2 mektup aldım.
Sizinle paylaşacağım.
Birinci mektup:
“Merhaba,
Kardeşlerim İzmir’de yaşıyorlar ve oradaki fabrikalarda çalışıyorlar. Birisi Alman tekstil fabrikası olan Hugo Boss  firmasında, diğeri Hollanda kökenli otomotiv firması Delphi de...…  Bizim devlet büyüklerinin yaptığı ince siyasetten dolayı bu firmalar çalışanlarının iş akdine son vermeye başladı. Delphi, 800’ e yakın işçiye çıkış vereceğini duyurdu. Hugo Boss ise üretimi yavaşlatıp üçer beşer çıkartmalar yapıyor. Sizden ricam, sesimizi duyurun.
Birilerinin koltuk sevdası yüzünden bu kadar aile işsiz kalıyor ve her şey yolunda diye millete nutuk atılıyor. Benim 2 yaşındaki yeğenimin rızkıyla oynamaya kimsenin hakkı olmadığını düşünüyorum.
Saygılarımla.
(İmza yerine isim)
Okurumun yazdıklarına bu şirketlerin yöneticileri ne derler bilmiyorum? Belki de işten çıkartmalar, Hollanda ve Almanya ile Türkiye ilişkilerinin “sen bana diktatör deme- ben de sana Nazi ve faşist demeyeyim…” kırılganlığına saplanmış olmasıyla ilgili değildir. Belki de derinleşen ekonomik krizle ilgilidir.
Ben ses duyuruyorum.
Geldiğimiz nokta; birbirinden çok ayrı iki kültür, kimlik olan Türkler ile Avrupalılar,  birleşip bir zincir olmak üzereydi, o zincir koptu.

*  *  *

İkinci mektup.
Almanya’da Rathaus’da (belediye binasında) çalışan bir bayan anlatıyor:
“Bugün Almanya saati ile 13.30’dan sonra, ismini vermeyeceğim, belediyemize polis müdürleri ve üniformalı polis memurları akın akın gelip gittiler. Koşuşturmaca akşam mesai bitimine kadar devam etti. Ben, birlikte çalıştığım diğer memur arkadaşlarıma, bu telaşın sebebini sorduğumda tam net cevap alamıyordum. Çünkü Türk olduğumu biliyorlardı. Polisler bazen çalıştığım bölüme gelip ya evrak soruyor ya da diğer Alman arkadaşlarımla fısıltı sesiyle bir şeyler konuşuyorlardı.
Korktum.
Ve ürktüm tabii ki…
Mesai bitti ve Jahn adında bir arkadaşım vardı, onu kenara çektim, usulca sordum. O bana yalan söylemezdi, gerçeği ondan öğrendim. Mesele şu; belediye sınırları içinde ikamet eden tüm Türk ailelerin adresleri tek tek alınıyormuş. Sosyal hakları tek tek gözden geçirilip bir takım kısıtlamalara gidileceği yönünde baskı oluşturularak oturma izni bile olan Türk vatandaşların ülkeyi ivedi olarak terk etmeleri, Türkiye’ye dönmeleri sağlanacakmış...…Mal varlığı olanların, mülklerini ucuz fiyata elden çıkarmaları için de çeşitli baskılar düşünülüyormuş. Polis ara sıra Türk ailelerin evlerine ani baskınlarla arama yapacakmış…”
(İmza yerinde İsim)

*  *  *

2 mektup da böyle.
Ne kadarı gerçek.
Ne kadarı söylenti.
Ne kadarı kuruntu.
Bilmiyorum.
Geldiğimiz nokta; birbirinden çok ayrı iki kültür, kimlik olan Türkler ile Avrupalılar,  birleşip bir zincir olmak üzereydi, o zincir koptu.
Yani kopartıldı.

HAYIR demek için 60 neden (39) 

TV ekranında yayın! Yaptığınızdan utanın!


Demokrasi İçin Birlik İnsiyatifi, 17 TV kanalının 1-20 Mart tarihleri arasındaki yayınlarını inceledi ve “evet” i savunanlarla “hayır” ı savunanlara ne kadar süre ile söz hakkı verildiğini rapor haline getirdi: Bu rapora göre; Cumhurbaşkanı’na 53.5 saat, AKP’ye 83 saat, MHP’ye 14.5 saat, CHP’ye 17 saat ayrılırken HDP’ye 33 dakika yer verildi. Yine 1-20 Mart arasında canlı yayınlarda ise; Cumhurbaşkanı’na 169 saat, AKP’ye 301.5 saat, MHP’ye 15.5 saat, CHP’ye 45.5 saat ayrıldı. HDP’ye hiç yer verilmedi. Tartışma programlarında da Cumhurbaşkanlığı 20, AKP’liler 115, MHP’liler 7, CHP’liler 20 kez davet edildi. HDP hiç davet edilmedi.