Röportaj : Özlem Gürses Fotoğraflar : Öner Karaçiçek O, kafayı “gerçek olmaya, sahici olmaya” takmış bir kadın. “Zaaflarımızla, korkularımızla hatta kötülüğümüzle yüzleşmeden kendimiz olamayız” diyor. Kadınlığını da böyle yaşamış, anneliğini de, dostluğunu da, aşklarını da… İlk kitabını da böyle yazmış : olduğu gibi, hissettiği gibi, kendi gibi. Gazeteci Sibel Baykam’la Ege’nin özgür sahillerinde buluştuk. “Kendi Yaşamın Gibi, Buyur Çekinme”yi konuştuk. 80

Kadın olmak yetmez, gerçek olmak gerek !

ÖG : Kitapta 12 erkek bir kadını anlatıyor, o kadın da her hikaye de kendiyle yüzleşiyor… SB : Ben her zaman kadın olma durumunu çok severek yaşadım. Kadın olmayı annemden, kadınlara harika davranmayı babamdan öğrendim. Ama “dişiliği” teyzemden ! Onu çok büyük hayranlıkla izlerdim. Teyzem bir lokantaya girmezdi, “antre” yapardı ! Girer, durur ve çevresine bakardı… ÖG : Bir kadının, kendi kadınlığını nasıl yaşadığı erkeklerle ilişkisini etkiliyor mu ? SB : Yüzde yüz ! Kendinize nasılsanız, dışarıya da onu veriyorsunuz. “İlgiyi uyandırma süresi” değil önemli olan. Biraz açık saçık bir kıyafetle bir kadına herkesin başı dönüyor. Onun sürekli olabilmesi, sizin “miş gibi” olmamanıza bağlı. Asıl mesele “gerçek” olmakta. ÖG : Sen “kendin olmanın ayıplanmadığı” bir evde mi büyüdün ? SB : Kesinlikle. Bizim evde, 14 yaşımdan itibaren şimdi benim oğlumla ilişkimde de çok kullandığım “sen bilirsin” cümlesi vardı. “Sen bilirsin” insana verilmiş bir açık çek gibi bir yandan, bir yandan da çok ciddi bir sorumluluk. “Zaaflarımızı, kötülüğümüzü kabul edebilmemiz lazım…” ÖG : Kitapta diyorsun ki “kadın olmayı severim ama kadınlara erkeklere güvendiğim kadar güvenmem…” Neden ? SB : Biz, erkekler kadar saf, onlar kadar net değiliz. Bir yandan kadına çok hayranım, çok karmaşık, çözülemez bir ruh. Öte yandan kadın bir erkekten “herşey” olmasını istiyor, erkeğin istekleri çok daha sade… ÖG : Oysa ki sen “tek tek” ama “beraber” olmaya inanıyorsun. SB : İki kişi kendine ait huylarını, dünyalarını, zamanlarını tutuyor olacak ki bir ilişki devam etsin. “İkimiz birbirinin içinde eriyelim” diye bir şeye inanmıyorum. Kitapta da var : “Sana seni sevdiğimi tamamen anlattığım an, seninle son kez uyanıyor olacağım…” Herkesin, kimseye göstermediği sadece kendisine ait alanları olmalı. ÖG : “Sırrın da kanın gibidir, tümünü verirsen ölürsün…” SB : Çok doğru. Ben 26 yıldır beraberim ve hala bazı konularda Bedri’ye ait hiçbir şey bilmediğimi görüyorum, bu çok hoşuma gidiyor. Ben kendimi çözebilmiş değilim ki, karşımdakini çözeyim. Ben yarın kim olarak uyanacağımı bile bilmiyorum ! ÖG : Gerçekten o kadar inişli çıkışlı bir kadın mısın ? SB : Biraz öyleyim. Ama bunu da seviyorum. Çünkü her an kontrollü olamam. Ben o iniş çıkışlara izin veriyorum. Kimseyi kırmamak ve üzmemek kaydıyla bütün o renklerimi yaşamaya çalışıyorum… ÖG : Öfkene nasıl hakim oluyorsun ? SB : Hiç olamam ! Bedri benden çok daha sakin bir insan. Ben anlık parlar sönerim, o daha uzun vadecidir. ÖG : Kitapta en baskın duygulardan biri “sahici olmak” meselesi… SB : Olduğun gibi olmak çok önemli benim için. Sadece o tür insanlarla arkadaşlık yapabiliyorum. Zayıflığımızı kabul edebilmemiz lazım. Zaaflarımızı kabul edebilmemiz lazım… Kötülüğümüzü kabul edebilmemiz lazım ! Değiştirmek için bile… 84 ÖG : Kitabı nasıl yazdın ? SB : 2002’de yazmaya başladım aslında. Son 10 ayda bazen küçük kafelerde saklanıp, bazen yatak odamda günlerce kapanıp bitirdim… Şimdi ikinciyi yazıyorum, bu kitaptaki küçük kızı anlattığım bir roman. Bir “okuma yazma” evi yaptım Arnavutköy’de. Kendimi oraya kapatıyorum . Her gün işe gider gibi, küçük tapınağım benim orası, orada yazıyorum şimdi. ÖG : Oğlun Suphi okudu mu kitabı ? Hiç düşündün mü yazarken “bunları okuyacak” diye… SB : Aklıma bile gelmedi ! Ben bir roman yazıyorum, ayrıca ben Suphi’yle her zaman her şeyi konuştum. Oğluma “Biliyor musun, bir seferinde bir aşk yaşarken başıma şu geldi oğlum, çok kırıldım, sen bir kıza asla bunu yapma…” dediğim de oldu. 82

“Türkiye’de en büyük günah iki insanın sevişmesi !”

ÖG : Sen galiba seksi de vahşi buluyorsun bu kitapta yazdığın gibi : “oysa hayvanlar sürekli birbirlerini beceriyor, diledikleri gibi diledikleri yerde…” SB : Bizler mülkiyet kavramıyla seksi birleştiriyoruz. Para, güç, her türlü “janjan” insanların birbirini yatağa atması için kurgulanıyor bu hayatta ! Oysa seks doğal bir şey. Ama Türkiye’de en büyük günah ! Hayvanlara işkence tamamdır, namus için kadınlar öldürülür kimsenin sesi çıkmaz, ama sevişmek korkunç ayıp ! Ben iki insanın sevişmesini “dünyanın en önemli olayı” olarak görmüyorum. Gerçek üretken insanlar, bunun ötesine geçebilenler. Biri mimar olarak ne üretiyor, sen gazeteci olarak ne üretiyorsun, bunlara bakalım… Biz bunların peşinde değiliz, biz sadece kimin bacağı ne kadar santim kime yaklaştı, neresi açık neresi kapalı bununla ilgileniyoruz, başka hiçbir şeyimiz yok.   81

“Bedri’den ayrılırsam onu çok özlerim.”

ÖG : 26 yıllık bir evlilikte hiç boğulduğunu hissettiğin olmadı mı ? SB : Evlilikten hayır, ama hayattan evet ! Çünkü her şeyi kontrol edip çözmeliyim gibi bir takıntım var… Bu beni çok yordu. Bazen bırakıyorum, bir duruyorum. Evliliği de bir kurum olarak değil, harika bir paylaşım olarak görüyorum, üç gün kafamı dinlemek istiyorsam da kaçıyorum… ÖG : Demek ki en önemlisi “her şeye rağmen bir arada olmak kararı.” SB : Evet, her şeye rağmen. Bunu hep zorladık, hep dedik ki “bir yolunu bulalım, bir çözümünü bulalım…” Biz çok konuşan bir çiftiz. İyiyi, kötüyü, bazen patlayarak, bazen çok sakin, bazen bir Norveçli çift edasında soğuk ve medeni, bazen Akdeniz’in en vahşi haliyle saldırarak… Ama aslında doğalı bu, aileyle de bu, çocukla da bu, kendinle de bu ! ÖG : Bugün ayrılsanız korkuyor musun yalnızlıktan ? SB : Bedri’den ayrılsam yarın, herhalde bir sebebi olur da ayrılırım, ama ne olursa olsun onu hep özlerim. 94

Hayatta en çok….

ÖG : Hayatta en çok istediğin şey nedir ? SB : Patmos’un tepesinde bir dağ evi yapıp Bedri’yi orada sürpriz bir biçimde ağırlamak istiyorum, misafir olarak. ÖG : Hayatta en çok neden korkarsın ? SB : Oğlumun bu ülkede nasıl bir hayatı olacak ? Şu anda en büyük korkum bu. ÖG : Hayatta en çok neyi seversin ? SB : Gülmeyi ! Herşeyin de bu yanını bulmaya çalışıyorum. ÖG : En çok neden nefret ediyorsun peki ? SB : “Miş gibi”likten, sahtelikten. Çünkü en büyük acıları “miş gibi” davrananlardan gördüm. Dostmuş gibi, yakınmış gibi, seviyormuş gibi… Bir insanın çantasını çalana ceza veriyorlar, yıllarını çalana vermiyorlar, zamanını çalana vermiyorlar. Yalan değil sözünü ettiğim, anı kurtarmak başka bir şey, “bir insana düzenli olarak mış gibi davranmak” başka bir şey. Bu yaralayıcı bir şey. 92