2005 yılında yapımına başlanan Silivri Cezaevi, 2008’de hizmete açıldı! Ama ne hizmet!.. İki kez dostlarımı ziyarete gitmiştim. Doğu Perinçek’le uzun uzadıya konuşmuş, moralinin benden yüksek olmasına ve benim moralimi düzeltmek için çaba göstermesine şaşmış, Profesör Yalçın Küçük’le yaptığımız sohbette benzer duyguları onda da gözlemlemiştim. Duruşma salonunda ise uzaktan da olsa Mustafa Balbay’la, Tuncay Özkan’la ve profesör Mehmet Haberal’la bağıra çağıra konuşmuştum...

*  *  *

“Şair”i ziyaret ettiğimde bir başka gündü ve mesai bitmişti. Ama yine de beni içeri aldılar. Işıklar sönmüş, görüşme telefonları devreden çıkmıştı. “Şair”i orada çok seviyorlardı. Sohbetimiz açılan ışıklar ve devreye giren iki telefon sayesinde üç saate yakın sürdü... “Nazım’ın çok hakkını yemişiz, tanıdıkça bunu bir kere daha anladım” demiş ve O’na yazdığı bir şiiri okumuştu...

*  *  *

Nihayet tahliye olduğunda evinin önünde biriken kalabalık görülmeye değerdi. Saatler ilerleyip, herkes dağıldıktan sonra “Eve gitme, gel biraz konuşalım” dedi. Değerli bir avukat arkadaşımız ve benden başka kimse yoktu. O sırada Kadıköy Belediye Başkanı telefon etti. O da gelince üç kişi olduk... Dere tepe yerine Silivri’den konuştuk. Neyse... Kötü günler geride kalmış, güzelliklere yelken açmanın zamanı gelmişti. Sonraki günlerde sık sık ya bizim evde, ya da onun evinde görüşmeye başladık. Kitaplarının film olmasını istiyordu ama bu devirde böyle bir işe para yatıracak kahraman bulmak zordu. Ben, film yerine tiyatro oyunu yapmayı önerdim...

*  *  *

Bir akşam yemekteyiz, bana son yazdığı şiiri verdi, okudum. “Bir de sen oku” dedim, okudu... Doğrusu güzel şiir yazıyordu. Kitapları da derin bilgiler içermesine karşın kolay okunuyordu. Sonunda bir kurul oluşturduk. İki farklı kitabından bir oyun çıkarma konusunda çalışmalara başladık. Okulumun yazarlık bölümü öğretmenlerinden üçü, bu işe soyundu. Başta “Şair”, yanında Melike İlgün Hocamız, sık sık benim okuldaki odamda buluşup oyunu çalışıyorduk. Ama asıl beyin yoranlar Melike ve “Şair”di. Yeni şiirler üretirken bile kafası hep oyunda oluyordu. Yeni tiyatro sezonunda bu oyunun çok ses getirmesini ve emeklerin boşa gitmemesini istiyordum... O nedenle oyun dört kez baştan yazıldı. Konuyla ilgili filmler çekildi. “Şair”in eşi Sevil Hanım, benim eşim Leyla’yı çok sever. Yemekler uzadıkça uzar, geç vakitlere kadar sohbet ederiz.

*  *  *

Mesleğinde yükselebileceği en üst düzeye kadar yükselmiş, sonunda Silivri Cezaevi ile ödüllendirilmişti!
Zarif, eğitimli, iyi yabancı dil konuşabilen ve yazabilen, okuyan, insanın dostu olmasından gurur duyacağı bir insan... Daha ne olsun?
Şairlik meselesine gelince: Şiirlerini okudukça içindeki duygusal yanı daha iyi anlayabiliyorum.

*  *  *

Kadim dostum Müjdat Gezen, son kitabı “TANIDIKLARIM”da böyle anlatıyor Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26. Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’u...
İlker Paşa, önceki gece, 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle Bodrum’daki eşsiz kültür ve sanat köyü Dibeklihan’dan gerçekleştirdiğimiz Halk Arenası Özel’de konuğumdu. Hiç reklam arası vermeden yayınladığımız ve yaklaşık 3,5 saat süren programda paylaştığı bilgiler, yaptığı yorumlar ve sergilediği canlı yayın performansı seyircilerden büyük beğeni aldı.
Müjdat kitapta yazdığı oyunun adından söz etmemiş.
Hadi onu da ben söyleyeyim:
Mucize!..
İlker Başbuğ “mucize” dediğinde akla ne gelebilir?
Tabii ki A-t-a-t-ü-r-k...