Taraf gazetesi 2011’de gazeteci tutuklamalarını savunuyordu.

Zamanın ironisi herhalde, Taraf’ın 2011’de attığı manşet asıl şimdi nasıl yerini buldu değil mi? Cemaat medyasına bir operasyon yapılacağı belliydi. Bunu tahmin etmek için derin istihbarat almaya gerek yok. Cemaat, kurnaz olduğundan önceden muhalif medyaya operasyon yapılacakmış gibi bir algı yarattılar. Bank Asya’ya el konulacağı zaman da İş Bankası’nı işin içine katarak algıyı değiştirmeye çalışmışlardı.
O zaman değil, ama şimdi büyük ölçüde başarılı oldular. Geçen hafta Cemaat medyasına yapılan operasyon genel olarak “basın özgürlüğü” kapsamında değerlendiriliyor ve şaşırıyorum.
Cemaat ve hükümet aynı yatakta Türkiye’yi yönetirken ortaklaşa yalan davalara imza attılar.
Hiçbir dayanağı olmayan bu operasyonların sadece polis-yargı ayağı yeterli değildi. Medya en kritik rolü oynadı: Ya Taraf gazetesinde olduğu gibi operasyonu bizzat başlattı, ya da yalanı kamuoyuna sattı.
Gerektiğinde Samanyolu TV’deki (senaryosunda Fethullah Gülen’in katkısı olduğu telefon konuşmalarıyla ortaya çıkan) dizilerde sonradan Ergenekon kapsamında tutuklanacak isimler karakter haline getirildi: Yalçın Küçük karikatürize edilerek asıldı bir bölümde!
Propagandada son derece başarılı oldular.
Zira bir ara hepimiz Ankara’daki birkaç acınası ulusalcı otel toplantısından gizli bir örgüt ve darbe planı çıkabileceğini düşündük. İtiraf edin, aklınızdan geçti. Bir an gazetecilerin terörist olabileceği, kitabın bomba olabileceği de...
Bugün operasyon yapılan Cemaat medyası gazetecilik yapmıyordu, bizzat operasyonun içinde aktif rol alıyordu. Yalan davalarda savcı, hakim, polis kadar önemliydi o dönem medyanın rolü.
Akın İpek davetiye basmaktan medya patronluğuna yükseldi.

Merkez medya bile korkudan ve baskıdan Cemaat’çi gazetecilere açtı ekranlarını: CNN Türk, yalan davaları Faruk Mercan’lara, Adem Yavuz Arslan’lara savundurdu. Oysa onlar gazeteci değil, görevliydi. Propaganda misyonunun askerleriydi.
Cemaat medyasının kurumları da sadece tabelada gazete, televizyon, ama işlev olarak operasyon merkezleriydi. Özel telefon kayıtlarının toplandığı, yayıldığı, yalan belgelerin bir anda teslim edildiği...
Peki bütün bu gerçekler ortadayken neden Cemaat medyasını basın özgürlüğü kapsamında değerlendiriliyor?
Ne yazık ki hükümetin 2011’de Soner Yalçın, Nedim Şener gibi gazetecilere yönelik haksız operasyonundan sonra bu konuda söyleyecek bir sözü yok. Dünyaya karşı bütün cephanelerini bu yalan davayı savunarak ve gazetecilerin gazeteci olmadığına zavallıca ikna etmeye çalışarak harcadılar. Yüzlerine gözlerine bulaştırdılar, Türkiye’nin adı basın özgürlüğünün olmadığı ülke olarak dünya algısına yerleşti.
Bugün haklı olsalar da kimsenin otoriter ve hoşgörüsüz Erdoğan’ı dinleyip haklı bulacak hali yok. Dahası, Cemaat’e yönelik operasyonların altyapısı da zayıf: Ders çalışılmamış, apar topar, aceleyle, düşünülmeden, araştırılmadan girişilmiş bu işe. Daha derine inemiyor, çünkü hükümet de bir dönemin suç ortağı, ucu kendisine dokunacak sonuçta.
Eskiden de davalar böyle zayıf dayanaklar üzerine inşa edilirdi, ama Cemaat kamuoyunu ikna ederdi Mehmet Altan’ı, Hasan Cemal’i kullanarak. Şimdi kim var ellerinde? Zavallı Takvim gazetesinin ciddiye alınacak hali yok herhalde.
Cemaat’e operasyon yapıldığı hafta yandaş gazeteler birkaç cephe açıp hâlâ Aydın Doğan’la uğraşıyorsa bu da algıyı basına operasyon yönünde değiştiriyor. Aynı hafta Vice gazetecileri tutuklanıyor, Ertuğrul Özkök bir aylık izne “gönderiliyor” ve Damat Albayrak’ın medyası Hürriyet’e protesto çağrısı yapıyorsa bu da Türkiye’de basın özgürlüğünün problemli olduğu algısını büyütüyor sadece.
Cemaat hiç hakkı olmadan bu rüzgardan faydalanıyor.
Stratejist diye Yiğit Bulut’u, gazeteci diye Ergun Diler ve İbrahim Karagül’ü (ikisinden de kuaför adı almak istiyorum bu arada) ve danışman diye Mustafa Varank’ı belleyen bir büyük “beyin”in sapla samanı birbirine karıştırmasına şaşırmamak gerek.
Hükümetin troll’leri hâlâ Akın İpek’i “Yahudi aşkı”yla vurmaya çalışıyor. Konunun Yahudilikle ne ilgisi var oysa; saptırıp, bulanıklaştırıyorlar.
Toplumun eğitimli kesimlerinde yaygın olan “Tayyip nefreti” de pek çok insanı Cemaat’le dayanışma halinde bırakıyor.
Cemaat de suçtaki aktif rolünü örterek bütün dünyayı geziyor, herkesin kapısını çalıp “Biz mağduruz” diye ağlıyor. Çünkü bu mağduriyete ayrıntıyı bilmeyenleri ikna edecek altyapı hazır.
Evlilikte aldatıldığını anlayıp yüzükleri atan “boşanmış eşin” paniğini, odaklanamamasını, cephesi genişletmesini, dikkatini dağıtmasını da anlıyorum çünkü var olma mücadelesi veriyor. O da Eski Türkiye’nin dört nala geri geldiğinin, son temizleme işlerinin kendisine yaptırıldığının farkında. Bu işi bitirince sıranın kendisine geleceğini biliyor; kaçınılmaz son.

Bütün İnternet konuşuyor

Bu “şey” tam olarak nedir?


Chris Brown

Dönemin Amerikan Başkanı George W. Bush o zamanki adı Ginger olan ulaşım aracını ilk gördüğünde dünyanın değişeceğini, bütün binaların bu yeni icada göre yapılacağını, mimariyi, şehir planlamacılığını etkileyeceğini söylemişti. Sonradan adı Segway olan bu hantal cihaz bir devrim yaratamadı. W., her konuda olduğu gibi bu konuda da yanıldı. Sadece turistlerin ve polislerin kullandığı, biraz da komik bir şey olarak algılanıyor Segway. Ama galiba şimdi gerçekten ulaşım alışkanlıklarımızı değiştirecek bir cihaz var. Tam adını hiç kimse bilmiyor: Hoverboard, scooter ya da kaykay diyenler var. Wired dergisi “Dünyanın en viral scooter’ı” diye bahsediyor, ben de öyle kullanacağım. İlk kez Chris Brown ve Justin Bieber’ın Instagram hesaplarında gördüm. Kendall Jenner, Nicki Minaj da kullandı, hatta NBA finallerinde bile belirdi. İstanbul sokaklarında da kullanan birini gördüm, üniversite kampüslerinde de. 1500 dolara da var, 500 dolara da satılıyor. 10 kilo kadar ağırlığı var, saatte 6 mil hız yapıyor. Chris Brown tutunacak yeri olmayan bu Segway benzeri cihazı mükemmel kullanıyor, ama başkalarının YouTube’da bir sürü düşme video’su var. Bieber üzerinde çok eğleniyor. Alışması çok zor değil diyorlar, bir saatlik çalışmayla yürünebiliyormuş. Pek çok yoruma göre yürümenin yerine geçecek biraz daha gelişince. IOHAWK ya da Phunkee Duck ilk üreticileri olarak anılıyor ama hangisinin önce olduğunu kestirmek zor. Tabii Çin pazarı hemen devreye girip daha ucuz modeller de üretti. Los Angeles’ta bir spor ayakkabı dükkanı MAS Hoverboard adıyla kendi markasını yarattı. Yağmura dayanıklısı, pili daha uzun ömürlü olanı, her türlü zeminde ilerleyeni de geliştirilecek. Ben henüz almadım ama içim gidiyor her gördüğümde. Beceremesem bile alsam, denesem istiyorum. Bakalım, belki bir sonraki kuşağının çıkmasını bekleyeceğim. Tabii biriniz hediye alırsanız itiraz etmem! (Gazeteye iç yazışma notu.) Ama şu kadar iddialı konuşabilirim: iPhone’dan beri hiçbir teknolojik icat İnternet’te bu kadar konuşulmamıştı. Belki iPhone gibi hayatımızı değiştirebilir.

Gemide tek kalan

Gerçek dava adamı


Herkes yurtdışına gitti Ekrem Dumanlı kaldı.

Fethullah Gülen yıllardır Amerika’da zaten... Zekeriya Öz ve Celal Kara çoktan Almanya’ya kaçtı... Yalan belgeleri Taraf’a teslim ettiği ortaya çıkan Tuncay Opçin de son kaçanlar arasında... Faruk Mercan da “görev gereği” Almanya’ya gitmiş... Adem Yavuz Arslan önce tüyenlerdendi... Tıpkı şaibeli polis eskisi Emrullah Uslu ve bir dönemki ortağı Önder Aytaç gibi...
Bunlar kaçanlar...
Bir de Hüseyin Gülerce gibi itirafçı olup dönenler var. Onlar hemen koruma altına alındı. Her gün Cemaat’i zor durumda bırakacak yeni açıklamalar yapıyorlar, kimine inanması bile zor, el üstünde tutulup, ödüllendiriliyorlar. Ben anlamıyorum... Bu Cemaat’çiler ya dönüyor, ya da kaçıyor.
Davayı savunmak, sahip çıkmak, her şeyi göze almak yok. Hedef gösterdikleri askerler mesela tutuklanacağını bile bile Türkiye’ye gelmişlerdi.
Acaba bu dava aslında sentetik mi? Gerçekten bu davanın parçası olduğunu düşünenler bile aslında çok da inanmıyor ve davayı satmaya hazır mı?
Bakıyorum, Cemaat’te tek bir dava adamı var:
Ekrem Dumanlı.
Herkes gemiyi terk ederken canla başla hiç yerinden kımıldamıyor. Sevin sevmeyin, ama sağlam duruyor. Hep durduğu yerde.
Cemaat’teki tek dava adamı oymuş meğerse.

Hip-hop’çular bayılıyor

Selda fenomeni


Selda Bağcan’ın eski işleri dünyada çok iyi tanınıyor.

Türkiye’de müziğin inanılmaz ses denemeleri yaptığı, kendince çığır açtığı, bu topraklara özgü bir tınıyı Batı sound’uyla harmanladığı, Anadolu rock diye müthiş özgür bir tür çıkardığı bir dönem vardı...
12 Eylül hepsinin üzerinden buldozer gibi geçti... Türkiye’yi geriletti, kültürü bitirdi, müziği yok etti.
Yerine arabesk, arabeske bulanmış Sezen Aksu-Kayahan şarkıları geldi.
Ama dünya Anadolu Rock’a sahip çıktı.
Bugün dünyanın en önemli müzik marketlerinde mutlaka bir Selda Bağcan albümü bulursunuz. Psychedelic Turkish Rock adı altında Selda Bağcan’lar, Ersen ve Dadaşlar, Erkin Koray, Barış Manço dünya müziğini iyi bilenlerin favorisidir. Bizde kıymeti bilinmez, ama yabancılar sahip çıkar. Dünyada Türk müziği piramidinin en tepesinde ise Selda Bağcan var. Tarkan dünya starı olacak mı, diye tartışırdık ya... Selda Bağcan kendi kendine oldu, hem de hiç beklenmedik bir türün de yıldızı oldu: Hip-hop’un.
Bir gün NPR’da 10 saniyelik Türkçe olduğunu düşündüğüm bir şarkı duydum. Anlamadım önce. Sonra programın kaydını buldum, dinledim, Shazam’a dinlettim ve Selda Bağcan’ın seslendirdiği “İnce İnce Bir Kar Yağar” türküsü olduğunu anladım.
Meğer şimdi Yasiin Bey adıyla bilinen Mos Def alıntılamış. Geçen hafta Dr Dre’nin yıllar sonra çıkardığı ve bu yılın en iddialı albümleri arasında yer alan “Compton”ını dinliyordum. Bu albüm şimdilik sadece Apple Music’de var, normal olarak piyasaya çıktığında Bilboard’a ikinci sıradan girmesi bekleniyor.
İşte o albümde bir şarkının tamamı yine Selda’nın “İnce İnce”si üzerine kurulmuş. Şarkının adı “Issues” ve Ice Cube da vokaller arasında.
Tabii ki şaşırdım. Sonra da şaşırmadım. Çünkü gerçekten Selda bir numara.

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.