“Sağlık ve sosyal yardım konusunda izlediğimiz amaç şudur: Ulusumuzun sağlığının korunması ve kuvvetlendirilmesi, ölüm oranının azaltılması, nüfusun artırılması, sosyal ve bulaşıcı hastalıkların etkisiz hale getirilmesi, bu suretle millet fertlerinin dinç ve çalışmaya yetenekli bir halde sağlığına kavuşturulması” (Atatürk, 1 Mart 1922)


Koronavirüs pandemisi, aynı zamanda ülkelerin sağlık politikalarını da test ediyor. Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’ya göre Türkiye koronavirüs mücadelesinde birçok ülkeden çok daha iyi durumda... Gerçekten de bu pandemiye karşı -üstelik geç kalmış, yanlış ve eksik siyasi kararlara rağmen- tüm doktorlarımızın ve sağlık personelimizin canla başla mücadele ettikleri görülüyor.

Gerçek şu ki, Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün “sağlık devrimi”, 90 yıllık “sağlık birikimi” ve “fedakâr sağlık personeli” sayesinde her türlü salgınla mücadele edecek güçtedir.   

[caption id="attachment_5776147" align="alignnone" width="880"] Sağlık Bakanlığı binası (1933)[/caption]

OSMANLI’DAN KALAN  MİRAS

Türkiye’de modern tıbbın temelleri 19. yüzyılda “Mektebi Tıbbiye”nin kuruluşuyla atıldı. 1871’de taşraya “Memleket Tabibi” adıyla hekimler atandı.

Avrupa ülkeleri Osmanlı limanlarına gelen gemilerini salgın hastalıklardan korumak için 1839’da Osmanlı’da bir karantina örgütü kurdurlar.  2 Türk üyeye karşılık 14 yabancı üyeden oluşan bu karantina örgütü Lozan Antlaşması’nın 114. maddesiyle kaldırıldı.

1880’lerde salgın hastalıklara karşı aşı üretmek amacıyla İstanbul’da bazı bakteriyoloji kurumları kuruldu ve aşı üretildi.

Bağnazlık yüzünden, Osmanlı’da kadınların erkek doktora muayene olması çok zordu. Kadın doktorun olmadığı bir toplumda böyle bir zorluk, kadınların ölüme mahkûm olması demekti. Örneğin 1921’de TBMM’de verilen bir kanun teklifinde frengiye karşı kadınların ve genç kızların da muayene edilmeleri istenince Yozgat milletvekili Hulusi Efendi “kadınların muayene edilmesi şeriata uygun değildir” diyerek bir tartışma başlattı. Kadıların erkek doktora muayene edilmesine karşı meclisten itirazlar yükseldi.

20. yüzyılın başlarında Osmanlı’da sağlık işlerini Dâhiliye Nazırlığı’na bağlı “Sıhhiye Umum Müdürlüğü” yürüttü.

Milli Mücadele’nin sağlık cephesi


Milli Mücadele günlerinde tifo, tifüs, kolera, trahom, verem, sıtma, çiçek, frengi gibi salgınlar Anadolu’da çok yaygındı. Hastaların çoğu doktorsuzluk, ilaçsızlık ve hastanesizlik nedeniyle yaşamını kaybediyordu.

Atatürk, Milli Mücadele’nin daha başlarında bir sağlık cephesi oluşturdu.

TBMM’nin açılmasından sadece 10 gün sonra, 2 Mayıs 1920’de çıkarılan 3 numaralı kanunla tarihimizdeki ilk sağlık bakanlığı, “Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı” kuruldu. Böylece düzenli ordu kurulmadan önce sağlık bakanlığı kurulmuş oldu. Bakanlığın başına sırayla Dr. Adnan Adıvar, Dr. Refik Saydam, Dr. Rıza Nur, Dr. Refik Saydam, Dr. Mazhar Germen, Dr. Refik Saydam getirilecekti.

Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, ilk olarak “Türkiye’nin Sıhhi İçtimai Coğrafyası” adıyla bir dizi araştırma başlattı. Ankara Hükümeti, Osmanlı’dan kalan sağlık mirasını (hastane, doktor, hemşire, eczane vb.) görmek istiyordu. Bu çalışma sonunda 1922-1938 arasında 19 tane “Sıhhi İçtimai Coğrafya” kitabı basıldı.

[caption id="attachment_5776148" align="alignnone" width="600"] Milli Mücadele yıllarında Dr. Refik Saydam[/caption]

Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Milli Mücadele yıllarında savaştan etkilenen yaklaşık 100 bin kişiyi, daha güvenli bölgelere gönderdi. Bu kişilere yemeklik ve tohumluk verdi, vergi muafiyeti sağladı.

Atatürk’ün 1 Mart 1923’te meclisi açış konuşmasında verdiği bilgiye göre o zor Milli Mücadele yıllarında alınan koruyucu önlemlerle çiçek ve tifüs hastalıklarının önüne geçildi. 1920’de Türkiye’de yerli aşı üretimine başlandı. Sivas Aşı Kurumu kuruldu. 1921’de 3 milyon kişilik çiçek aşısı yapabilen Sivas Aşı Kurumu’nda 1922’de 5 milyon kişilik çiçek aşısı, 537 kilogram kolera aşısı, 477 kilogram tifo aşısı üretilip halka uygulandı. İstanbul, Sivas ve Diyarbakır’da bakteriyoloji, kimya laboratuvarı, aşı istasyonu ve kuduz tedavi merkezinden oluşan hıfzıssıhha kurumları kuruldu. Sıtmanın en etkili ilacı olan ve İstanbul Kimyahanesinde üretilen 1000 kilo devlet kinini Ziraat Bankası eliyle bütün bölgelere dağıtıldı. 1922’de hastanelerde 20 bin hasta tedavi edildi. 30 bin hasta da laboratuvarlarda muayene edildi.

Milli Mücadele yıllarında Urla ve Sinop’ta kuduz tedavi merkezi ve karantina merkezi, İstanbul, Sivas ve Diyarbakır’da aşıhane ve bakteriyoloji laboratuvarları, Eskişehir ve Niğde’de tıbbi malzeme merkezleri açıldı.

Sağlık Cumhuriyeti


1923-1938 arasındaki sağlık devrimi toplam 49 yasa, 2 kararname, 12 tüzük ve 21 yönetmelikle hayata geçirildi.

Türkiye’de cumhuriyetin ilanıyla “halkçı” bir düzen kuruldu. Atatürk, “Üreten köylü milletin efendisidir” diyerek bu cumhuriyeti kurdu. Cumhuriyet kurulurken nüfusun yüzde 85’i köylerde yaşıyordu. Köylülerin büyük bir çoğunluğu hastaydı.

18 Mart 1924’te 442 sayılı “Köy Kanunu” kabul edildi. Bu kanunun tam 23 maddesi doğrudan ve dolaylı olarak sağlıkla ilgiliydi. “Köy Kanunu’na göre; köylerde “Köy Sağlık Korucusu” bulundurulacaktı. “Seyyar Tabiplik” uygulaması başlatıldı. Yolu izi olmayan köylere at, eşek, katır sırtında seyyar tabipler gönderildi. Köylerde yapılan muayeneler ve hastalara verilen ilaçlar ücretsizdi.

1923’te cumhuriyet ilan edilirken tüm Türkiye’de sadece 86 hastane ve 344 doktor bulunuyordu. Eczane sayısı da çok azdı. Öyle ki 1925’te başkent Ankara’da sadece 5 eczane vardı. Türkiye’nin 1927’deki toplam nüfusunun 13 milyon 648 bin 270 olduğu düşünülürse bu rakamların ne kadar yetersiz olduğu çok daha iyi anlaşılacaktır.

1923’te 369 sayılı kanunla doktorlara mecburi hizmet zorunluluğu getirildi. Bu kanunla doktoru olmayan ilçelere “hükümet tabibi” gönderildi. Yavaş yavaş doktor sayısı artmaya başladı. Doktor sayısı 1925’te 725’e, 1930’da 1182’ye, 1935’te 1625’e çıktı. Aynı şekilde hastane sayısı da arttırıldı. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, 1923’te 6437 yatakla hizmet veren 86 hastaneye sahipken, 1930’da 11398 yatakla hizmet veren 182 hastaneye sahipti.

Ankara, İstanbul, Sivas, Erzurum ve Diyarbakır’da 5 “Numune Hastanesi” kuruldu. Elazığ ve Manisa’da 2 “Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi” açıldı. Ankara, Konya, Balıkesir, Adana, Çorum, Malatya, Erzurum ve Kars’ta 8 “Doğum ve Çocuk Bakımevi” açıldı. 1926’da il merkezlerinde acil müdahale için 5 yataklı “Cankurtaranalar” hizmete girdi.

1933’teki üniversite reformu sırasında Tıbbiye Mektebi, “Tıp Fakültesi”ne dönüştürüldü. Dr. Refik Saydam, İÜ Tıp Fakültesi, Haydarpaşa Askeri Hastanesi, İstanbul Yüksek Dişçilik ve Eczacılık Mektebi’ndeki tıp öğrenimini yeniden yapılandırdı. İÜ Tıp Fakültesi’nin birçok enstitüsünde Hitler baskısından kaçan Alman ve Avusturyalı 76 sürgün bilim insanına görev verildi. Burada okuyan yoksul öğrenciler için İstanbul’da parasız-yatılı 300 yataklı bir “Tıp Talebe Yurdu” açıldı. İÜ Tıp Fakültesi’nin hem eğitim kalitesi hem öğrenci olanakları arttırıldı; tıp öğrencilerine yurt ve burs imkânı sağlandı. 1932’den itibaren yalnızca tıp yurtlarında parasız-yatılı kalan öğrencilere zorunlu hizmet uygulanmaya başlandı.

1924’ten başlanarak hastanesi bulunmayan birçok il ve ilçede “Muayene ve Tedavi Evi” adlı dispanserler kuruldu. Burada hastalar ücretsiz muayene edildi. Yoksul hastalara ilaçları parasız verildi. 1922’de tüm Türkiye’de sadece 22 dispanser ve buralarda 189 yatak varken bu sayı 1932’de 339 dispansere ve 1318 yatağa çıktı. Bizzat Atatürk’ün girişimleriyle 1930’da Ankara’da “Etimesgut Toplumsal Sağlık Numune Dispanseri” kuruldu.

1925’te Kızılay Hemşirelik Okulu açıldı. 1925’te İzmir’de engelliler için 100 yataklı bir engelli okulu açıldı.“Ettibba (Tabip) Odaları” kuruldu.

[caption id="attachment_5776149" align="alignnone" width="880"] Sıtma savaşı için Adana’da “Sıtma Enstitüsü” kuruldu.[/caption]

1923-1948 arasında halkı, sağlık konusunda bilgilendirmek için 700 bin afiş, 5 milyon broşür, 146 bin kitap ve dergi dağıtıldı. Halk sağlığı konusunda özellikle Anadolu’da halka çok sayıda film gösterildi.

1 Eylül 1925’te Ankara’da Birinci Ulusal Tıp Kongresi toplandı. Burada ülkenin sağlık sorunları tartışılıp çözüm önerileri ortaya konuldu.

1928’de 1267 sayılı kanunla Ankara’da “Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi” yani “Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü” kuruldu. Burada 1931’e kadar kimya ve bakteriyoloji, 1931’de de serum bölümü faaliyete geçti. Buradaki “Aşı ve Serum Üretim Birimi”nde birçok hastalığa karşı aşı ve serum üretildi. Öyle ki 1938’de Çin’de başlayan kolera salgınına karşı Çin’e aşı gönderildi.

24 Nisan 1930’da 1593 sayılı “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” çıkarıldı. Sağlığın anayasası durumundaki bu kanunla halk sağlığı devlet güvencesi altına alındı.

1936’da “Hıfzıssıhha Okulu” kuruldu. Uzun yıllar boyunca her düzeyde sağlık personeli yetiştirildi.

Erken cumhuriyet döneminde koruyucu hekimlere yüksek maaş verildi. Şöyle ki bir sıtma savaşı hekiminin maaşı validen fazla, trahom savaşı teşkilatı başkanının maaşı ise milletvekili maaşının üç katıydı.

Cumhuriyetin sağlık devriminin en önemli ayağı salgın hastalıklarla mücadeledir. Sıtma savaşı için Adana’da “Sıtma Enstitüsü” kuruldu. Yurdun değişik yerlerinde 11 sıtma dispanseri kuruldu. Halk bilgilendirildi. Bataklıklar kurutuldu. Halka kilolarca bedava kinin dağıtıldı.1925-1936 arasında 15 milyondan fazla sıtmalı muayene edildi, 4 milyona yakın sıtmalı tedavi edildi.

Frenginin yaygın olarak görüldüğü Sivas, Bursa, Zonguldak, Bayburt, İnebolu, Bartın, Ordu ve Tokat illerinde Frengi Mücadele Merkezleri kuruldu. Ayrıya koruyucu önlemler alındı. 1926-1934 arasında frengi şüphesiyle muayene edilen 1 milyon 109 bin 866 kişiden 1 milyon 47 bin 683 kişi tedavi edildi.

Ankara, İstanbul, Bursa, Trabzon, Eskişehir, Adapazarı, Adana ve Rize’de “Verem Savaş Dispanseri” kuruldu. 1924’te Heybeliada’da bir “Verem Sanatoryumu” açıldı. 1927’de ilk BCG aşısı uygulandı.

Adıyaman, Adana, Gaziantep, Malatya, Urfa, Maraş ve Siverek’te trahom hastaneleri ve trahom dispanserleri kuruldu. 1925-1936 arasında yurt genelinde 12 trahom hastanesi, 14 trahom dispanseri açıldı. 1931’de yurt genelinde 40 bin trahomlu tedavi edildi. 1930’da Gaziantep’te “Trahom Mücadele Reisliği” kuruldu. Trahomlular için ülke genelinde 25 trahomlu okulu açıldı.

Sivas, Erzurum, Diyarbakır’da 3 yeni Kuduz Tedavi Hastanesi açıldı.

Rize ve civarında ortaya çıkan ankilostomiasis hastalığı ile mücadele edildi. 1930-1933 arasında bölgeye gönderilen doktorlar yaklaşık 45 bin hastaya bakıp tedavi etti.

Salgın hastalıkların zararlarını halka gösterebilmek için “Sağlık Müzeleri” kuruldu.

Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı dışında Hilali Ahmer Cemiyeti (Kızılay), Himayei Etfal Cemiyeti ve Halkevleri de halk sağlıyla ilgili çok önemli çalışmalar yaptı. Bu çalışmalar özellikle anne ve çocuk sağlığı konusunda yoğunlaştı. Çocuk ölüm oranları ciddi oranda azaldı.

Cumhuriyet unutulan sağlık devrimiyle her şeyden öce halkı sağlığına kavuşturdu. Cumhuriyetin salgın hastalıklarla mücadeledeki başarısı dünya ölçeğinde bir başarıdır. O yokluk ve yoksulluk yıllarında çok sayıdaki salgın hastalığı yenmeyi başaran cumhuriyet doktorları bugün de korona virüs pandemisini yenmeyi başaracaktır.

KAYNAKÇA:


1.Erdem Aydın, Türkiye’de Sağlık Teşkilatlanması Tarihi, Ankara, 2002.

2.Fahri Ovalı, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Sağlık Alanındaki Faaliyetler”, Bursa Sağlık Tarihi, C.1, Ankara, 2017, s. 215-218

3.İsmail Ağırbaş, Yasemin Akbulut, Ömer Rıfkı Önder, “Atatürk Dönemi Sağlık Politikası”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 48, Güz 2011

4.Osman Gümüşçü, “Türkiye Sağlık Tarihi”, Bursa Sağlık Tarihi, C.1, Ankara, 2017, s. 204-211

5.Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, Atatürk’ün Akıllı Projeleri, C.5, İstanbul, 2014

6.Tarih IV, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri, (1931-1941), 3. Bas., İstanbul, 2001

7.Umut Karabulut, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Sağlık Hizmetlerine Toplu Bir Bakış, Dr. Refik Saydam'ın Sağlık Bakanlığı ve Hizmetleri”, ÇTTAD, VI/15, Güz 2007