Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, MEB Şûra Salonu’nda düzenlenen “Hasan Âli Yücel’in Fikri Dünyası ve O’nu Besleyen Kanalları” konulu konferansa katılmış Can Yücel ve Hasan Âli Yücel’e bir selam gönderelim demişti.

Mesele Hasan Ali'ye selam göndermek değil, Hasan Ali'nin Ulusal-laik eğitim ve kültürümüze getirdiği aydınlıkların günümüz eğitim sisteminde de uygulanması...

Atatürk'ün ölümünden sonra, 1938-1946 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı yapan Hasan Âli Yücel, Cumhuriyet Döneminin, çok yönlü kişiliğe sahip seçkin bir eğitim, kültür ve siyaset adamı olarak kabul edilir. Bu kabulün gerisinde, kuşkusuz kısa sayılabilecek hayatına sığdırdığı programları ve ürettiği eserleri yatar. O, bu nedenle, anılmayı çok çok haketmiş Cumhuriyet büyükleri arasında yer alır.

Foto: Arşiv


Hasan Âli Yücel laiktir. Laiklik anlayışını şöyle açıklar: “Cumhuriyet devleti esasen din ile devleti ayırmış; dini sırf bireylerin vicdanına, duygularına bırakmış olduğu için Cumhuriyet, çocukların terbiyesinde bilginin ahlak ve ahlakın bilgi kadar dini kaynaklardan ayrılmış olarak verilmesini temin etmiştir. Bu itibarla Cumhuriyet okullarında devlet eliyle din öğretimi yapılamaz. Telkin ettiğimiz ahlak, dini kıymetlerle müeyyidelendirilemez”

Hasan Âli, ailesi İstanbul Laleli’de oturduğu için dört yaşında burada okula başlar. Bu okul, Arapça eğitim veren bir din okuludur. O günleri kendisi şöyle değerlendiriyor: “Bir taraftan öğretim usulünün ilkelliği, diğer taraftan ne yaptığımızı, ne okuduğumuzu hiçbir surette bilmeyişimiz, küçük yaşta zekâmızı ezmek, bilincimizi karartmak için yeterli sebeplerdi”(Alev Çoşkun, Hasan Âli Yücel Aydınlanma Devrimcisi, Cumhuriyet yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2010, s: 17).

Bir yurt gezisinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, bir gün etrafındakilere şu soruyu yöneltir: “Türk milleti, ne zaman kendini kurtulmuş sayabilir?” Hasan Âli, bu soruyu şöyle yanıtlar: “Paşam, Türk milleti ne zaman kurtarıcı arama ihtiyacını duymayacak hale gelirse, o zaman kurtulmuş olur”

HASAN ÂLİ YÜCEL LAİKTİR

Laiklik anlayışını şöyle açıklar: “Cumhuriyet devleti esasen din ile devleti ayırmış; dini sırf bireylerin vicdanına, duygularına bırakmış olduğu için Cumhuriyet, çocukların terbiyesinde bilginin ahlak ve ahlakın bilgi kadar dini kaynaklardan ayrılmış olarak verilmesini temin etmiştir. Bu itibarla Cumhuriyet okullarında devlet eliyle din öğretimi yapılamaz. Telkin ettiğimiz ahlak, dini kıymetlerle müeyyidelendirilemez”

Hasan Âli, ailesi İstanbul Laleli’de oturduğu için dört yaşında burada okula başlar. Bu okul, Arapça eğitim veren bir din okuludur. O günleri kendisi şöyle değerlendiriyor: “Bir taraftan öğretim usulünün ilkelliği, diğer taraftan ne yaptığımızı, ne okuduğumuzu hiçbir surette bilmeyişimiz, küçük yaşta zekâmızı ezmek, bilincimizi karartmak için yeterli sebeplerdi”(Alev Çoşkun, Hasan Âli Yücel Aydınlanma Devrimcisi, Cumhuriyet yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2010, s: 17).

Bir yurt gezisinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, bir gün etrafındakilere şu soruyu yöneltir: “Türk milleti, ne zaman kendini kurtulmuş sayabilir?” Hasan Âli, bu soruyu şöyle yanıtlar: “Paşam, Türk milleti ne zaman kurtarıcı arama ihtiyacını duymayacak hale gelirse, o zaman kurtulmuş olur”

Soruya Mustafa Kemal’in yanıtı şöyledir: “…Bu soruyu soran arkadaşımızın fikrine ben de iştirak ediyorum. Hakikaten efendiler, bizim bugünkü medreselerimiz vaktiyle medreseler yapıldığı zamandaki halinden çok uzaklaşmıştır. Milletimizin, memleketimizin yüksek eğitim kurumlarıyla bir olması gerekir. Bütün memleket evlatları, kadın ve erkek, orada eğitim görmelidir”. (Alev Çoşkun, aynı, s:29-30) Bu açıklama 3 Mart 1924 tarihinde gerçekleştirilecek en büyük eğitim devriminin-Öğretim Birliği-habercisidir.

KÖY ENSTİTÜLERİNİ BİZZAT YÖNETTİ

Hasan Âli Yücel zamanında eğitimin hemen her alanında hiç görülmemiş bir canlılık yaşandı. Fakat yine de köy ve kent arasındaki dengeyi eşitlemek üzere 1936’da Saffet Arıkan’ın bakanlığı döneminde Köy Eğitmeni projesi uygulanmaya başlandı. 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri Yasası çıkarılarak, köy okullarında görev alacak olan öğretmenleri yetiştirmek üzere kent ve kasabalardan uzak, geniş arazisi bulunan uygun yerlerde Köy Enstitüleri kurulmaya başlandı.

Okullar tarıma elverişli arazisi olan köylerin yakınlarında kuruldu. Amaçlarından biri de köylülerin alternatif tarım tekniklerini öğretmekti. Arıcılık bilinmeyen köylerde arıcılık, bağcılık bilinmeyen köyde bağcılık öğretiliyordu. Enstitüye atanan öğretmen gittiği köyde okul binasını köylülerin yardımıyla yapabilecek kadar inşaat bilgisi de öğreniyordu. Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmuyor aynı zamanda ziraatçilik, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularını da uygulamalı olarak öğreniyordu.

Enstitülerin hepsinin kendisine ait tarım arazileri, atölyeleri vardı. Bu sayede öğretmenler kendi okullarını gittiği köyde köylülerin işbirliği ile inşa ediyor ve devletin okul yapmasına gerek kalmıyordu.Hasanoğlan Köy Enstitüsü, diğer köy enstitülerini kuran köy enstitüsü öğrencileri tarafından inşa edilmişti. Köy enstitülerinden mezun olan öğretmenlere yetiştirildikleri branşa ve gönderilecekleri köye göre 150 parçaya varan alet ve edevat veriliyordu. Öğretmenler bu alet ve edevat ile köylülerin de yardımıyla köy okulunu inşa ediyor ve köylülere hem modern tarım tekniklerini hem de okuma yazmayı ve hatta müzik aletleri çalmayı öğretiyordu.

İlkokul öğretmeni yetiştirmek üzere açılmış ve tamamen Türkiye'ye özgü bir eğitim projesi olan Köy Enstitüleri projesini, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel bizzat yönetti.

"Köy Enstitüleri sisteminin eğitimimize en büyük katkısı, o güne kadar yalnızca eğitim kitaplarında görülen, fakat geleneksel eğitimin etkisiyle, okula ve sınıflara giremeyen eğitim ilke ve yöntemlerini, doğanın içinde hayata geçirmek olmuştur. Bunların somut birer örneğini vermiştir. Buralarda binlerce öğretmen adayı, bunları bizzat yaşayarak öğrenmişler ve gittikleri okullara da bunları taşımışlardır."

Hasan Âli Yücel’in Köy Enstitülerinin kuruluşunda ve gelişmesinde büyük emeği geçmiştir. Meclis içinde ve dışında Köy Enstitülerine yönelik olumsuzlukları, tüm sorumluluğu üstüne alarak savunmuştur. 1942 yılında TBMM’de Köy Enstitülü öğretmenlere şu sözlerle kefil olmuştur: “…Köye göndereceğimiz bu Köy Enstitüsü mezunu öğretmen, şimdi elimizde mevcut 9 bin talebenin bize verdiği intiba ile söylüyorum, istisnasız çalışkandır. Tatile bile gitmek istemez, kendisine verilecek işi bekler ve o işi yapar; ahlaklıdır, yalan söylemez, hırsızlık etmez, civarında bulunan kız arkadaşlarının şeref ve haysiyetini kendi kardeşi olarak muhafaza etmek şuurunda, liyakatında ve iktidarındadır…Birinci nokta köydeki öğretmen, Cumhuriyetin ve inkılabın yayıcısı , bekçisi ve öğreticisidir”

Üç dönem milli eğitim bakanlığı yapmış Yücel, birçok üniversitenin kurulumunda ve eğitim kitaplarının düzenlenmesinde büyük rol oynamıştır.

17 Nisan 1940'da Köy enstitülerinin kurulmasıyla Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde kurulacak Yüksek Köy Enstitüsü'nün oluşturulmasına öncülük etti.

İşte, Cumhuriyet ve eğitim sevdalısı, Hasan Ali Yücel'in hayat hikayesi:

Hasan-Âli YÜCEL, 17 Aralık 1897'de İstanbul'da doğmuştur. Babası Ali Rıza Bey, annesi Neyire Hanımdır. Soyu, baba tarafından Giresun-Görele'nin Daylı Köyü'nden Ömer Efendi'ye , anne tarafından (IILSelim zamanında yaşamış) Kaptan İsmail Tosun Ağa'ya kadar uzanır. O'nun gelişiminde de -doğal olarak- içine doğduğu toplumsal çevrenin etkisi vardır: Anne ve baba ekonomik açıdan iyi koşullara sahiptir. Evlenmelerinden üç yıl sonra Hasan-Âli dünyaya gelir. Hem tek çocuk olarak, hem de hayli geniş bir aile ortamında büyür. Ne var ki, bir süre sonra baba Ali Rıza Bey; iş ortamının sorunları nedeniyle sık sık görevinden istifa eder; aile, değerli eşyaların satılmasmı gerektirecek kadar sıkıntılı günler yaşar.

Hasan-Âli, 1901'de daha dört yaşındayken Laleli'deki Yolgeçen Mektebi'ne kaydedilir. Yazı yazma isteği oldukça fazladır. Bu nedenle, bir zorunluluk olmamasına rağmen, kendi kendine yazı yazmayı öğrenir. Edindiği bilgileri evdeki hizmetçilere ve evlatlıklara anlatmaktan zevk alır. Öğrenme ve anlatma zevki artık iyice belirginleşmiştir.

Hasan-Âli, çocukluğunun ilk yıllarında, ailesiyle Merkez Efendi Mahallesi'ndeki Yenikapı Mevlevihanesi ziyaretlerine katılır. Burada izlediği mistik makam ve fasıllar, dönüş törenleri, O'nun müzik yeteneğinin belirginleşmesinî sağlar. Çevrede "müzik Üstadı" olarak tanınan Mehmet Celaleddin Dede Efendi'nin yönettiği "müzik mektebi"nde eğitim görür.

Dokuz yaşında Mekteb-i Osmanî’ye gönderildi. Mekteb-i Osmani’yi başarıyla bitirdi ve Hasan-Âli Vefa İdâdisine yazıldı. Vefa İdadisi’nin son sınıfındayken, Birinci Dünya Savaşı başladı. Bunun üzerine askere çağrıldı. Savaştan sonra, 1918’de Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Yaşadığı tatsız olaylar sonucunda buradan ayrılarak Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Şubesi’ne geçti ve Darülmuallimin-i Âliye’nin (Yüksek Öğretmen Okulu) öğrenci kadrosuna katıldı. Sabahları okula devam edip, akşamları gazetede çalıştı.

Üniversite döneminin sonuna geldiğinde Hasan Âli, “Ruh ve Beden” üzerine yaptığı 30 sayfalık bir çalışmayla 1921’de Dârülmuallimin-i Âliye’deki öğrenimini üstün bir başarıyla bitirdi. 1923-27 yılları arası edebiyat öğretmenliği yaptı. Öğretmenlik yaptığı dönemde “Felsefe Elifbası”, “Sûri ve Tatbikî Mantık” ve iki arkadaşı ile yazdığı “Türk Edebiyatı Nümuneleri” adlı kitaplarını yayınladı.

1927 yılı başında Hasan Âli Milli Eğitim Bakanlığı genel müfettişi oldu. Bu dönemde yoğun bir biçimde, yazı ve dil konularıyla uğraştı. 1928 yılında, Tevfik Fikret’in “Tarihi Kadim-Doksan Beşe Doğru” adlı şiir kitabını Latin harfleriyle yayınladı. Kitaplar, Harf Devrimi’nden sonra Türkiye’de Latin harfleriyle basılan ilk kitaplardandır. 1930’da Paris’e gönderilen Hasan Âli burada “Maarif teşkilatı ile mekteplerini ve buna müteferri muamele, kanun ve nizamnameleri…”ni incelemekle görevlendirildi.

1930’da Mustafa Kemal’in Türkiye çapındaki denetleme gezisinde Mustafa Kemal’e danışmanlık yaptı. 1932’de kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti, Eylül ayında ilk Dil Kurultayını yaptı. Kurultaydan sonra yapılan ilk Merkez Heyeti toplantısında, Etimoloji Kolu başkanlığına Hasan Âli getirildi. Aynı yıl Hasan Âli “Mevlâna’nın Rubaileri”, “Goethe, Bir Dehânın Romanı” ve “Türk Edebiyatına Toplu bir Bakış” adlı yapıtlarını yayınladı.

1935-37 yıllarında yayımladığı yazılarda kültür ve eğitim konularındaki sorunları ele aldı. 28 Aralık 1938’de 41 yaşındayken, Celâl Bayar’ın kurduğu kabinede Maarif Vekilliği’ne atandı. Böylece, Kemalist ilkeler doğrultusunda ve İsmet İnönü’nün de desteğiyle hümanist reformlarına başladı. 17 Temmuz 1939’da , ülke çapında bilim adamlarının, eğitimcilerin, yazar ve sanatçıların, Türk eğitim sisteminin ilkelerini ortak bir çalışmayla belirlemek üzere bir araya geldiği Birinci Maarif Şûrası toplandı.

Foto: Arşiv


1 Mart 1935 tarihinde CHP İzmir Milletvekili olarak Meclis’e girdi. Goethe üzerine Türk dilinde yapılan çalışmasıyla, Goethe madalyasıyla ödüllendirildi. 1932 yılının sonunda, Ankara’daki Gazi Terbiye (Eğitim) Enstitüsü’ne müdür olarak atandı. 1933 yılının sonunda, Maarif Vekaleti Orta Tedrisat Umum Müdürlüğü’ne atandı. Bu dönemde, liselerde reform yapmayı planladı. 1938’e değin üzerinde çalıştığı “Türkiye’de Orta Öğretim” adlı yapıtı de bunun bir göstergesidir. Bu araştırma reformların bir ön çalışması olarak kabul edilir.

31 Ekim 1939’da reformların sonucu sayılabilecek olan Birinci Devlet Resim Heykel Sergisi’ni açtı. Sergi her yıl Ankara’da kuruldu. Sanat alanında yapılan önemli atılımlardan sonra, Ankara’da 28 Şubat 1940 tarihinde Tercüme Heyeti ilk toplantısını yaptı. Toplantılar çok verimli sonuçlar doğurdu. Böylece kuruluşundan kısa bir süre sonra dünya edebiyatı klasiklerinin çevirisine başlandı.

Yücel açış konuşmasında, eğitim sisteminde en önemli meselenin görevlilerle birimler arasında uyumlu çalışma olduğunu belirtir. İlköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim ve meslek öğretiminde yeni düzenlemeleri içeren taslak, danışma kuruluna sunuldu. Programın en önemli meselelerinden biri, kırsal kesimde halk eğitimidir.

Foto: Arşiv


Fakat 1947’den sonra Köy Enstitüleri amacından uzaklaştırılmaya başlandığı için 1950’den sonra Köy Enstitüleri tamamen kapatıldı. Hasan Âli 20 Mayıs 1940’ta Devlet Konservatuarları’nın kuruluş yasasını çıkardı. 1941-1942 yıllarında Yücel, dilin Türkçeleştirilmesi, ortak bir bilim dili oluşturulması çabalarını yoğunlaştırdı. Bunlardan Coğrafya Kongresi’nde coğrafi bölgelerimizin sınırları belirlendi.Yüksekokulların gelişmesi, İstanbul Üniversitesi’nin yeniden düzenlenmesi ve Ankara’da yeni yükseköğretim kurumlarının açılmasıyla sürdürüldü.

Yücel’in bakanlık yaptığı dönemde, Ankara Fen Fakültesi (1943), İstanbul Teknik Üniversitesi (1944) ve Ankara Tıp Fakültesi (1945) kuruldu. Dört yıl süren bir hazırlıktan sonra 13 Haziran 1946’da 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu çıkarıldı.

Türkiye’de üniversitenin gelişiminde ikinci büyük aşama olan bu yasanın getirdiği bilim ve teknik alanındaki en önemli yenilikler şunlardır:

- Öğrencilerini, bilim anlayışı kuvvetli, sağlam düşünceli aydınlar ve yüksek öğrenime dayanan mesleklerle türlü bilim ve uzmanlık kolları için iyi hazırlanmış bilgi ve deney sahibi elemanlar, Türk devriminin ülkülerine bağlı ve milli karakter sahibi vatandaşlar olarak yetiştirmek,

- Memleketi ilgilendirenler başta gelmek üzere bütün bilim ve teknik meseleleri çözmek için bilimleri genişletip derinleştirecek inceleme ve araştırmalar yapmak, bu çalışmalarda ilgili millî bilim ve araştırma kurumları ile, yabancı veya uluslararası benzer kurumlarla işbirliği yapmak,

- Araştırma ve incelemelerin sonuçlarını gösteren, bilim ve tekniğin ilerlemesini sağlayan her türlü yayım yapmak; yardımcılara, doktora adaylarına ve öğrencilere yaptırmak,

- Türk toplumunun genel seviyesini yükseltici bilim verilerini sözle ve yazı ile halka yaymak.

Foto: Arşiv


1942 yılında ona karşı bir suikast yapıldı. Bunlar Yücel’i durduramadı; Yabancı kitap sergileri, mesleki teknik okullarının açılması, yeni Dil Kurultayları, Devlet Resim Heykel Sergileri, İkinci Maarif Şurası, üniversite ve binalarının açılışları, Türk Tarih Kongreleri, UNESCO sözleşmesinin onaylanması ve aydınlanma yolunun inşası için gerekli daha nice taşlar bir bir yerlerine oturtuldu. 12 Kasım 1960’da Paris’te yapılan UNESCO 11. Genel Toplantısı’na delege olarak katıldı. Bir yıl sonra yüksek ateşli bir hastalığa yakalandı ve 26 Şubat 1961’de vefat etti. Yücel, 5 Ağustos 1946’da bakanlıktan, 1950’de de CHP’den istifa etti. Bundan sonraki on yıllık dönemde de yazılarını Cumhuriyet gazetesinde yazdı.

12 Kasım 1960’da Paris’te yapılan UNESCO 11. Genel Toplantısı’na delege olarak katıldı. Bir yıl sonra yüksek ateşli bir hastalığa yakalandı ve 26 Şubat 1961’de vefat etti.