YENİ ÖĞRENDİM

Hafta başında bir Alman bankasının yetkilisi ile yaptığım sohbeti yazmıştım. Alman bankasında çalışan yetkili “Son günlerde inanılmaz bir atak var, o kadar çok yatırım başvurusu ve kredi talebi oluyor ki başımızı kaşıyamıyoruz” demişti.
Almanlarla en gergin olduğumuz bir dönemde Türkiye’ye yönelik bu ilginin çok ilginç olduğunu belirterek farkında olmadan Almanların çok ciddi paralar kazandığı bir ülke haline geldiğimiz yazmış ve “Biz bu yatırımlara bakarak Almanlara kapak yaptığımızı sanıyoruz ama onlar ülkemizin ekonomisinde daha fazla söz sahibi olarak bize kapak yapıyor” demiştim.
Bu yazımı okuyan önemli işadamlarından biriyle karşılaştım önceki gün. Beni görünce gülerek “Alman yatırımcıları Türkiye’ye akın ettirmişsin” dedi. Ben de “Vallahi bilemem, Alman bankasındaki bir etkilinin anlattıkları” karşılığını verdim.
İşadamı dostum “Bir yere kadar doğru ama bilmelisin ki o Alman diye Türkiye’ye yatırım yapanların çoğu Türkler” dedi. “Nasıl yani?” diye sordum şaşırarak. Anlattı.
Son birkaç yılda Türkiye’den çok ciddi bir servet çıkışı oldu. Tayyip Erdoğan’dan hiç haz etmeyen bu iktidarın Türkiye’yi derin bir uçuruma sürüklediğine inanan ancak korkudan ağzını açamayan pek çok para sahibi servetlerini çeşitli yollarla yurtdışına taşıyor. Hatta bunların birçoğu öncelikle eş ve çocuklarını da batılı ülkelere gönderiyor.
İşadamı dostum “Şimdi gelelim işin püf noktasına” dedikten sonra şunları söyledi: “Türkiye artık güvensiz bir ülke. Özellikle kendi vatandaşına karşı acımasız bir iktidar var. Parasını yurtdışına gönderenlerin bir bölümü yabancı şirket adıyla parayı tekrar Türkiye’ye sokuyorlar. Buradaki ince nokta şu; para yabancı sermaye olunca Türk hukuk değil uluslararası tahkim heyetleri yetkili hale geliyor. Türkiye’de parasına her an el konulacağından korkanlar bu yolla servetlerini koruma altına almaya çalışıyorlar.”
Bu şaşırtıcı sözleri dinledikten sonra “Erdoğan için fark eder mi, isterse yabancı sermayeye de el koyar” dedim. İşadamı dostum güldü; “Tabii ki o çılgınlığı da yapabilir ama o kadar uzun boylu değil. Bu takdirde karşı taraf da dünyanın her yerinde TC’ye ait ne varsa el koyabilir. Örneğin Pekin’e inen THY uçağına el konabilir ya da Hindistan’a yanaşan Türk gemisi müsadere edilebilir. Yani yerli de olsa yabancı sermaye statüsündeki paraya el koymak kadar kolay değil o iş.”
İşadamı dostum “Bir şey daha” dedikten sonra “Kim olduklarını ben de bilmiyorum ama kulağıma geliyor” diye konuştu ve şunları söyledi; “Bu yolla Türkiye’ye para sokanların bazılarının cemaatin adamları olduğu söyleniyor. İçerdeki kaynakları tükenen cemaatin işadamları kaçırabildikleri paraları şimdi bu yolla Türkiye’ye sokuyor.”
Ben de “Paraları çıkarmışken ne diye böyle bir riske girsinler?” diye sordum saf saf. İşadamı dostum dedi ki “Sen yurtdışında iş kurmak ve para kazanmak kolay mı sanıyorsun. Her horoz kendi çöplüğünde öter. Üstelik bu kez kümese uluslararası korumalı para sokuyorlar, deşifre olmazlarsa Türkiye’de oldukları dönemden çok daha fazla ve tatlı paralar kazanırlar.”

BUNU YAZMAK GEREK

Erdoğan “Başkomutan” değil


AKP Genel Başkanı Erdoğan artık sık sık “Başkomutan” unvanını da kullanıyor. Son iki yıldır 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kendi uhdesine aldı. Çünkü “Başkomutan” olduğuna göre o bayramın sahibi de kendisi.
Daha önceleri 30 Ağustos’lar Genelkurmay’ın himayesinde kutlanırdı.
Erdoğan kendisine “başkomutan” diyor ama aslında değil. Başkomutanlık mevcut anayasaya göre Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin uhdesinde. “Savaş durumunda” bu unvan Cumhurbaşkanı tarafından kullanılıyor ancak o da bu görevi Genelkurmay Başkanı’nın kullanımına sunuyor.
Yani neresinden bakarsanız bakın Erdoğan başkomutan falan değil.
Ama askeri ezmek, “Sizin de başınız benim, bana bağlısınız” diyebilmek ve kendisine biat eden kitlelere de “Görüyorsunuz değil mi nasıl hepsini hizaya soktum” propagandası yapabilmek için her fırsatta kendisine “başkomutan” diyor. Nasıl olsa “Değilsiniz ama” diyebilecek cesarette ne asker ne de siyasetçi olmayınca meydan boş sayılıyor değil mi?

NOT: Bu arada belirteyim; Türkiye’nin tek başkomutanı vardır. O da Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk’ün bu unvanına ortak olmaya kalkanlar eninde sonunda hüsrana uğrarlar.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Almanya’ya afra tafra arasında ince düzeltme


AKP Genel Başkanı Erdoğan her fırsatta başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerine saydırıyor. Hafta içinde yine bir parti toplantısında “Almanya’daki Türk düşmanı partilere sakın oy vermeyin” dedi bu ülkede oy kullanma hakkı olan Türklere seslenerek.
Erdoğan Almanya’ya yine esti gürledi ama satır aralarında hafiften düzeltmeler yaptığı da dikkatlerden kaçmadı.
Biliyorsunuz Erdoğan’ın Nazi benzetmesi Almanları çok rahatsız etmişti. Çok yakın bir geçmiş olmasına rağmen Nazi izlerini hızla silmeyi başaran Almanlar bu konunun hatırlatılmasından bile çok ciddi alerji duyuyorlar.
Erdoğan son konuşmasında “Canım” dedi “Nazi dediysem sana demedim ki, Almanlara demedim ki, yapılanı tarif ettim fotoğrafı gösterdim” dedi.
Yani Erdoğan meğer Merkel’e “Nazi artığı” dememiş “ortaya” konuşmuş. Hep yazıyorum hep söylüyorum, Erdoğan’ın dışa efelenmeleri aslında tamamen iç politikaya yönelik propaganda ürünü. İşte bazen kantarın topuzu kaçınca böyle düzeltmeleri yapıyor, nasıl olsa millet fark etmiyor diye düşünüyordur. Tabii karşı tarafa “konuşmaya dikkat ettiniz değil mi, o lafı düzelttik” mesajı mutlaka veriliyordur.

KOMİK

Almanya’ya karşı çok parlak bir aşağılama yöntemi bulmuşuz...


Türkiye dış dünyada giderek itibar kaybediyor ve ciddiyeti kalmıyor. Bu da belli ki devleti yöneten kadrolarda ciddi bir sıkıntı ve panik yaratıyor. İktidar bu panik havası içinde kahve ahalisini mutlu edecek ama pratikte hiçbir faydası olmayacak akılsız ataklar yapıyor. İşte bunlardan biri Dışişleri Bakanlığı’nın “Almanya’ya gidecek Türk vatandaşlarını” uyarması. Almanya kendi vatandaşlarına “Türkiye güvenli bir ülke değil, dikkat edin” uyarısında bulundu ya, Dışişleri’nin aklı evvel danışmanları da “Aynısını biz de yapalım” diye parlak bir fikir bulmuşlar. Dışişleri de bunu ciddi ciddi yayınlamış. Demiş ki “Ey Almanya’ya gidecek vatandaşımız, orada seçim var, bazı partiler ırkçı söylemlerini fiiliyata da geçirebilir, dikkatli olun.”
Bu nasıl bir akılsız kafadır. Güya “Biz de aynı şekilde karşılık veriyoruz” diyebilmek için böyle komik bir olaya imza atıyoruz çünkü biz de büyük ülkeyiz ya. İş artık bu tür saçma sapan akılsız ataklar yapmaya kadar vardıysa devletin yönetiminde çok ciddi zafiyet olduğunu anlayabiliriz. Türkiye’yi tarihi boyunca olabileceği en düşük ve itibarsız seviyeye indirenler bunun hesabını vermeye de hazır olmalıdır.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Dünyadan örtülü ambargo tehlikesi


Oturduğumuz masada bazılarını ilk kez tanıdığım işadamları var. Sağdan soldan sohbet ediliyor. Artık belki de masada ben de varım diye herkes rahat konuşamıyor. Buna rağmen “eleştiri” dozunun alışılmıştan biraz “yüksek olduğunu” fark ediyorum. Çünkü hepsi orta ve büyük sermayelerle iş yapan isimler ve belli ki çok sıkıntılılar.
Bana en yakın oturan işadamı bir ara “sıradan” bir şey anlatıyormuş gibi “Japonya da başımıza iş açıyor” dedi. “Nasıl?” diye sordum. Meğer Japonlara ileri teknoloji ile üretilen tarım ürünleri satıyorlarmış. Önceki hafta önemli bir parti için anlaşma sağlanmış, ama önceki gün Japon firmanın temsilcisi “Siparişi iptal ettiklerini” bildirmiş. Gerekçe “Türkiye’nin artık çok güvensiz bir ülke olması” imiş. Aynı işadamı “Benzer bir olay da Güney Kore ile iş yapan bir arkadaşımızın başına geldi. Onun siparişleri de iki gün önce iptal edildi” dedikten sonra “bana göre bu işin arkasında Amerika var” dedi.
Bu işadamına göre Amerika
Türkiye’ye direkt ekonomik
ambargo uygulamak yerine
“sözünün geçtiği” ülkeleri “Bir süre Türkiye ile iş yapmayın” diye uyarıyor olabilirmiş. “Japonya ve Güney Kore örnekleri önümüzdeki günlerde çoğalabilir” diye endişesini dile getirdi.