“Sayın Uğur Dündar,

Yıllar önce sizinle, ben Ankara Dr. Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü Başkanı iken, halkımızın sağlığını koruma amaçlı bir televizyon programı yapmıştık. Zira o yıllarda, içtiğimiz sudan, yediğimiz ekmeğe kadar tüm gıda maddelerimizle, sağlık amaçlı kullanılan biyolojik ürünlerin laboratuvar analizleri, bu müessesede yapılırdı.

İşte o yıllarda sizin usta gazeteciliğiniz sayesinde, sofralarımıza kadar gelen bazı salam, sucuk, sosis gibi et mamullerinin tek tırnaklı (at – eşek) hayvanların etlerinden üretildiğini tespit ederek halkımıza duyurmuş, entegre tesisler kurulmasının gereğini ortaya koymuştuk.

★★★

Program yurt çapında büyük yankı uyandırmış ve ses getirmişti. Bizlere tebrik ve teşekkür mesajları ileten halkımız, sağlıksız gıda üretenlere de büyük tepki göstermişti. Çünkü o zamana kadar bu firmaların basın yayın yoluyla halka duyurulması yasal olarak mümkün değildi. Girişimlerimizle Sağlık Bakanlığı’nın da desteğini alarak kısa sürede Ticaret Kanunu’nda yapılan değişiklikle, sağlıksız gıda üreten firmalar halka duyurulmaya başlandı ve yasal işlemler uygulandı.

★★★

Bu olay Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün toplum sağlığını korumadaki görevlerinden sadece biri olup; ana konu, Dr. Refik Saydam’ın kendi adını taşıyan bu müessesenin koruyucu sağlık hizmetlerinde yapılması gerekenleri gerçekleştirmesidir. İşte bu amaçla, o büyük insanın kurmuş olduğu bu müessese, ilk yıllarında tifüs, kolera,
tetanos hatta kuduz ve grip aşıları ile yılan, akrep serumları ve daha birçok serum çeşitlerinin üretimini sağlayarak, ülke ihtiyacını karşıladığı gibi, bir kısmını da yurt dışında ihtiyacı olan ülkelere ihraç etmiştir.


★★★

Bu çok önemli müessesede başkanlık yaptığım yıllarda, bugün hâlâ ithal edilen tüm aşıların ülkemizde üretilmesi konusunda oldukça ciddi ve kapsamlı bir rapor hazırlamıştım. Bunlar arasında polio (çocuk felci), kızamık, hepatit aşıları olmak üzere, birtakım biyolojik ürünlerin bünyemizde yapılması da yer almaktaydı.

Dünya Sağlık Örgütü ile temas kurarak Dr. Perkins başkanlığındaki bilim insanlarından oluşan bir heyetin müessesemize gelmesi sağlandı ve günlerce bizim uzmanlarımızla birlikte çalışılarak yerli aşı üretimi konusunda gerekli bina, ortam, yöntemler ve cihazlarla deney hayvanları için uygun koşullar hazırlandı.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin bu konudaki olumlu görüşleri de alındı. Enstitümüzde görev yapan uzmanlarımız Kopenhag’daki Dünya Sağlık Örgütü’nde üç ay kadar eğitim gördüler ve üretim konusunda her şey hazır halde geldi.

Sağlık Bakanlığı aracılığı ile konu Resmi Gazete’de yayımlandı. Ama daha sonra yerli üretimin çok da fizibıl (uygun) olmayacağı düşünülerek, aşı üretim projesi hayata geçirilmedi. Eğer bu aşıların üretimine başlanmış olsaydı, bilimselliğimiz kanıtlanacak ve ithalat için ödenen dövizler ülkemizde kalacaktı.

★★★

Dr. Refik Saydam’ın kurduğu bu müessesede çalışan kendi konularında uzmanlaşmış bilim insanları her türlü bilimsel yeterliliğe sahiptiler. Nitekim o yıllarda Rusya’dan ithal ettiğimiz kızamık aşısının etkinliğini kaybettiğini, viroloji laboratuvarlarımızda çalışan değerli uzmanların tespit etmesi üzerine, aşıların iptalini sağlamıştık. Akabinde Rus Sağlık Bakan Yardımcısı, beraberindeki bilim insanlarıyla birlikte ülkemize geldiler ve onlar da bizim laboratuvarlarımızda aşılarla ilgili testler yaptılar. Sonuçta haklı olduğumuzu ifade ettiler ve bu aşıların yerine, yeni üretilen aşılardan tedarik olundu.

★★★

Eğer Dr. Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün bu önemi yeterince takdir görebilseydi, burada çalışan bilim insanlarının da bu örnekteki gibi, birçok aşıyı, hatta günün konusu olan koronavirüs aşısını da gerçekleştirilmeleri sürpriz olmayabilirdi. Bugün böylesine yararlı ve stratejik bir müessesenin kapanmış olması, herkes gibi beni de üzmektedir...”

★★★

Sevgili okurlarım yukarıdaki satırlar, geçmişte (1982-83) Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün Başkanlığını yapmış, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı, değerli bilim insanı Prof. Dr. Sedat Arıtürk’e ait.

Ne diyor Prof. Arıtürk?

“Eğer bu aşıların üretimi yapılabilseydi, ithalat olmayacak ve dövizlerimiz yurt dışına gitmeyecekti!..”

Daha ne desin Allah aşkına?


Henüz 16 yaşındayken Soğukoluk’a satılan “O”nun hikayesi!..


“Oraya düşürülen her genç kız gibi, onun da bir hikâyesi var...
Mersin’de babası ölünce on üç yaşında evlendiriliyor. On dört yaşında anne oluyor. Günün birinde, küçücük çocuğu ile birlikte evinde iken, teyzesinin eşi onu ziyaret ediyor. O arada önce komşusunun kardeşi, sonra da ansızın eşi geliyor. Komşunun kardeşi ile tartışıyorlar, onların gözü önünde genci öldürüyor ve kaçıyor. Polisler gelip teyzesinin eşi ile onu karakola, adliyeye sonra da cezaevine gönderiyorlar. Tüm çevre, hapishanede yatan bu iki insanın suçsuz olduğuna inanıyor. Eşi altı ay sonra teslim olunca, ikisi de cezaevinde yatmaktan kurtuluyor.

★★★

Hapishanede tanıştığı bir kadın arkadaşı, ‘Sıkıntı çekersen anneme git’ deyip telefonunu veriyor. Hapishaneden çıktım, köyüme gittim. Kimseler yüzüme bakmadı. Annem evlendiğinden, oğlumu annemden aldım. Para pul yok, iş aradım, bulamadım. Evimde neyim varsa, yok pahasına sattım. Bir tek masa saatim kaldı! Onu da enişteme götürüp, ‘Bunu alır mısın? Oğluma ekmek ve süt alacağım’ dedim. Eniştem dükkânından alacaklarım için ‘Tamam’ dedi. Geçmiş gün, kaç para verdiğini unuttum. Ekmek ve süt aldım. Sonra bana dedi ki; ‘Baldız çok bunaldın, gel seni deniz kenarına götüreyim!..’ Birlikte gittik, baktım bana tecavüz edecek, o şokla oradan kaçtım! Dünyam yıkılmıştı!..

★★★

Bu sırada eşim hapiste dava açarak, çocuğun ben den alınmasını ve devletin bakmasını istedi. Mahkeme kararı ile çocuğumu alıp götürdüler. Günlerce ağladım. Eniştem bile saldırınca, Mersin’de yaşama umudum yok oldu. O güne kadarki hayatım sadece Mersin’de geçmişti. Hiçbir çarem kalmadığından, hapishanedeki arkadaşımın annesini aradım. Tarsus’ta olduğunu söyleyerek yanına çağırdı.

Meğerse arkadaşımın annesi batakhane çalıştırıyormuş. Böylece Tarsus’ta bir batakhaneye girdiğimi anladım.
Kaçmamam için hapsettiler, baskılara uğradım. O batakhaneye gelen bir iş adamı sayesinde kurtulup Mersin’e geldim ve adliyeden tanıdığım arzuhalciye gittim. ‘Gel, seni Adana’ya götüreyim’ dedi. Adana’da Ç...Palas Oteli’ne götürdü. Meğer beni oraya satmış!.. Oradan da Soğukoluk’a yolladılar!..

★★★

Soğukoluk’ta üç dört ay turistik bir otelde (!) kaldım. Bu süre içinde hep buradan kurtulmayı, oğlumu alıp bir yuva kurmayı hayal ettim. Soğukoluk’taki otele gelen birkaç müşteriye beni buradan kurtarmaları için yalvardım. Kurtarma sözü verdiler ama yapmadılar. Oraya gelen insanların çoğu, hikâyeni bile dinlemek istemez, sadece on dakikalık zevkini düşünürler. Bir kez bile konuşacak doğru dürüst bir insan görmedim ki bir anım olsun.

Nihayet Afet diye bir kızla tanıştım. Önce arkadaş sonra kardeş gibi olduk.

Onu çok sevdim. Bir belalı adamla evlenmiş, adamdan çok çekmiş hatta gördüğü şiddetten gözünde iz kalmıştı. Aynı yatakta uyuyorduk.

★★★

Bir gün köylüler Soğukoluk’u bastı. Biz Afet’le tavana saklandık. Baskınlarda bizi saklamak için gizli bölmeler, mağara gibi yerler vardı. Köylüler randevu evi sahibi Cemile’yi dövdüler. Fırsat kolluyordum. Afet’e ‘Tam zamanıdır, buradan kaçalım’ dedim. Cemile’ye haber gelmiş; ‘Uğur Dündar gelecek, orayı basacak’ diye. Otel sahipleri çok korkmuşlar, gerçekten gelirse diye, ona göre hazırlık yapıyorlar. Bize Uğur Dündar geldiğinde gizli bölmelerde nasıl saklanacağımızın provalarını yaptırdılar. Her an tetikte beklerlerken bir gün ansızın Uğur Dündar geldi. Ortalık karışınca, ben ve Afet arka kapıdan kaçtık. Kaçmadan önce oradaki müşterilerle anlaştık. Çılgınlar gibi koşuyorduk. Onlar arabaları ile bizi bilinen bir dönemeçte alıp İskenderun’a bıraktılar.

★★★

Ben on altı, Afet on yedi yaşındaydık. Afet, ‘Sen yanımda oldukça, bir şeyden korkmam’ derdi.
Bizi Uğur Dündar kurtardı. Hepimiz korkunç bir kıskaç altındaydık. Oradan Adana’ya geldim. Afet’e ne oldu bilmiyorum.

Bugün eşim, işim, oğlumun çocuk yurdundan alınıp bir yaşam sahibi olması, evliliğimden doğan kızım, bir de eşimin ilk evliliğin deki oğlumla yaşamımı sürdürüyorum. Tüm bu güzelliklerin yolunu açan ve bizleri yaşatan Uğur Dündar’dır.

Onun sayesinde başladığım çok uzak bir ülkedeki yeni yaşamımdan ona şükranlarımı, minnetlerimi sunuyorum. Yaşamım boyu dualarım onunla.


Bir batakhaneden anneliğe, iş kadınlığına, soldurulamayan bir kır çiçeğinin yaşamına yürüyorum...”

★★★

Soğukoluk bugün cenneti andıran turistik bir yayla olarak yaşamını sürdürüyor, türlü türlü kır çiçekleri açıyor, üstündeki utanç kalkıyorsa, nedeni yürekli bir gazeteci olan Uğur Dündar’dır.

Vicdanlı bir el uzanırsa, yara bere içinde kalsa da kır çiçekleri dikenli tellerden fışkırır ve daima açar...

★★★

Okuduğunuz satırları, sendikacı, kadın hakları savunucusu, yazar, CHP’nin ilk kadın Genel Başkan Yardımcısı ve halen Parti Meclisi Üyesi olan değerli Yaşar Seyman’ın yayına hazırladığı kadın haklarıyla ilgili son kitabından alıntıladım.

Desteğine ve hakkımdaki sözlerine çok teşekkür ediyorum.

Soğukoluk, 1982’de TRT Televizyonu’nda yayınladığım haber öncesinde, bayıltılarak oraya kaçırılan birçok genç kızın hayatlarının çalındığı, bazılarının da işkence altında sonlandırıldığı, insanlık suçlarıyla dopdolu, kurtuluşu olmayan bir fuhuş bataklığıydı.

Türkiye’yi sarsan o programın öncesi ve sonrasını, yeni kuşakların da öğrenmesi için yeri geldikçe yazmaya devam edeceğim.