Mehmet Şevket Eygi’nin vefatı ardınan çıkan tartışmalar...
15 Temmuz şehitleri...
Ve Odatv’de Nihal Olçok’un, Ayşe Baykal’a “ölüm-şehit” ikilemi üzerine sarf ettiği sözler...
Beni derin düşüncelere yöneltti.
Tarih boyunca insanoğlunun ölüme bakışı bugün gibi değildi. Yani...
Ölüm, bu kadar kutsallaştırılmazdı.
Ölüm, kült haline getirilmezdi.
Ölüm, gösterişli törenlerle defnedilmezdi.
Ölümün mezarı bile yoktu! Filozof Jean Baudrillard mezarlıkların, ölüyü ve ölümü dışlayan ilk gettolar olduğunu dile getirdi.
Tarihçi Philippe Ariês’in yazdığı “Batılının Ölüm Karşısındaki Tavırları” kitabında Avrupa’da ölüme bakışın 19’uncu yüzyıl ortalarına kadar pek değişmediğinden söz etti.
Ölüme bakışı değiştiren, ölümü yüceleştiren dinsellikten ziyade, kaynağını aydınlanma-pozitivizmde bulan yurtseverlik- milliyetçilik- ulusçuluk anlayışıydı! Bu politik akımla cenaze törenleri, matem kıyafetleri, mezarlıklar ve mezarlıkları ziyaret etmeler gösterişli hale gelmişti. Ölen kişinin yaşarken söyledikleri-yaptıkları daha önce hiç olmadığı kadar önem kazanmıştı.
Ölüm, romantizmle anılır olmuştu. Öyle ya “Ölüm adın kalleş olsun” diye yazmadı mı şairler...
Bu sebeple...
“Bizim Mahalle” yayın organlarının Mehmet Şevket Eygi’nin ölümü üzerine geçmişte yaptıklarını hatırlatınca, “şimdi ne gerek var” diye düşündüm.
Sonra... “Neden olmasın” dedim.
Sonra... “İnsanların ‘törenlerine’ saygı duymak lazım” dedim...
Sonra... “Türkiye’deki Siyasal İslamcıların cenaze törenlerinin kaynağı neden Arabistan değil, Batı pozitivizmi” dedim...
Dedim... Dedim...
Sonra yorulduğumu hissettim! Bir an önce yazıya nokta koymak istedim...
Şunu anladım:
Bana biraz müsaade arkadaşlar!
Bu yazıyı bile tamamlayacak enerjim kalmadı.
Görüşmek üzere...
Çünkü biliyorum ki, yol daha çok uzun!