2015 nisan ayından bu yana 18 büyük terör saldırısı...
Yüzlerce, binlerce insanımız terör kurbanı... Şehit sayısı1093... Yaralı kurtulan, sakat kalan insanlarımızın sayısını Tanrı bilir... Son üç hafta içinde dört vahşi terör saldırısında 100’den fazla insanımızı kaybettik...
Yılbaşındaki saldırıdan önce nefret söylemi zirve yaptı; büyük kentlerde “tebliğci” denilen yobazlar açıkça tehdit içeren bildiriler dağıttı, Diyanet tüm camilerde “Yılbaşı haramdır” hutbesi okuttu, sosyal medyada yapılan iğrenç ötesi paylaşımlarda insanlar alenen hedef gösterildi... Sonuçta 39 suçsuz, günahsız insan barbarca katledildi...
-Bu saldırılar karşısında acz içinde kalan iktidar ne yaptı peki?..
Anlatayım; öncelikle katliamdan sonra “laiklik çağrısı” yapan Halkevi üyesi gençleri gözaltına aldı!.. Ahh, özür dilerim, sırayı şaşırdım; önce Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanlığı, laikliği savunan bu gençleri web sitesinden suçlayarak, ihbar edilmelerini istedi!.. Bu çağrı büyük tepki alınca siteden silindi ama ne gam, işaret verilmişti zaten!.. sabahın köründe Cumhuriyet gazetesi muhabiri ve Halkevi üyesi Ayşegül Başar’ın evi basılarak gözaltına alındı. Sonra teker teker diğer gençler avlanmaya başlandı... Şu saatlerde operasyon aynı başarıyla sürdürülüyor mu bilemiyorum, ancak bu gençlerin hangi gerekçeyle gözaltına alındığını biliyorum:
-Kabahatler kanunu!..
Acı acı gülümsediğinizi görür gibiyim... Merak etmeyin ben de aynı duyguyla okudum laikliğin “kabahat” haline geldiği gerçeğini!..
-93 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin 15 yıl içinde getirildiği nokta işte bu!..

Türkiye’yi Orta Çağ’a götüren yol!..


Evet, yaşadığımız “Fetret devri” ülkeyi adeta bir “düşman kardeşler” zavallılığına mahkum etti...
Ülkemiz oluk oluk kanıyor... İnsanlar toplu halde katlediliyor... Buna karşılık bu vahşeti, bu alçakça terör saldırılarını kutsayan, alkışlayan, sevincini sosyal medyada kusan yaratıkların sayıları, meslekleri, vicdansızlıkları, barbarlığa övgüleri mide bulandırıyor... Kütahya’dan bir futbol hakemi şu alçakça mesajı atabiliyor:
-Noel Babanız hep hediye getirecek değil ya...
“Gazeteci”, “sanatçı”, “din adamı” kılıklı, sözde topluma örnek teşkil etmesi gereken bir takım yaratıklar son katliam öncesi ve sonrasında öylesine akıl almaz, öylesine insan olmaktan uzak açıklamalar yaptılar, o denli kin ve öfke kustular, öylesine hedef gösterdiler ki, gerçekten büyük bir hayret ve acıyla, bu kadar kısa bir zaman diliminde nasıl olup da böylesine ötekileştirildiğimizi düşündüm... Benim düşünüp bir türlü söylemeye dilimin varmadığı sözcükleri, dünyanın sayılı gazeteleri manşetlerine çıkardı; “çöküş” dediler, “100 yıl sonra yine hasta adam” dediler, “model ülkeydi, Pakistan, Afganistan olma yolunda hızla sürükleniyor” dediler...
-İşte dünyanın son Türkiye algısı bu, ne yazık ki!..
Peki, “en büyük Türk büyükleri” bu vahim tablo karşısında ne yapıyor acaba?.. Açın bakın, bir önceki, ondan önceki, daha da önceki saldırılardan sonra ne yaptılarsa yine onu yapıyorlar... ülkenin Başbakanı sıfatlı muhterem değişik olarak iki tavır sergiledi; önce sosyal medya kullanıcılarını toptan suçlayıp, “cezası var” uyarısı yaptı, ardından dünkü AKP grup toplantısında ilk kez “rejim değişikliğinden” söz etti:
-Yapılan değişiklik vesayet rejiminin kalıcı olarak değiştirilmesidir...
İşte bu kadar!..

Linci kutsayanlar!..


Ülke son katliamın acısı içinde çırpınırken, yukarıda yazdıklarımı birebir doğrulayan görüntüler Atatürk Havalimanı’nın yaşandı!..
Hem de uçak pistinde, Kıbrıs’tan gelip aprona yanaşan uçağın kapısının yanında!.. Modacı Barbaros Şansal linç edilmeye çalışıldı, hem de kendisini gözaltına almaya gelen polislerin yanında!.. Saldırganların içinde havaalanında çalışan görevliler de vardı; tekme, tokat, yumruk saldırdılar, yere yıktılar, var güçleriyle vurdular...
Birkaç gündür Barbaros Şansal’a ait olduğu söylenen tweetler sosyal medyada dolaşıyordu. Bazı yanaşmalar bu tweetleri paylaşarak, “linç kampanyasını” başlattı. Halbuki kendi paylaştıkları, Şansal’ın mesajları denilen tweetlerin altında İstanbul’dan atıldıkları açıkça görülüyordu... Diğer bir anlatımla o saatlerde Kıbrıs’ta bulunan Barbaros Şansal’ın o tweetleri atmasına imkan yoktu, yani o mesajlar sahteydi, üretilmişti!..
-Ancak kampanya amacına ulaşmış, modacı Şansal bir güzel benzetilmişti!..
Beş yaşındaki çocuk bile, “apron” diye bilinen uçak pistine çıkılamayacağını, asla izin verilmeyeceğini bilir!.. Şimdi soruyorum; Şansal’ı linç etmeye gelen kalabalık nasıl oldu da uçağın yanına kadar gelebildi? Güvenlik güçleri böyle bir kepazeliğe neden mani olmadı? Mani olamadıysa niçin Şansal’ı uçaktan indirip darp edilmesine neden oldu?.. Son sorum ise şu:
-Bu ülkede linç edilmek bu kadar kolay, bu denli ucuz mu?!.
Bir de kendilerine “sanatçı”, “gazeteci”, ”belediye başkanı” sıfatını yakıştıran zevatın bu saldırıyı kutsayan, alkışlayan son derece aşağılık mesajları var ki, şu sütuna almaktan hicap duyarım... Yalnızca duyduğum teessürü paylaşmak isterim:
-İnsanlığın, vicdanın, haysiyetin unutulduğu, karanlığın, barbarlığın, namus düşkünlüğünün baş tacı edildiği bir ülkede yaşıyoruz artık...