Üzerinden neredeyse 6 yıl geçti... Acılarla, felaketlerle, katliamlarla, terörün her türlüsünde can veren binlerce insanla, oluk oluk akan kanla, binlere ulaşan şehit ve gaziyle, korkuyla, mutsuzlukla iç içe geçen koca bir 6 yıl...
Irak’tan, Libya’dan sonra sıranın Suriye’ye geldiğine karar veren efendilerin “ileri” talimatına ilk koşan Türkiye’yi yönetenler oldu. Daha düne kadar “Kardeşim Esad” denilen Suriye lideri bir gün içinde “Katil Esed” oluverdi... “15 güne kadar Emevi Camisi’nde namaz kılacağız inşallah” sloganıyla ve de Katar, Suudi Arabistan işbirliği ile Suriye dışından transfer edilen katiller sürüsüne “Özgür Suriye Ordusu” sıfatıyla her türlü destek verildi... “Yapmayın, etmeyin, Suriye bölünürse Türkiye bölünür” diye karşı çıkanlar ise “vatan haini” diye suçlandı!..
Acımasızca sürdürülen iç savaşta yüz binlerce insan yaşamını yitirdi. Milyonlarca Suriyeli yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Yıllarca binlere varan “mülteci ölümü” izlemek zorunda bırakıldık. 3.5, belki 4 milyon Suriye yurttaşı Türkiye’ye sığındı...
Ortadoğu’nun binlerce yıllık kültür mirası acımasız çapulcular tarafından imha edildi... Ama “stratejik derinlik”, “değerli yalnızlık” safsatalarını şiar edinen kafa, şiddet politikasından vazgeçmedi... Dünyanın “terörist” ilan ettiği kan içici zorbalara kol kanat germeye, “onlar öfkeli çocuklar” demeye devam etti... El Nusra adındaki El Kaide türevi caniler için “onlar terörist değil” demeyi sürdürdü...
Yapılan vahim hataların, günahların sonunda Türk Ordusu, sınırlarımızı korumak, PKK’nın Münbiç ile El Bab’ı birleştirerek ABD’nin istediği ABD/PKK koridorunu açarak bir Kürt devleti oluşturulmasını engellemek için Suriye’ye girmek zorunda kaldı... O günden bugüne 35 askerimiz de Fırat Kalkanı operasyonunda şehit oldu. Daha önceki akşam 16 askerimiz toprağa düştü...
Türkiye’de yıllardır, neredeyse üst üste yaşadığımız, yüzlerce, binlerce insanımızın ölümüne neden olan terör olayları da, Suriye politikasının armağanıydı doğal olarak... Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, daha geçen gün “başımıza ne geldiyse yanlış Suriye politikasından geldi” diyerek, tarihi itirafını ikinci kez yinelemiş oldu!

Böyle kıvraklık görülmedi!..


Yine de yanlıştan vaz geçmediler...
Daha geçen ay, Halep’e ulaşmış Suriye ordusu, Rusya ve İran desteğinde kenti 4 yıldır elinde tutan “cihatçıları” temizlerken, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, daha sonra süratle yalanlayacağı şu sözleri söylüyordu:
-Biz sabır, sabır, sabır dedik, en sonunda dayanamadık ve Özgür Suriye Ordusu ile birlikte Suriye’ye girmek zorunda kaldık. Niçin girdik? Devlet terörü estiren zalim Esed’in hükümdarlığına son vermek için girdik, başka bir şey için değil!..
Peki sonra ne oldu?.. Bütün kırmızı çizgilerimiz morardı, helak oldu. Önceki gün Rusya’da yapılan Suriye Zirvesi’nde Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Rus ve İranlı mevkidaşlarıyla birlikte imza attığı “Moskova Bildirisi” ile Türkiye şunu açıkça itiraf etmiş oldu:
-6 yıllık Suriye politikamı tarihin çöplüğüne atıyorum!..
Şu zavallı çark edişe bakar mısınız? Sadece bununla kalsa iyi; bildirinin birinci maddesinde Suriye Arap Cumhuriyeti’nin “çok dinli, mezhepçi olmayan, demokratik ve laik bir devlet olarak egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygısını da” teyit etti!..
Peki şimdi ne olacak? Olacağı şu; bildiğimiz kadarıyla Suriye yönetimiyle el altından başlatılmış bulunulan ilişkiler giderek daha üst düzeylere taşınacak. Zaten yanlış Suriye politikasıyla ilgili günah keçisi de hazır; Ahmet Davutoğlu ne güne duruyor!.. Bakarsınız aldatılma şampiyonu “en büyük Türk büyükleri” yine gayet mağdur pozlarda “kandırıldık” diye ağlaşabilirler... Ya sonra? Sonra eski tas eski hamam; el ele, diz dize fotoğraflar zamanına dönülüverir:
-Zalim Esed, yine olur size Kardeşim Esad!..

Aladağ’da yanan kızlar cehennemi yaşıyormuş!..


Sosyal Haklar Derneği’nin (SHD) Adana Aladağ’da 11’i çocuk 12 kişinin yanarak can verdiği öğrenci yurdu yangını için hazırladığı raporu okudunuz mu?
-Kanım dondu!..
Ölen ve yaralanan kızcağızların ailelerinden bazılarının o yurdu devlet yurdu zannettiği ortaya çıktı. Yurt yıkıldıktan sonra ailelere hiç bilgi verilmeden bu yurt binası gösterilmişti!.. Şunlar da bizzat ailelerin verdikleri bilgiler:
-Her gün uzun saatler boyunca ağır din eğitiminden geçirilen çocuklar, akşam ders çalışmak istediklerinde müsaade edilmiyor, hatta bazı çocuklara “kız çocukların okuması günah zaten” deniyordu...
-Çocuklara zaman zaman şiddet uygulanıyordu..
-Çocuklarının nasıl bir ortamda kaldığını görmek isteyen babalara erkek oldukları için izin verilmiyordu...
-Çocuklara temizlik yaptırılıyor, bulaşık yıkatılıyordu. Bulaşık yıkarken elektrik şalterinin attığı yönetime bildirilmesine karşın hiçbir önlem alınmıyordu...
Kısacası o küçücük kızlar bu tarikat yurdunda adeta bir cehennem hayatı yaşıyordu!.. peki yaralı kızlar ya da ailelerinden biri bile niçin şikayetçi olmadı?.. Yanıt sanırım şu olsa gerek:
-Yoksul ve “mahalle baskısı” altındaki insanların şikayete hakkı yoktur!..