Fotoğraflar : Ali Gözükızıl

Türkiye’de sayıları çok fazla olmasa da, kadınların elde ettiği büyük başarı hikayeleri var. Nurten Öztürk, bu anlamda iş dünyasını dönüştüren en değerli kadınlardan. Köy doğumlu bir öğretmen Nurten hanım, eşi Fikret Öztürk’le 1992 yılında OPET’i kurmadan önce Anadolu’da büyük mücadele vermişler. Nurten Öztürk, erkek egemen bir sektörde Koç Grubu’nun satın alacağı kalibrede bir iş yaratırken, toplumu dönüştürme hayalinden de hiç vazgeçmedi. Senelerce “OPET Bilinçli Toplum Projeleri” ile inanılmaz zor konulara el attı, tümünden de alnının akıyla çıktı. Her akaryakıt istasyonunu bir “okula” dönüştürmeyi başardı.

59

Bu hafta aldığı Yaşam Boyu Onur Ödülü de bu yüzden verildi kendisine. Mediacat Brand Week kapsamında, Women to Watch, Fark Yaratan Kadınlar ödül töreninden önce konuştum Nurten Öztürk’le. Anlattıklarını her kadın, her anne, hatta her vatandaş duvara asmalı, tekrar tekrar okumalı. Mesajları o kadar önemli ki, tüm soruları attım, sadece yanıtlar aşağıda.

56

KÖY ENSTİTÜSÜ MEZUNU BİR ÖĞRETMENİN KIZI

- Babam, Köy Enstitüsü mezunu bir köy öğretmeniydi. Kendi köyünde, kendi okulunu yaparak, o okula öğretmen olmuş bir öğretmen. Bundan hep çok gurur duydum.
- Annem de okuma yazma bilmeyen bir köy kızı. Babam öğretti ona her şeyi. Annem hep şunu dedi “eğitimsiz kadın eksik kadındır, ben okuma yazma bilmediğim için eksik kaldım, çok oku, iyi bir mesleğin olsun, erkeğinin eline bakma”.
- Bir köy kızı olarak büyüdüm, köy kadınları ile beraber, elektriksiz, susuz, traktörsüz tarlalarda çalıştım.  O kadınların arzularını gördüm, dünyaları küçücük olsa da kafalarından geçenler büyüktü.
- Mengen’deki köyümüzde belli bir saatte elektrik kesilirdi. Gece eğer ödevimi bitirememişsem, ay ışında camın önüne oturur, aynayla kitaba ışığı yansıtır, öyle çalışırdım.
- Babam,  köyümüzdeki insanlar da dahil, bize, Atatürk sevgisini ilk aşılayan kişidir. “O olmasa bu ülke olmazdı, biz olmazdık, kadına saygı, kadına değer olmazdı, şu an sahip olduğunuz ve bundan sonra da korumanız gereken haklarınızı bilin…”

“KÖY ENSTİTÜLERİNİN KAPANMASIYLA ÇÖKÜŞ BAŞLADI”

**Ben okurken, Köy Enstitüleri kapatıldı. Bu bence eğitimin çöküşünün başlangıcıdır. Gelecekte gelişmiş bir Türkiye’yi amaçlayan okullar, yerini günün koşullarındaki sıradan okullara bıraktı.

**Taşımalı sistem diye bir şey çıkardılar ve köylerdeki çocukları başka yerlere taşımaya başladılar. Köylerdeki okullar boşaldı, kapandı. Köylüler çocuklarını okutabilmek için şehirlere taşınmak zorunda kaldılar. Sonuçta şehrin imkanlarının köylere ulaşması gerekirken, şehirlerimiz koskoca köylere dönüştü.

**Şehirlere uyumsuzluk, kargaşayı da getirdi. Özgecan, Münevver, Güldünya olayları arttıkça arttı… Toplumu iyi eğitemediğimiz için gelişen olaylar bunlar.

**Babam her zaman “ışık ol kızım, ışık ol ki karanlıklar aydınlansın” derdi, ben de öğretmenliği seçtim. Sinop Öğretmen Okuluna gittim. Orada, hayatıma yön veren üçüncü erkekle tanıştım, ilki Atatürk, ikincisi babam, üçüncüsü de eşim oldu; Fikret Öztürk. Dürüst, akıllı, ülkesini seven ve çalışkan birini seçtim.

** Biz 68 kuşağıyız, çatışmalar, darbeler arasında büyüdük. Bir taraftan Öğretmen Okuluna giderken, bir taraftan da Fen Fakültesine gidiyorduk, ben Biyoloji, eşim Fizik okuyorduk. İkimiz de üniversiteyi 2 buçuk yılda bitirdik.

ISLAHİYE’DE GEÇEN YILLAR

- Mezuniyetten sonra eşimin ailesinin yaşadığı Gaziantep Islahiye’ye gittik. Son derece kapalı, dindar bir aile. Beni görecekleri ilk gün diktiğim şalvarı girdim ve başıma bir tülbent bağladım, evi temizlemeye başladım.
- Kayınpederim geldi, beni görünce hiç birşey söylemeden çekti gitti. Birazdan tekrar çaldı kapı, bu sefer kayınvalidem yanında, “bak şehir kızı diye o kadar karşı çıktığımız kızı gel de gör” demiş.
- O zaman anladım ki birileri seni anlamıyorsa, sen onları anlayacaksın. O günden sonra çevremdeki bütün kadınları işlemeye başladım. Kayınvalideme dedim ki “bana kumaş alın.” Böylece dikiş dikmeye başladım, ama elbise değil, pantolon tunik dikiyorum. Bir baktılar şalvara gerek yok, pantolon diye bir şey var. Herkes bana kumaşlarını getirmeye başladı, tüm kadınlara pantolon diktim.
- Kayınpederim hacca gitti. Ben de başımı örttüm, kayınpederi karşılamaya gittik. Elini öptüm, kafamı kaldırdım, ve benim başörtümü görünce eşarbı çekti çıkardı “sen serbestsin” dedi. O gün ben, dindarlıkla bağnazlığın farklı olduğunu öğrendim.

58

MİLLİYETÇİ CEPHE HÜKÜMETİNİN EĞİTİM UYGULAMALARI

- Akşehir Öğretmen Okuluna atandık, ben hamile olarak göreve başladım. Ordan, Gaziantep Eğitim Enstitüsü’ne aldılar. O sıralar siyaset yine karışık, Milliyetçi Cephe hükümeti iktidarda. Ben de o zamanlar, Darwin’i çok seven bir biyoloji öğretmeni olarak sınıfta anlatıyorum. Fakat sağ görüşlü öğrenciler kabul etmek istemiyor, dinlemiyor Darwin’i. Bu sefer bir elimde Kuranı Kerim’in Türkçe açıklaması, bir elimde Darwin Teorisi kitabı, derslere bu şekilde girmeye başladım.

Dedim ki “Tanrı insana akıl fikir vermiş, düşünün diye… Bakın dünyayı kaç günde yarattım diyor, sonra nasıl insanı koyduğunu söylüyor, burada aslında evrimin kısa anlatımı var. Ve doğada sürekli bir değişim, evrim var.”

Anlaşılan hükümet bunu da beğenmedi ki, eşimi ve beni iki ayrı yere sürdüler !

- Islahiye Lisesi’nde baktım, müfredat ağır çocuklar için. Bu çocukların çoğu üniversiteye devam edemeyecek ama insan vücudunu, anatomiyi kesin öğrenmeleri lazım. Başladım onlara müfredat dışı anatomi anlatmaya ve anlattığım ders, cinsel organlar.

Çocuklar dondular kaldılar, sonra bana sorular sormaya başladılar. O sınıftaki öğrencilerim beni hiç unutmadı, hatta bazıları tıp seçti ve kazandı..

55

OPET NASIL KURULDU ?

- 9 yıl eşim, 13 yıl ben öğretmenlik yaptık. Öğretmenlikteki bu çalkantılı süreçlerden sonra eşim ticarete atıldı. 3 çocuğum, 4 torunum var. Çocuğa bakmak iyi de, çalışan kadın evde oturamıyor, kendimi ev faresi gibi hissetmeye başladım. Her gün temizliyorsunuz, düzenliyorsunuz, anında dağılıyor ! Anladım ki dünyanın en zor mesleği ev kadınlığı. Eşime “ben öğretmenliğe dönmek istiyorum” dedim. O da dedi ki “benim sana ihtiyacım var, gel bana yardım et.” Böylece madeni yağ işleri yapmaya başladık beraber.
- İşi öğrenmeye çalıştığımda, öğretmediler. Ben de tersten giderek ticari hesapları kontrol etmeye başladım, derken müşteri ilişkileri… Ben iç işlere hakim olunca, eşim de dış işlere kendini attı. Biz 10 yıl içinde Türkiye’nin en büyük madeni yağ ve akaryakıt dağıtımcısı olduk. Mersin’den İstanbul’a taşındık, şansımızı orada denemek için.
- Sonra dedik ki “biz niye bu sektörün ilk yerli dağıtım şirketini kurmuyoruz”, Öztürkler Petrol’den OPET işte böyle kuruldu. OPET’li günler 92’de başladı. Tabii ki sektöre taze kan ve değişim getirdik. Biz, aracın yerine insanı koyduk. Aracın sahibi insan, o insana nasıl daha iyi hizmet edilebilir, bunu öncelik aldık.
- Bu dönemlerde elbette sizi anlayan, hayatınızın her döneminde destekleyen bir eş çok büyük bir şans. Eşim, şunu diyebilirdi “neden evde şu yok, bu eksik”. Hiç demedi, çocuklarım zaten hep çalışan bir anneyle büyüdüler.
- Çalışan kadının konuşan kadın olduğunu öğretti hayat bana.  Eğer kadın çalışıyorsa, erkeğine gel sen de yap diyebiliyor. Kesinlikle takdir ediyorum, ev kadını olmak çok zor ama hep kadınları teşvik ettim, çalışma hayatına girin diye…

“TÜRKİYE'DEN UMUDUMU KESEMEM”

- Ben insanın, umudunu hiçbir zaman yitirmemesi gerektiğini öğrendim. Umudumuzu hiç yitirmemeliyiz, her koşulda. En çok Türk insanın sağduyusuna güveniyorum, özellikle 15 Temmuz’da Cumhuriyete sahip çıkmalarına hayranlık duydum ve dedim ki “Atatürk gerçekten bize Cumhuriyet’i çok sevdirmiş…” Halkımıza güveniyorum ve asıl kadınların bayraklık yapması gerekir diye düşünüyorum. Elbette gençler de, ama kadınlar o gençleri de yetiştirecek olanlar, en çok onlara görev düşüyor.