu konuların özgür, demokratik ve sağlıklı ortamlarda tartışılmasının engellenerek, tüm inisiyatifin aralarında pek çok profesyonel yalancı olan hacılara, hocalara, şeyhlere bırakılmasına devam edilirse, Türkiye yeni suç örgütü cemaatler için bereketli bir kuluçka merkezi olmaya devam edecektir...