Bazen karşınızdakini kırmamak için ufak bir yalan söylersiniz, sonra o yalan paçanıza dolanır, sonra da iyi niyetle çıktığınız yolda hem stres çeker hem de kötü olursunuz ya...
İşte bu bana hep oluyor.
Karşımdaki üzülmesin, kırılmasın, idare edeyim derken ben yalancı oluyorum. Sonunda anladım ki her daim en kolay yol dürüstlük.
Başkası üzülecek, kırılacak diye düşünmeden, pat diye doğruyu söylerseniz hiç başınız ağrımıyor.
Kırılan kırılıyor ama siz yastığa başınızı rahatça koyup uyuyorsunuz.
Bazen ‘İyilikten maraz doğar’ derler ya çok doğru. Fazla ince olmamak gerek bu dünyada.
Başkaları için arada kalmamak gerek.
Dosdoğru söyleyeceksin lafını...
Başkaları için eğrilip bükülürseniz, sonra dönüp ‘’O da senin sorunun’’ derler olur biter.

* * *

Anladığınız üzere şu sıralar en çok düşündüğüm şey “arkadaşlık” ve ilişkiler.
Arkadaşlık tabii ki ilk önce sır tutmaktır.
Maalesef genelde durum annemin dediği gibi “Söyleme sırrını dostuna, o da söyler dostuna” oluyor. İkinci şık herkesin de bildiği gibi; arkadaşlık paylaşmaktır .
Bazen iç dökmek için, rahatlamak için paylaşırız, bazen de genel düşüncelerimizi ve kendimizi anlatmak için...
Ancak, genelde arkadaşlıklarda bir süre sonra karşınızdakiler paylaştıklarınızla sizi yargılamaya başlıyor. Size hesap sorar hale geliyor.
Arkadaşlık yanlış yaptığında karşındakini uyarmaktır.
Bu da doğru.
Ancak ipin ucu kaçtığında, kişi karşındakini yönetmeye, ona kendi doğru ve yanlışlarını dikte ettirmeye başlayınca dostluklar tatsızlaşıyor. Hele yumuşak başlı bir insansanız karşınızdakiler genelde her istediklerini size yaptırabileceklerini zannetmeye başlıyorlar.
Kendi doğrularını size yaşatma çabasına giriyorlar. Oysa ‘doğru’ ve ‘yanlış’ kavramları o kadar göreceli ki...
Kime göre, neye göre doğru?
Neden başkasının doğruları ya da yanlışlarıyla yaşayasınız? Yanlış bile olsa sizin yanlışınız olsun ki cezasını da hak edin.

* **

Bir yaşa gelince ilişkiler insanı eskisinden daha çok yormaya başlıyor.
Her türlü ilişkide elzem olan bazı faktörlerin önem sırası değişiyor. Ve geldiğim bu noktada benim için bir ilişkide en önemli şeyin ‘huzur’ olduğuna karar verdim.
Son kararım:
Arkadaşım, erkek arkadaşım, eşim... Yanımdaki kim olursa olsun bana huzur vermeli.
Beni yargılamamalı, yönetmeye çalışmamalı.
Bazen sadece anlatma ihtiyacım olduğu için anlattığımı bilmeli. Kendi doğrularıyla beni yönlendirmeye çalışmamalı. Tavsiye ve eleştiri ayrı tabii. Onlar da yapıcı olmalı.

Neden “Hey”?

Geçenlerde Ahmet Hakan’ın Atatürk’ü öven bir yazısını okudum.
Bir zamanlar ona karşı iken, sonunda Atatürk’ün değerini anlamış olması iyi tabii ki... Yalnız, yazının içinde bir kaç kez “Hey Atatürk” ifadesi kullanmış. Bu bana ilginç geldi.
Herhalde ne kadar iyi şeyler yazmaya çalışsa da ‘ey’ yazmaya dili varmamış ‘hey’ yazmış.
Zorlama yapılan şeylerde illaki bir tuhaflık oluyor, doğal olarak!