Sevgili okurlarım yaşadığımız şu tiksindirici koşullarda insan bazen geçmiş yılları düşünüyor, “Vay bee, ne güzelmiş pek çok şey” diyor.

Örneğin bir arkadaşımız ya da yakınımız evlendiği zaman ona verilecek hediyemiz çoğu zaman önceden belliydi.

Bir adet tam Cumhuriyet altını.

Sıradan bir aile idik, karı koca mütevazı maaşlarımız vardı ama paramız eş dost düğünlerinde ve sünnetlerde bir adet Cumhuriyet altını almak için yeterli olurdu.

Şimdi bırakın tamı, çeyrek altın bile ateş pahası oldu.

Çeyrek altın bile 1300 liraya geliyor.

★★★

Çevremdeki insanlara bakıyorum, geçmişi özlemeyen hemen hiç kimse yok... Belli bir varlıklı kesim dışında herkes geçmiş yılları hasretle anıyor.

Bazen en kötü günleri yaşamıştık.

Piyasada deterjan, ampul, yağ gibi belli mallar bulunmazdı.

Kuyruklara girerdik ama sonuçta alırdık.

Kuyruklar deyince aklıma geldi, hiçbir siyasetçi ötekilere küfretmezdi. Az da olsa bir miktar hoşgörü vardı!

Hiçbir siyasetçi ortaya çıkıp “Bu yokluklar ve pahalılık dış güçlerin eseri” diye nutuk atmaya kalkışmazdı!

★★★

Bazen yolsuzluk yapıldığı da olurdu...

O zaman ‘medya’ yoktu. TRT dışında televizyon kanalları, ya da bugün olduğu gibi internet siteleri de yoktu.

Sadece ‘basın’ vardı...

Yani gazeteler.

Yolsuzluk ya da rüşvet belgelendiği veya iddialar ortaya atıldığı zaman hiçbir iktidar bunu hasıraltı etmeye çalışmazdı.

İşin üzerine ciddi biçimde gidilirdi.

★★★

Bu konuda bir anımı anlatayım! 1970’li yılların sonu... Milliyet gazetesindeyim. Yazı İşleri Müdürü rahmetli Hasan Pulur abimiz...

Bir holding yurt dışından inşaat demiri ithal ediyor ama gümrük aşamasında bazı üçkağıtlar yapıp vergi kaçırıyor.

Haberi belgeleriyle birlikte yazdım, manşette çıktı.

Şimdi geçmişe bakınca görüyorum... Günümüzle kıyaslandığında aslında sıradan bir yolsuzluk olayı imiş ama toplum ve siyaset bu gibi konularda çok duyarlı idi.

Hasan abi bu yolsuzluk olayını o yüzden manşetten vermişti.

Günümüzle kıyaslandığında sıradan olan bir haber ama Türkiye’de ses getirmişti.

★★★

Adı geçen büyük holding bizi mahkemeye verdi. Ankara’da yargılanacağız... Mübaşir tarafından mahkeme salonuna çağrıldık:

Sanık Hasan Puluuur, sanık Emin Çölaşaaan...

Gazetecilik hayatımdaki ilk sanıklığım!..

Duruşma başlamak üzere.

Hasan abi bir anda koluma girdi. Sıkışmıştı...

Bana tuvaletin nerede olduğunu soruyordu. Bilmiyordum ki...

“Sen gir duruşmaya, ben de yetişmeye çalışırım” dedi ve kayboldu.

Mahkeme salonuna girdim, durumu başkana anlattım, Hasan abinin tuvalet aradığını söyledim.

Başkan güldü:

“İfadeleriniz zaten daha önce alınmış. Dosyada eksik yok. Tuvalet dönüşünde gördüğünüzde Hasan Bey’e benim selamımı söyleyin. İkiniz de beraat ettiniz, haydi güle güle!”

Yazının başlığında dedim ya, nerelerden nerelere geldik...

Bugünkü asık suratlı yargıda böyle hoşgörülü bir olay yaşanması acaba mümkün müdür!

★★★

Geçmiş yıllarda devlet yönetiminde bir ciddiyet vardı...

Örneğin ilgili kurumlar enflasyon rakamlarını açıkladığında rakamların düzmece olmadığını, masa başında hazırlanmadığını toplum bilirdi.

Siyasi kavgalar elbette olurdu ama hiçbir cumhurbaşkanı ve başbakan halkı kandırmaya, kendisi gibi düşünmeyenlere hakaretler savurmaya kalkışmazdı.

★★★

Devleti yönetenler israftan kaçınırdı.

Çok iyi anımsıyorum, 1960’lı yıllarda dönemin başbakanı olan İsmet İnönü makam aracını bu nedenle, herkese örnek olması için değiştirmiş, küçük boy bir Opel kullanmaya başlamıştı.

Yanında bir tek koruma polisi olurdu.

Cumhurbaşkanları ve başbakanlar halkın arasına karışmaktan korkmazdı.

Hiçbirinin yanında yüzlerce kişiden oluşan koruma ordusu ve zırhlı araç konvoyları yer almazdı...

Çünkü Atatürk’ten beri devletin yerleşmiş gelenekleri böyle idi.

Görgüsüzlük sergilenmezdi.

★★★

Geçmiş yıllarda hiçbir iktidar, ekonomik sıkıntılardan kurtulmak için devletin ve milletin ulusal varlıklarını ona buna satmayı, peşkeş çekmeyi akıl etmezdi!

Onların kafası herhalde yeterince çalışmıyordu!

Hiçbir devlet yetkilisi ortaya çıkıp “Biz ekonominin kitabını yazdık” diye uluorta konuşmazdı.

Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler birkaç milyar dolar gelsin diye birtakım Arap şeyhlerinin kucağına oturmaz, petrol zengini Arap ülkelerine yalakalık yapmazdı.

Geçmişte güzel günler yaşamıştık sevgili okurlarım, güzel günler...

Kendi adıma söylüyorum, ben şimdi o geçmişi arıyorum, özlüyorum.