Şişli’deki evimde yeni durumu değerlendiriyordum. İstanbul sokakları İtilaf devletlerinin süngülü askerleriyle dolmuştu. Boğaziçi, toplarını sağa sola çeviren düşman zırhlılarıyla, lâcivert sularını gösteremeyecek kadar örtülüydü. Herkes, ancak pek zorunlu gereksinimleri için evlerinden çıkabiliyor, sokaklarda hatır ve hayale gelmeyen hakaretlere uğramamak için, caddelerin duvar diplerinden büzülerek, eğilerek ve korkarak yürüyebiliyordu. Bütün sakınmalara karşın, bin türlü korkunç saldırı sahneleri eksik değildi.

Koskoca İstanbul ve koskoca İstanbul’un yüzbinlerce halkı, sesleri kısılmış bir durumdaydı. İstanbul ufuklarında yükselen şeyler, yalnız düşman sesleri, düşman hakaretleri, düşman bayrak ve süngüleriydi. Ne denli şaşılacak şeydir ki, âdi bir mendil gibi ayak altında çiğnenen bu çevrede, hâlâ bir Saltanat, bir Hükümet, bir varlık bulunduğunu sananlar vardı!

BUNU OKUR MUSUNUZ?

Bir gün Harbiye Nazırı Şakir Paşa beni makamına çağırarak, tek sözcük söylemeden bir dosya uzattı. ‘Bunu okur musunuz?’ dedi. Baştan sona incelediğim dosyanın özeti şuydu: İngiliz kuvvetleri komutanının hükümete başvurusunda, Samsun ve dolaylarındaki Rum köylerine Türklerin saldırdığı bildiriliyor, ‘Bu saldırıları önlemek gerekir; siz yapamazsanız, biz önleyeceğiz’ deniliyordu.

- ‘Emriniz Paşam?’ diye sordum.

- ‘Sadrazam Ferit Paşa ile durumun böyle olup olmadığını yerinde incelemek için sizi göndermeyi uygun bulduk.’

- ‘Peki’, dedim, ‘Yalnız izin verilirse görevime bir biçim vermeliyiz. Sizi üzmeyeyim, isterseniz Genelkurmay Başkanınızla görüşerek bunu saptayalım’ dedim. ‘Hay Hay’ dedi.

Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa yerinde değildi. 2. Başkan Diyarbakırlı Kâzım Paşa’ya giderek ‘Her ne neden ya da amaçla ise beni İstanbul’dan uzaklaştırmak için bir vesile aramış ve bu görevi bulmuşlar. Bu fırsattan elden geldiğince yararlanmalıyız.’

EMİR VEREBİLMELİYDİM

Kâzım Paşa. ‘Sen o yöreye Ordu Müfettişi olarak gidebilirsin’ dedi.

‘Adın önemi yok’ dedim, ‘Sen Harbiye Nazırı ile görüş, benden ne istediklerini öğren, üst yanını kendimiz yaparız.’

Kâzım Paşa’nın aldığı yönerge şuydu: Amaç Samsun yöresinde Rumlara saldıran Türkleri cezalandırmak ve Anadolu’da beliren bir takım ulusal örgütleri ortadan kaldırmaktır.

‘Çok güzel’ dedim, ‘Onlar ne istiyorsa en çoğunu ekleyerek bir yönetmelik yazınız. Yalnız bir iki maddeyi ben kaleme alayım.’

Benim önem verdiğim, yetki konusuydu. Elden geldiğince Anadolu’nun her yanına doğrudan doğruya emir verebilmeliydim. Bir de ilişkide bulunduğum askeri ve mülki yönetim makamlarına duyurularda bulunabilmeliydim. Kâzım Paşa yüzüme baktı:

- ‘Bir şey mi yapacaksın?’

- ‘Evet, bu maddeler olsa da, olmasa da bir şey yapacağım!’ dedim.

Kâzım Paşa, ‘Görevimizdir, çalışacağız’ dedi.

UÇMAYA HAZIR KUŞ GİBİYDİM

Dediğim gibi yazdığı yönetmeliği Harbiye Bakanına göstermek üzere odadan çıktı. Geri geldiğinde yönetmeliği sadrazamın imzalamayacağını, ancak Harbiye Bakanı Şakir Paşa’nın da imza yerine yalnız mühür basmayı kabul edebileceğini söyledi. Öyleyse yönetmeliğe, ‘Mustafa Kemal Paşa gerek gördükçe Sadrazam’la haberleşir’ hükmünü eklemesini istedim. Kâzım Paşa böyle bir madde de ekledi ve temize çekip mühürledi...

Bakanlıktan çıkarken, heyecanımdan dudaklarımı ısırıyordum. Kafes açılmış, önümde geniş bir âlem; kanatlarını çırparak uçmağa hazırlanan bir kuş gibiydim.”

Mustafa Kemal ve Samsun’a yola çıkış hazırlığı, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucu üyesi ve 4. Genel Başkanı Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın “Cumhuriyet Çınarı: Mustafa Kemal’i ‘Atatürk’ yapan uygarlık tasarımı” kitabından, Samsun’a çıkışını da Nutuk’tan aktaralım:

MUSTAFA KEMAL SAMSUN’DA

1919 senesi Mayıs’ının 19. Günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve manzara: Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu grup, Dünya Savaşı’nda mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes antlaşması imzalanmış. Dünya Savaşı’nın uzun seneleri zarfında millet yorgun düşmüş ve fakirleşmiş.

Milleti ve memleketi Dünya Savaşı’na sokanlar, kendi halklarını kurtarmak için memleketten kaçmışlar. Saltanat ve Hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve sadece tahtını korumak için alçakça tedbirler araştırmakta.

Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.

Ya İstiklal Ya Ölüm!

19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.